Kaçıncı kez ama, yazma zorunluğunu duymam yine bu konuyu. Emre Kongar’dan alıntı yapmak, işimi kolaylaştıracak sanki bu kez: “McCarthy, 1950’li yıllarda Amerika’da yaşanan cadı avının sorumlusu olan politikacıdır… FBI’ın ve medyanın da yardımıyla, pek çok kişinin hayatını karartmış, birçok profesörün, sanatçının kariyerini mahvetmiş ve hatta intiharlara neden olmuştur. McCarthyizm, demokratik bir ülkede siyaseti, devlet mekanizmasını ve medyayı kullanarak çamur atma, karalama yoluyla insanları haksız yere itham eden ve suçsuzları cezalandıran, toplumun temel hak ve özgürlüklerini zedeleyen, demokrasiyi istismar ederek bütün toplumu baskı altına alan antidemokratik bir uygulamanın adıdır… Komünizm karşıtlığı ve demokrasi koruyuculuğu maskesi altında, insanların nasıl baskı altına alındığının tipik bir örneğini oluşturduğu için önemlidir… Olayın merkezinde üç isim yer almaktadır. Politikacı: Joseph McCarthy, FBI’ın Başkanı: J.Edgar Hoover, politikacılarla iç içe bir gazeteci: Jack Anderson… Bütün toplumu boyunduruk altına almasının ve pek çok kişinin hayatını söndürebilmesinin ardındaki güç de bu üçlünün ittifak ederek yarattığı kamuoyu ortamından gelmektedir… Siyaset, istihbarat ve medya! Hele bunlara bir de yargıyı eklerseniz... McCarthy, bizzat yönettiği Senato soruşturmalarında, solcuların ancak arkadaşlarını ihbar ettikleri takdirde arınacaklarını söyleyerek ifade verenleri büyük bir baskı altına aldı… Pek çok ünlü baskıya boyun eğerek muhbirliği kabul etti. Bertolt Brecht, Charlie Chaplin, Arthur Miller, Orson Welles, Pete Seeger, Joseph Losey, Paul Robeson gibi ünlüler ise, baskıya boyun eğmedi, ya işini kaybetti ya Avrupa’ya göç etti… McCarthy kendisine karşı çıkan, eleştiren herkesi ya komünist olmakla ya da komünistlere destek vermekle suçluyordu… Charlie Chaplin, anılarında hayatında hiç komünist olmadığını belirtmesine karşın, ‘Komünist olmak en doğal hakkımdır’ demişti…

Özetlemeye çalıştığım Kongar’ın yazısının girişini sona taşıyorum: “Günümüz dünyasında ve Türkiyesi’nde olup bitenleri anlamak için modellere, örneklere gereksinmemiz vardır. Tarih ve toplumbilim bize böyle modeller sağlar.”
McCarthy’nin öncülüğünde sürdürülen ‘cadı avı’nın benzeri yıllardır Türkiye’de yaşanmıyor mu? RTE yönetimindeki siyasal erk her uğraşta hazırladığı dizelgelerle(listelerle) örneğin kendinden olmayan sanatçılara, yazarlara, gazetecilere elinden gelen kötülüğü yapmıyor mu?! Gözde düşmanlardan kimi oyuncular ‘tweet’ attı diye onları işsiz bırakmaya çalışmıyor mu?.. ‘Devlet desteği’nin kapılarını onlara kapatmıyor mu?..

McCarthy’nin ölümü üzerine Ali Cengizkan’ın çevirisiyle Nicolas Guillen’in yazdığı şiirin sonları şöyle:
“Burada yatıyor Senatör McKöpek/ ulumalardan yatağı üzerinde, ölü/ dört gangster dikizliyor onu/ burada yatıyor Senatör McGangster/ köpekten yatağı üzerinde, ölü/ dört kurşun dikizliyor onu/ burada yatıyor Senatör McKurşun/ haykırışlardan yatağı üzerinde, ölü/ dört balgam dikizlemekte onu/ Carthy McCarthy/ Burada yatıyor senatör McBomba / hakaretlerden yatağı üzerinde, ölü/ dört domuz dikizliyor onu/ burada yatıyor Senatör McDomuz/ bombalardan yatağı üzerinde, ölü/ dört dil dikizliyor onu/ burada yatıyor Senatör McDil/ Domuzlardan yatağı üzerinde, ölü/ dört yılan dikizliyor onu/ burada yatıyor Senatör McYılan/ dillerden yatağı üzerinde, ölü/ dört baykuş dikizlemekte onu/ Carthy McCarthy/

Burada yatıyor Senatör McCarthy/ McCarthy’nin ölüsü/ ölü McCarthy/ ölü ve dahi ölü/ âmin.”Bu hayırlı bir dua sonu âmin’i değil, ilenme; hani: “Geberdi pislik, sonsuza dek!” anlamında. Âmin!..