Etyen Mahçupyan’ın yazılarında köktenci bir ihtirasla sarıldığı politik yatkınlıkları tartışalım.

Etyen Mahçupyan’ın yazılarında köktenci bir ihtirasla sarıldığı politik yatkınlıkları tartışalım. Yıllardır, aynı anahtar kelimelerle (olumsuz etiketli cemaatçilik, kimlikçilik, olumlu etiketli bireycilik, bireysel özgürlük vd.), gündemi dolduran farklı konuları liberalizmin belirli bir kolunun ruhbani öğretisi içinden yorumluyor.

Ortodoksi, adı üstünde, “inancın doğrusu” demek. Mahçupyan’ın ortodoksisini bir örnek olay olarak nesneleştirmenin bizi belirli bir sosyal konumu anlayıp açıklamaya yaklaştıracağı fikrindeyim. Mahçupyan’ın didaktik ve kibirli anlatımı, her zaman iyi beceremese de sıkça başvurduğu “argüman fetişizmi”, politik inançları – tüm bunları kişisel yetenek veya zaaf özelliklerine indirgemeden okumak mümkün. Ele aldığı konuları ve anlatısal taktiklerini, yerleştiği sosyal konumun topoğrafyasını ortaya çıkaran akustik dalgalar olarak kaydedebiliriz, tabiri caizse. Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklamaları ile oluşan gündeme yaptığı müdahaleyi, sonarımı doğrultacağım mecra olarak seçtim.

Mahçupyan, adına “demokratlık” veya “yeni demokratlık” diyebileceğimiz bu sosyal konumu tek başına işgal etmiyor. Türkiye habercilik alanında (buna, bilgiyi kanaate kurban eden “düşünce kuruluşları” dünyasını da ekleyebiliriz) kalabalıklaşmaya başlayan bir koordinatta bulunuyor.

Mahçupyan, mevzide duran diğer kanaat üreticilerinden daha güçlü sinyaller veriyor. “Demokratlar” denen mahallenin haritalandırılması için demokrasi, özgürlük, hukuk vb konularda zengin bir materyal sağlıyor. Gündemdeki meseleler hakkında sofu bir inançla ruhbani hükümler verirken, benzerlerinden çok daha meşakkatle yaptığı bir şey var: Kanaatlerinin bir mahkeme salonunda savunma veya saldırı yaparken kullanılması gereken argümanlar kadar sıkı bir rasyonel zincir oluşturmasına gayret ediyor.

Yukarıda “argüman fetişizmi” dediğim temayül bu. Birincisi bu anlatı taktiğinin, “ben sizlerden daha demokratım” inancını güçlendirici etkisi var. Savcı titizliğiyle art arda dizilen argümanlar, hem düz, hem mecazi anlamlıyla “demokrasi düşmanlarına” ders verme işlevi görüyor. İkincisi bu fetişizm, Mahçupyan’ın çok işine yarayan bir obskürantizm, ya da eskinin tabiriyle “zulmeti cehli iltizâm” kalkanı oluşturmaya yarıyor. Bilgiç gibi görünen argümanlar silsilesi, Mahçupyan’ın söyleminde anlamanın önünü tıkıyor, karartıyor, şeylerin mantığını müphemleştiriyor: “Öyle olduğunu bilemeyiz, çünkü bakın bu var bu var, ama böyle olduğu çok net”.

Bu tür incelemelerde çıkış noktam sosyal dünyanın işleyişi hakkında belirli varsayımlara dayanıyor elbet. Bu sosyal dünya, kanaat üreticilerinin ve pratiklerinin işgal ettiği alan olunca, şu kabulle başlıyorum: Türkiye’de bu alan, iktidar blokunun tahakkümü altında. Yeni bir şey değil. Alan içinde ittifak kuran ve çekişen kanaat üreticileri (akademisyenler, gazeteciler, stratejikdüşüncecigiller, yayıncılar, vd), öznel niyet ve ihtiraslarından bağımsız olarak, iktidara iliştirilmiş veya dışlanmış konumlara yerleşmiş durumdalar. Mahçupyan da, ilişki örüntüleri içinde ittifakları kimlerle olursa olsun, haritanın iktidara iliştirilmişler kadranında yer alanlardan biri. Kanaatlerinin kazandığı saygınlık, biriktirdiği kredi / inandırıcılık, her fırsatta kullandığı tabirle “laik cemaatçilere” ve solculara karşı husumeti ve nihayet legalizmi, bulunduğu konuma yaptığı pratik ve duygulanımsal yatırımı pekiştiriyor.

“Legalizm” kavramını, birazdan ele alacağım Şık ve Şener tutuklamaları tartışması çerçevesinde, formel yargı sürecine, görünürde “tarafsız” (ya da Mahçupyan’ın tabirleriyle, “mesafeli”, “duyarsız”) bir yerden, çok fazla koşul öne sürmeden teslimiyet anlamında kullanıyorum.

Şık ve Şener tutuklamalarını ve ilintili olarak Ergenekon davasının seyrini tartışan, 6 Mart’tan 5 Mayıs’a kadar yazdığı, Zaman’da 9, gazetem.net’te 3, toplam 12 yazısını inceledim.

Mahçupyan’ın obskürantist legalizminde inanç merkezini anti-terörizm, güvenliğimizin korunması ve yargı süreci sonunda Ergenekon Terör Örgütü’nün tasfiyesi oluşturuyor. Klasik liberal açmazlara saplanan, özgün olmayan bir ortodoksi bu. 11 Eylül sonrası liberal demokrasilerinde kalıcı bir yer edindi: “Özgürlüklerimizi uzun vadede korumak için önce güvenliğe ve demokrasi düşmanlarını ortadan kaldırmaya ihtiyacımız var. Bu acil öncelik ise kısa vadede özgürlüklerimizin bir kısmından feragat etmeyi gerektiriyor.” Daha önce bu köşede “Kirli Eller” metaforuyla bahsettiğim açmaz.

Mahçupyan’ın obskürantizmine girerek bunu açalım. Şık ve Şener’in bireysel özgürlükleri meselesi, hükümetin oportünist yaklaşımı ve polis-yargı disipliner kompleksinin usulsüzlükleri, Mahçupyan’ın kozmolojisinin bir parçası olamıyorlar. Daha doğrusu, tartışmanın, teorik olarak negatif özgürlükçü liberalizmin sorun alanına girebilecek bu kısımları özenle ayıklanıyor.

Nasıl? Yazıları boyunca Mahçupyan, Şık ve Şener tutuklamalarını bir terörle mücadele savcısı titizliği ile, birbirini tamamlayan iki argüman kullanarak “bireysel özgürlük ihlâli” dairesinden uzaklaştırıyor:

Birincisi: Doksozofumuza göre, Şık ve Şener geçmişte ne kadar Ergenekon davasını desteklemiş, askeri vesayete karşı başarılı gazetecilik örnekleri sergilemiş olsalar da, tutuklanmalarının sebebi gazetecilik değildir. Mahçupyan’ın tabiriyle, “ideolojik aktivizm” yaptıklarına dair güçlü kanıtlar vardır (bu sözüm onu “kanıtların” karşı argümanlarla yanlışlanmış olması da obskürantizme kurban gider). Yani Savcılık basın özgürlüğünü kısıtlamıyor, onları “tehlikeli” düşünceleri var diye içeri almıyor. Mahçupyan 12 yazısında tek bir kez bile doğrudan ifade etmemiş ama ben edeyim: Terörist oldukları suçlamasıyla içeri alıyor. Liberal-legalist tefsire bu şekilde uyarlanabilir: Bush-Obama eksenindeki “özgürlük ve demokrasi” mücadelesinden biliyoruz ki, teröristin bireysel özgürlüğü tartışma meselesi olmaz.

Buradan da zaten, Mahçupyan’ın 9 Mart’ta başlayıp 5 Mayıs’taki yazısına kadar 11 yazıda 16 kere tekrar ettiği “Post-Ergenekon” argümanına geçiyoruz. Akıl yürütme zinciri şu: Şık ve Şener devlet şiddetinin mağduru değil. Bu iki gazeteci, ETÖ’nün davadan az zararla çıkma, bunun için AKP’yi yıpratma, ETÖ sanıklarını mağdur gösterme, Gülen Cemaati’ni “asıl derin devlet” olarak lanse edip hedef şaşırtma operasyonunun işbirlikçisi. Daha 6 Mart’taki ilk yazısında (“çatışmanın tarafı olarak işlevselleştiler” gibi zorlama bir ifadeyle) Mahçupyan hükmü vermişti. Ahmet İnsel üstüne varınca, “savcının ikna olduğu tez bu, bana da bu kavrayışı yorumlamak düşer” savunması yapmış. Sanırım konumdaş olduğu demokratların, kendi itibarını zedelediğini düşünerek tepki veriyor Mahçupyan. Ama obskürantist legalizmini bir katman soyduğumuzda, altından “Şık ve Şener ETÖ’nün post-Ergenekon operasyonu işbirlikçisidir” yargısı çıkıyor.

Yazılar boyunca tekrarlanan bir başka anahtar kalıp: “Davayı sulandırmayalım, itibarsızlaştırmayalım”. Bu sebeple polis-yargı tertibâtının Mahçupyan’ın da teslim ettiği işleyiş sorunları, negatif özgürlük ilkesini çiğneyici olsalar bile, önemsenmiyor. Terörist Şık ve Şener, ETÖ’nün davayı itibarsızlaştırma planının bir parçası, o yüzden haklarında duygusal davranmak ve tutuklanmalarını eleştirmek, davayı itibarsızlaştırmak demek.

Mahçupyan bu sebeple “bizim mahalle” içindeki demokratların bu oyuna gelmemesi gerektiği ikazını yapmıştı 10 Nisan’daki yazısında. Ali Bayramoğlu ve Ahmet İnsel gibi “laik asabiyet tuzağına düşenlere” laflar hazırlamıştı, 1 Mayıs-5 Mayıs arasında yazdığı 3 yazıda azarlamayı sürdürdü. Retoriğin özü şu: ETÖ’nün ekmeğine yağ sürmemek için, polisin yaklaşımı, yargı sürecinin sorunları vs hakkındaki eleştirilerimizi kendimize saklayalım.

Mahçupyan’ın “hukukun üstünlüğü” ve “adil yargılanma” ilkelerini berbat bir pragmatizmin filtresinden geçirdiğini söyleyebiliriz. Sıkı sıkı sarıldığı legalizm, aslında liberalizmine ihanet ediyor – Anayasa’nın 38. Maddesi’ni görmezden geliyor: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” İyi bir liberale yakışır biçimde bu ilkenin arkasında durmak yerine, tüm yazıları boyunca kılı kırk yaran argüman oyunlarıyla “suçsuz olduklarını bilemeyiz” diyor. Benim bu retorikten çıkardığım sonuç açık: Mahçupyan, Şık ve Şener’in terörist olduklarına dair iftiranın, “davayı sulandırmamak için”, doğru olduğuna ikna olmuş çoktan. Daha İmamın Ordusu ortaya çıkmadan, kitabın adı hakkında komplo teorilerine yaraşır ezoterik yargılar üretmişti.

Demokrasi omleti için birkaç yumurtanın kırılması gerektiğine, bunun polis-yargı kompleksindeki otoriter arızaların önüne geçtiğine inanmak, bir fanatiğin, köktencinin akıl yürütme biçimini andırıyor. Bu sabitfikir, obskürantizmden beslenmek zorunda, çünkü inancı yanlışlayacak argümanları karartmak, ortodoksun en kadim taktiği. Mahçupyan’ın absürd, anlaşılması zor retorik manevralarına birkaç örnek verelim:

“Şener ve Şık, bu çizgiyi aştılar mı bilemeyiz. Ancak aşmadıklarından emin olmak da pek gerçekçi ve sağlam bir konuma işaret etmiyor.” (9 Mart)

“Bu kişilerin iyi gazeteci olmaları, son bağlantılarının uzantısı olarak ürettikleri metinlerin 'gazetecilik' faaliyeti sayılmalarını garanti etmiyor.” (10 Mart)

“Bunların da suç sayılmaması gerektiğini savunmak mümkün... Ama bunların suç olmadıklarını savunmak caiz değil.” (30 Mart)

“Yasaların ve yargı mekanizmasının aksaklıkları bir kişinin suçlanmaması gerektiği argümanını yapmamızı sağlasa da, onun suç isnat edilen eylemi yapmadığını söylememize imkân vermez.” (1 Mayıs)

Soğukkanlılığı bir an terk edip, ünlemek isterim: Pes!

Dahası, Mahçupyan şunları da cehâleti taraftarlığının karanlığına gömdü: Kitabın içeriği ile ilglenmedi; Şık’ın Express’in Nisan sayısındaki mektubunda yaptığı açıklamalara kulağını tıkadı; gazetecilerin adil yargılanma haklarının zedelenmiş oluşunu tartışma dışı bıraktı.

Tüm bu sinyaller, Zaman, Taraf, Sabah, Bugün vd gazetelerin sayfalarında sıkça karşılaştığımız “demokrat” kanaat üretim tarzı hakkında öğretici. Mahçupyan’ın şu ya da bu kişisel özelliğini aşan yatkınlıklara işaret ediyorlar. Bu yatkınlıkların kötü pragmatizm olduğunu söyledim, ama liberalizmin bozunuma uğratılmış bir türüne ait olduklarını düşünmüyorum. Tersine, liberal-demokratik konumlara, özellikle de bireyselciliğin anti-komünist, negatif-özgürlükçü yorumlarına tebelleş olmuş 200 yıllık açmazları eleveriyorlar.