Diziye gardımız düşük yakalandık açıkcası. Eminim pek çok kişide liseye veya üniversiteye dönme ve her şeyi yeniden yapma hissi uyandı

Zümreye ait olmadan kendini temsil edenler

Bir romanın sinemaya aktarımındaki problemlerin hemen hiçbirine ‘Normal People’ dizisinde rastlamıyoruz. Hulu ve BBC ortak dizisi olan Normal People Sally Rooney’nin aynı isimli romanından uyarlanmış. Ne yazarı ne de kitabını duymuştum, bestsellerları anında takip ettiğimi söyleyemem. Ama bu adaptasyon meselelerinde en merak ettiğim şeyler, buna neden gerek duyulduğu ve kitaba yani yazara ne kadar sadık kalındığı olduğundan dizi biter bitmez okudum.

Görüntü ve biçiminin doğru kurulduğu bu uyarlama, en az romanın edebiliği kadar edebilik barındırmakta. Buradan, romanın yönetmen ve yaratıcıları tarafından sadece faydalanılacak bir kaynak olarak görülmemiş olduğu çıkarımında bulunabiliriz. Dizinin ilk 6 bölümünü çeken yönetmen Lenny Abrahamson, görsel ve duyusal anlamda her şeyi oturttuktan sonra son 6 bölümünü Hettie McDonald’a teslim etmiş. Gevşek yani gergin olmayan çekimlerle natürel bir atmosfer yakalayan dizi, karakterler her nereye giderse, her ne yaparsa sizin de onlarla yürüdüğünüzü, baktığınızı, dokunduğunuzu hissettiriyor; Trinity’nin bahçesinde sigara içiyor, Dublin sokaklarında salınıyor, İrlanda’nın kuzeybatı coğrafyasında yabani otlar arasında geziniyorsunuz. Marienne, Connell’in boynundaki altın kolyesine baktığında siz de bakıyorsunuz. Connel, Marienne’e bir şey sorduğunda yanakları kızardığında, o ısıyı siz de hissediyorsunuz.

zumreye-ait-olmadan-kendini-temsil-edenler-732112-1.

HEMEN HERKESİN BÜYÜRKEN YAŞADIĞI DİLEMMALAR

İrlanda’nın küçük bir şehrinde başlayan hikâyede aynı lisede okuyan Connell ve Marianne arasında geçen aşk daha doğrusu bir hayat hikayesi bu. Connell lisenin popüler futbolcu-öğrencisi, oldukça yakışıklı, çekici birisi, tüm yüzeysel özelliklerinin haricinde aslında oldukça zeki, duyarlı ve çevresindeki arkadaşlarından daha derin ve doğru birisi. Marianne ise lisenin sevilmeyeni, dışlananı, dalga geçileni çünkü onlar için fazla egosantrik, fazla hazır cevap, sivri dilli ve fazla zeki. Connel’ın annesi Marienne’in ailesine temizliğe giden gündelikçi. Marienne’in annesi ise avukat, aşırı soğuk ve mesafeli.

Karakter ve sınıf farkları hemen kendini ele veriyor zaten hikâyede. Şunu araya eklemek isterim bu genç ikilinin arasındaki sınıf farkının ilişkilerinin dinamiğine etkisini Marienne’in ileriki bölümlere kadar fark etmemiş olması çok tuhaf geldi.

Bu ikili lise yıllarında yoğun bir çekim ile arkadaşlık ve cinsellik içeren yoğun bir ilişkiye başlıyorlar ve bunu herkesten saklıyarak devam ettiriyorlar. Ardından bu ikilinin hayatlarının Trinity College bölümlerine şahit oluyoruz. Toplumla olan ilişkiler, statüler, sahip oldukları karakteri törpüleyerek veya gizleyerek gruba dahil olma halleri, aşklar, inkarlar, egolar, özgürleşme savaşı verirken başka şeylere hapsolma halleri, karar verme zorlukları, yani hayatın içinde normal hayatlar süren hemen herkesin büyürken yaşadığı dilemmaları izliyoruz bu ikili eşliğinde.

zumreye-ait-olmadan-kendini-temsil-edenler-732111-1.BUGÜNÜN TOPLUMU İÇİN BİR AYNA

Üniversitede edebiyat okuyan işçi sınıfından Connell’in kültürün, entellektüelliğin belli bir sınıfa aitmişçesine nobranlaşmasına karşı belli bir zümreye ait olmayan olarak kendini temsil etmesi. Aile içi psikolojik ve belki fiziksel şiddeti görerek büyümüş olan, lisede hor görülürken üniversite ortamında yıldızlaşıp, ayrıcalıklı hayatını sürmeye başladığında Marienne’in içinde bastırdığı çarpık suçluluk duygusunu cinsel öz şiddete dönüştürmesi. Bu katmanlarla dizi, ciddi iletişim sorunu yaşayan bugünün toplumu için bir ayna tutma görevi de üstlenmekte. Ayrıca üniversite bölümünlerinde neo-Nazi öğrenciler, Suriye gibi siyasal tartışmaları da sunan dizi gençler dünyasından çağdaş bir okumalar da yapmakta.

EN İYİ ROMAN UYARLAMALARINDAN BİRİ

Roman ve dizi arasındaki, kitapta lise bölümünün daha çok yer tutması, kronolojik ilerlememesi, Peggy’nin daha önemli bir karakter olması, hikâyenin daha muğlak bir şekilde noktalanması gibi bazı farklılıklar olsa da benim televizyonda gördüğüm en iyi roman uyarlamalarından oldu ‘Normal People’. Dizinin senaristleri arasında, Lady Macbeth (2016) filminin yazarı Alice Birch ile İrlandalı oyun yazarı Mark O’Rowe’un ve esas önemlisi romanın yazarının olması, bu başarıda büyük etken oluşturmuş. Olabilecek en doğru oyuncu seçimleri sayesinde Daisy Edgar-Jones (Marianne) ve Paul Mescal (Connell) adeta yazar Rooney’nin hayal ettirdiği roman karakterleri gibi hayat bulmuş. Ayrılsalar da sürekli birbirlerine geri dönen Marianne ile Connell ikilisi arasında gelişen özel ilişki dinamiği ve onları çevreleyen her şey sayesinde, kendimizi kendi hayatımız üzerine düşündürürken bulduk. Diziye gardımız düşük yakalandık açıkçası. Eminim pek çok kişide liseye veya üniversiteye dönme ve her şeyi yeniden yapma hissi uyandı. Özellikle kameranın öznelleşip sahnelerin diyalogsuzlaştığı anlar insana düşünmek hissetmek için o kadar alan açınca afalladık yer yer izlerken, kendimiz, hayallerimiz, aşklarımız, geçmiş ile ilgili hülyalara saldık bir nebze...