Şu liberallik furyası çıkmadan önce “sivil toplum” teorileri revaçtaydı…

Şu liberallik furyası çıkmadan önce “sivil toplum” teorileri revaçtaydı…

12 Eylülün yarattığı travma ve insanların  düzene muhalefetten çekindiği bir ortamda, düzeni ürkütmeden ve çaktırmadan bir şeyler yapılabileceğinin teorileri üretilmekteydi.

Biraz da karikatürleştirerek özetlersek; bu teoriyi savunanlar, “efendim bu iş devrimcilikle filan olmuyor, önce sivil toplum güçlensin, öyle güçlensin ki devleti kuşatsın ve böylece demokrasi hasıl olsun” mealinde şeyler söyler ve bu lafızlarına illa ki Gramsci ile tüy dikerlerdi.

Madem sivil toplum müdahalesiyle devlet demokratikleştirilebilir, “kötü devlet” yerine “iyi devlet” geçebilirdi, bakın işte şimdi olup bitenler tamamen bundan ibaretti: Sivil toplum, yani sivil cemiyet yerine, sivil cemaat güçlendi, önce CEMAAT ÖZELLİKLERİ CEMİYET ÖZELLİKLERİ HALİNE GETİRİLDİ ve devleti kuşattı ve nihayet ele geçirdi.

Böylece sivil toplum teorisi ispatlandı! Bu yüzden “Çevre, merkez’e el koydu” çığlıklarını rahatlıkla atıyorlar. Ve artık sivil toplum teorisyenleri bu yüzden yandaş filan değil, bizzat iktidar unsuru oldular. Katiyetle, “Bu memlekete sosyalizm lazımsa onu da cemaat ve AKP getirir” inancındalar. Zaten bu yüzden solcuğu ve sosyalizmi yeniden tanımlama ihtiyacı dahi duymaktalar.

“Yeni” en kutsal sözcük. Eski devlet yerine yeni devlet… Eski kapitalizm yerine yeni kapitalizm. Şimdi bu ikinci cümledeki “yeni” uğruna mücadeleye soyundular.

Ama kardeşim bu ayan beyan sermaye ile sermaye arasındaki bir kavgaymış! Bu kavgada sırf “yeni” diye sermayenin bir tarafını, yani YİNE sermaye tarafını tuttuklarından dolayı, çevirdikleri Karl Marx kitapları filan ellerinde sadece birer muska olarak kalacakmış… Boş verin bunları, bunlar “arkaik” düşünceler…

BirGün Pazar ekinde bu konuda girizgah yazıları yayınlandı, ayrıntısına girmeden devam edebilirim. Artık her şeyin yerli yerine oturduğu bir düzleme girmekteyiz. Çünkü sermayenin bir kesiminin sermayenin diğer kesimine karşı sürdürdüğü sınıf içi mücadele, öyle demokrasi, insan hakları, kimlik mücadelesi, özgürlük havarilikleriyle geçiştirilebilecek bir mevzu değil…

Sadece şunu bilmek yeterli: Bu çatışmalarda ya Spartaküs’ten yana olacaksın ya Sezar’dan… Ya emekten yana olacaksın ya sermayeden… Sezar’dan yana olup kölelerin özgürlüğünü, sermayeden yana olup ücretli kölelerin sömürüye karşı mücadelesini savunamazsın.

Sermayeyi topyekun karşına almadığında, TÜSİAD’a posta koyup MÜSİAD’dan yana olduğunda, hak ettiğin sıfat, sermayenin herhangi bir kesimine “yandaş” olmanın da ötesinde, tek kelimeyle sermaye uşaklığıdır.

Neyse ki olup bitenler, bütün karmaşası içinde epey sade bir yön de taşıyor: Laik burjuvazinin mason locaları var idiyse bunların da cemaatleri var. Ve ortak kaygıları, aç insanlara tok olduklarını, karınlarının kendileri sayesinde doyduğunu belletmek.

İşte buna ideolojik hegemonya diyoruz ve öncelikle bu hegemonyayı yıkmak için çaba sarf ettiğimiz ölçüde solculuk adını hak edebiliyoruz.

Çünkü TÜSİAD yerine MÜSİAD’ın öne çıktığı düzende aslında değişen bir şey yok. Yani devletin asli sahibi şimdi de MÜSİAD patronları olacaksa… İdeolojik hegemonya da yeni parametreleriyle sürdürülecek... Özgürlük, türban takabilmekten ibaretse, Türkiye özgürleşmeyecek. Demokratikleşme, yüzde 58 ile görüldüğü üzere daha fazla muhafazakarlaşmaktan ibaretse, din adamları da elbette kanaat önderi ilan edilebilecek.

Öte yandan böyle “özgürleşen” ve böyle “demokratikleşen” bir ülkede, devrimci mücadele daha da keskinleşecek. Cemaat üyelerinin gözü önünde cemaat şeyhlerinin göbekleri şiştikçe, yani zengin Müslüman patron ile yoksul Müslüman emekçi arasındaki fark, zengin TÜSİAD üyesi patron ile yoksul sendika üyesi emekçi arasındaki farkın yer aldığı aynı zemine oturdukça, sınıf bilincinin yeşermesi imkanları elbette sürecek.

Tamam. Bin bir dereden su getirip AKP’yi siyaseten “yoksulların temsilcisi” diye yutturabiliyorlardı. Peki şimdi MÜSİAD’ı nasıl yutturacaklar?

İşte bu sorunun cevabını da Ahmet Altan şöyle verdi:

 “Bugün onlar (Anadolu zenginleri) adına AKP hesaplaşıyor ‘eski’ güçlülerle. Hepsini de teker teker yeniyor. Eskiden başbakanları aşağılayan medyaya bakın, eskiden başbakanları deviren TÜSİAD’a bakın, eskiden başbakanları azarlayan orduya bakın, eskiden başbakanları korkutan yargıya bakın. Hepsi AKP karşısında yenildi. Net zaferler kazandı AKP.”

Kimin adına kazandı? Elbette MÜSİAD ve neo-liberalizm adına!

Ben demedim, Ahmet Altan dedi.

Yani bu yazının başlığı tecelli etti.