1908 ve 1923’ün gösterdiği şudur ki, özgürlükçü siyasal iklim ile işçi sınıfı mücadelesi arasında hep pozitif bir ilişki mevcut iken, siyasal rejimin karakterinin belirlenmesi söz konusu olduğunda işçi sınıfı hareketi hep etkisiz kalmıştır.

1 Mayıs 2023 Türkiye’si: Yüz yıllık muhasebe
Fotoğraf: DepoPhotos

Osmanlı idaresi altında kayıtlara düşen ilk 1 Mayıs gösterisi 1909’da Üsküp’te gerçekleşir. II. Enternasyonal’in 1890’da 8 saatlik işgünü talebiyle dünya proletaryasına yaptığı eylem çağrısına 19 yıl sonra Osmanlı topraklarından verilen yanıt, “hürriyet, adalet, eşitlik” talebi ile 30 yıllık İstibdat rejimine son veren 1908 Jön Türk Devriminden bağımsız değildir.  

Profesör Alpaslan Işıklı’nın sözleri ile “1908’de birbirini izleyen grevler ‘yalnızca tahammülsüz iş şartlarının bir tepkisi olarak değil,’ Manastır’da başlayan meşrutiyetçi hareketi tamamlayan tezahürler” olarak ortaya çıkmıştır.

Osmanlı işçi sınıfı Saray İstibdadının yıkılmasında rol oynayan faktörlerden biri olarak tarih sahnesine adımını atmıştır. Vasıflı-vasıfsız, gayrimüslim-Müslim şeklindeki farklılıkların ortak mücadeleye engel teşkil etmediği yıllar kısa sürmüş, birbirini izleyen Balkan (1912) ve I. Dünya Savaşı (1914) ile birlikte Osmanlı işçi sınıfı tümüyle çözülmüştür. 

İşçilerin bir sınıf olarak yeniden bu topraklarda belirmesi işgal yıllarına rastlar. Nitekim ilk kitlesel kutlama, 1 Mayıs 1921'de, işgal kuvvetlerinin engelleme çabalarına rağmen gerçekleşmiştir. Şirket-i Hayriye, Tramvay Kumpanyası ve Haliç Tersanesi gibi işletmelerde çalışan işçiler iş bırakmış, Türkiye Sosyalist Fırkası genel merkezinde bando Enternasyonal'i çalmış, yürüyüşler düzenlenmiştir. Bir yıl sonraki 1 Mayıs’ta işgal karşıtlığı ve Anadolu’daki milli mücadele ile dayanışma motifleri çok daha belirgindir. 

Tam yüz yıl önceki 1 Mayıs’a gelince… 1 Mayıs 1923’de antiemperyalist savaş sonuçlanmış, saltanat kaldırılmış ama henüz Cumhuriyet ilan edilmemiştir. İkdam gazetesi, 1 Mayıs 1923 günü İstanbul Sultanahmet'te göğüslerine kırmızı kurdeleler takan “ameleler ve muhtelif zevatın iştirak” ettiği kalabalıktan söz eder; bu gösteride Enternasyonal dahil çeşitli işçi marşları çalınmış, Mustafa Kemal Paşa ve III. Enternasyonal’e birer telgraf çekilmiştir. Mustafa Kemal’i “milyonlarca insanı esaretten kurtararak siyasi hürriyet bahşeden Türkiye halk ihtilalinin reisi” olarak selamlayan 1 Mayıs heyeti, “iktisadi esaretten” kurtulma ümitlerini de dile getirmiştir. 

1908 ve 1923’ün gösterdiği şudur ki, özgürlükçü siyasal iklim ile işçi sınıfı mücadelesi arasında hep pozitif bir ilişki mevcut iken, siyasal rejimin karakterinin belirlenmesi söz konusu olduğunda işçi sınıfı hareketi hep etkisiz kalmıştır. Siyasal iklimin özgürlükçü yönelimi ile güçlü etkileşime sahip olup, siyasal rejimin karakteri üzerinde etkisiz kalmak, sadece Kurtuluş ve Kuruluş süreci ile sınırlı olmayıp, Cumhuriyetin ilk yüz yılı bakımından Türkiye işçi sınıfı hareketinin en belirgin karakteristiği olagelmiştir. Bunun nedenleri üzerine düşünerek işçi sınıfının siyasal eylemiyle tayin edici bir tarihsel özne haline gelmesinin teorik-pratik yanıtlarını üretmek, Cumhuriyetin ikinci yüzyılını şekillendirme mücadelesinin yaşandığı günümüzde en acil mesele olarak görülmelidir.   

Burada sözü edilen pratik-politik yanıt arayışının odağında işçi sınıfının siyasal eylemi olacağı açıktır. Bu ise bizi işçi sınıfının örgütlenme ve mücadele kapasitesi ile işçi sınıfı sosyalizmi akımının eleştirel değerlendirmesine taşımak durumundadır. Sınıflar mücadelesine analiz önceliği verilerek girişilecek bu değerlendirme için kimi notlar şimdiden düşülebilir.  

Okumakta olduğunuzu umduğum bu satırlar 1 Mayıs için kaleme alındı, 130 yılı aşan tarihsel arka planı ile 1 Mayıs olgusu, işçi sınıfının siyasal eylemi hakkında düşünmek için muazzam fikrî olanaklar sunuyor. Zira 1 Mayıs tarihselliği; işçi sınıfının temel yönelimi, uluslararasılaşma kapasitesi, somut-güncel dertlerin devrimcileşme potansiyeli ve göğüslemek durumunda kaldığı karşıdevrim stratejileri gibi başlıklar bakımından son derece zengin bir laboratuvar ortamı sunmaktadır. O halde başlayalım…

• İyi bilindiği gibi 1 Mayıs, işçi sınıfının 8 saatlik işgünü mücadelesinin bir ürünüdür. Bu mücadele bize işçi sınıfının işçi birey ve kolektif emek olarak da temel yönelimini işaret etmektedir. Başta üretken kapasitesi olarak emek-gücünü ve ardından varlığını metalaştırarak gerçek tahakkümü altına alma yönünde hareket eden sermaye sınıfı karşısında işçi sınıfı, varlığını ve emek-gücünü meta-dışına çıkarma eğilimindedir.

Dolayısıyla emek-gücü metalaştırılmış metadır ve her an ve şart altında meta-dışına çıkma kapasitesine sahiptir. Emek ve sermaye arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın sınıflar mücadelesi arenasındaki tezahürü, emeğin meta biçiminde ete kemiğe bürünmektedir.

• 1890 1 Mayısında dünya proletaryasına mücadele çağrısı yapan II. Enternasyonalin 400 delegesinden hiçbiri, bunun her yıl tekrarlanacak bir ritüele dönüşeceğini bilmiyordu. Bunu sağlayan salt örgüt iradesi değil, kapitalizmin mülksüzleşmiş ücretli üreticileri olan işçilerin nesnel karakteri olmuştur.

• 1 Mayıs zamanları, işçi sınıfı hareketi bakımından, kendi günlük ve acil taleplerinin, toplumun tamamının talepleri olduğu hakikatini görünür kılma zamanları olmuştur. Sermaye sınıfı kendi bencil çıkarını ulusun/toplumun çıkarı olarak genelleştirirken, bu mimariyi dağıtacak olan, kendisini ulus olarak örgütleyebilecek olan da işçi sınıfıdır. 

• Sermayenin 1 Mayıs karşıtı stratejisinin esası, sınıflar mücadelesinin; sınıf, ulus ve uluslararası düzeyleri arasındaki birbirini besleyen akışkanlığı kesmeye dönük olmuştur. Ulus-devletlerin yerleşiklik kazandığı geçtiğimiz iki asırda, ulusu sınıfa, uluslararası olanı, ulusa ve sınıfa karşı konumlandıran sermaye stratejisi işlemiş, örneğin 1 Mayıs, milli birliği bozucu dış nifakların, hür dünyayı yok etmek isteyen komünist bloğun gösteri zamanı olarak damgalanmış birçok yerde uzun yıllar yasadışı ilan edilmiştir. Bu damgalamanın kalkması ancak 1990’da mümkün olabilmiş, 1 Mayıs bu tarihten itibaren Birleşmiş Milletler onaylı bir gün hüviyetine kavuşabilmiştir. 

• Ülkemiz siyasal rejim sütunlarının yeniden tanımlanma mücadelesi içindedir. 14 Mayıs 2023 seçimleri bu mücadelenin oligarşik-monarkların elinde bir bilinmeze mi, yoksa şimdilik parlamenter temsile dayalı Cumhuriyete mi yöneleceğini gösteren önemli bir aşaması olacaktır. 

• 2022 verilerine göre istihdam edilen 30 milyonu aşkın nüfusun %70,5 ücretli işçidir, bu oranın 1990’da %40, 2000’de %50 nispetinde olduğu hatırda tutulmalıdır. Günümüzde artık Türkiye toplumunun üretken faaliyetinin tamamına yakını işçi sınıfının omuzlarındadır. İşçi sınıfının birleşik çıkarını, toplumun/ulusun ortak çıkarı olarak örgütlemek bakımından nesnel koşullar ancak bu kadar uygun olabilir. O halde gözler işçi sınıfını birleşik hareketinin olanaklarına çevrilmelidir. Türkiye Cumhuriyetinin, bağımsız ve demokratik bir politik toplum inşasının yegâne kaynağı buradadır. 

• Türkiye’de işçi sendikaları, istihdam biçimlerindeki farklılıkları sınıf içi eşitsizliklere dönüştürerek derinleştiren bir geleneğe sahiptir. Bu geleneğin işçi temsili bakımından %10’ların altına doğru gerilemesi, kaçınılmazdır. İşçiyi ücretli üyeye indirgeyen ve onun üretici kimliğini asla ön plana çıkarmayan, üstelik de sınıf içi ayrımlara yaslanan bu gelenek, tabelasına rağmen fiilen işverenin paralel insan kaynakları departmanına dönüşmüş durumdadır. 

• Sosyalist parti ve akımlara duyurulur ki istihdam biçimleri ve iş süreçleri ile farklılaşan işçi sınıfı, istihdam kalıbının güvencesiz karakteri nedeniyle, kapitalizm tarihinde hiç olmadığı kadar türdeş bir sınıf haline de gelmiş durumdadır. Birleşik bir sınıf hareketinin inşası için iki geleneksel yanlış terk edilmelidir: Bunlardan ilki, işçi sınıfı içi farklılıkları, anahtar sektör işçileri lehine bastıran örgüt stratejisidir. Diğeriyse sınıf içi farklılığa hiyerarşik güç ilişkisi de empoze ederek sendikacılığı “işçi-aristokrasisi” örgütüne dönüştüren çizgidir. İşçi sınıfı içi farklılıkları, eşitsizliğe evrilmeyecek düzeyde tanıyan örgütlenmeler, etkin bir koordinasyon merkezi işlevi ile sermaye karşısında birleşik yapı tesis edebilirler. Bunun örgütsel ilkesi, üretim noktasındaki kolektif iradenin belirleyiciliğidir. İşçi sınıfı kendisini doğrudan demokrasi ilkesi ile örgütleyebildiği ölçüde, bunu politik toplumun da örgütleyici ilkesi kılabilecektir.