Deprem bölgesinde yıkılan binaların enkaz kaldırma ve depolama sürecine ilişkin endişeler artarken, iktidar konuya ilgisiz kalmaya devam ediyor. Hızla bina inşa etme telaşına giren iktidarın bu kayıtsızlığı ile depremin bölgede yarattığı yıkımın şiddetini artırması ise ne yazık ki kaçınılmaz görünüyor.

Tarım arazilerine, sulak alanlara, dere yataklarına, zeytinliklere dökülen hafriyatlar yüzde yüz kanserojen olduğu bilinen asbest gibi, cıva gibi, kurşun gibi birçok tehlikeli kimyasal barındırıyor. Konunun ciddiyetini vurgulamak bakımından özellikle asbesti irdelemek gerektiğini düşünüyorum. Zira Dünya Sağlık Örgütü ve Uluslararası Kanser Araştırma Örgütü asbesti birinci sınıf kanserojen olarak niteliyor. Bu nedenle de zaten ülkemizde kullanımı 2010 yılında yasaklandı.

Fakat tüm kentlerimiz gibi deprem bölgesinde de 2010 yılı öncesi yapılan yapılarda yoğun olarak kullanıldığı biliniyor. Öyle ki LÖSEV kurucusu onkolog Dr. Üstün Ezer deprem bölgesindeki asbestin “10 Çernobil”e, “100 Brezilya gemisi”ne bedel olduğunu söylüyor. Böylesi bir ölçekte diğer tehlikeli maddelerin de ciddi etkileri olacağı ise şüphesiz. Ve tam da bu sebeple de enkazın kaldırılması ve depolanması işlemlerinde kayıtsız, ilgisiz değil, bilhassa özenli, dikkatli hareket edilmesi gerekli.

***

Geçtiğimiz günlerde de aralarında kent, ekoloji, hayvan hakları hareketleri meslek örgütleri ile sendikaların da bulunduğu 77 kurum bu duruma karşı bir açıklama yayınlamıştı. “Depremin ilk anından itibaren meslek odalarının, STK’ların ve ekoloji örgütlerinin sürekli uyarıda bulunduğu rastgele hafriyat dökümü ve asbest tehlikesi artık halk sağlığını, bütünüyle ekosistemi doğrudan tehdit eder bir hale gelmiştir.” denilerek seçimin yaklaşmasıyla birlikte hızlanan enkaz kaldırma çalışmalarında çalışan işçiler için gerekli koruyucu giysi ve maske gibi ekipmanların eksik olduğuna dikkat çekmiş, gelişigüzel bertaraf işleminin işçilerin yanı sıra çevrede bulunan insanlar ile ekosistem için taşıdığı riskler bakımından uyarılarda bulunmuşlardı.

Bu uyarı ilk ve tek de değildi, kulak asılmayan onlarcasından biriydi! Ama hiçbiri fayda etmedi ve sorun giderek derinleşti. Bunların gıdamıza, havamıza, suyumuza karışması ile ortaya çıkardığı risk yaygınlaşıyor. Depremzedeler başta olmak üzere bölgedeki tüm canlılar ve bu bölgede yetişen ürünlerden beslenecek olan hepimiz için yaşamsal bir tehdide göz göre göre geçit veriliyor.

***

Halbuki rant uğruna yerle bir olan kentlerde eldeki tüm imkanların seferber edilmesi ve yeni bir hayatı en iyi şekilde kurmayı sağlayacak koşulların oluşturulması gerekirdi. Yaşamdan yana bir iktidar olsa böyle olabilirdi. Ancak gördüğümüz tablo bundan çok uzak. Deprem üstüne sel gibi, susuzluk gibi, barınma sorunları gibi birçok farklı felaket daha yaşanırken depremzedeler de hep yalnız bırakıldı. Şimdi de ne enkaz kaldırma ne enkaz bertarafı ve hafriyat depolama işlemleri yapılırken gerekli önlemler alınmayarak riskler karşısında onca kentin sakini yalnız bırakılıyor.

Tüm bunlar akıllara Sao Paulo gemisini getiriyor şüphesiz. Geminin Türkiye’de sökülmesine nasıl karşı çıktıysak afet bölgesindeki enkaz zehri yayılımına da en az onun kadar karşı çıkmalıyız. İşçilerin sağlıklı ve güvenli çalışma hakkının, doğal müştereklerimizin, demokratik, çevresel her türlü hakkımızın gaspına dayanan bu aceleci enkaz kaldırma sürecine karşı çıkmak önemli bir görev ve toplumsal sorumluluk olarak karşımızda duruyor.

Bu itiraz aynı zamanda deprem sonrası kurulacak yeni yaşama sahip çıkmak anlamını da taşıyor. Çünkü iktidarın kayıtsızlığının bir anlamı da birçok depremzedenin hala yaşamını sürdürdüğü, yeni yaşamı kurmak istediği kentlere adeta atık alanı gibi davranılması. Samandağ halkının, enkaz kaynaklı yangınlar, kirlilik gibi risklere dikkat çekerek dün başlattığı “Yaşam Nöbeti” bu nedenle çok anlamlı ve değerli. Kentlerimiz atık alanı değil, yaşam alanımızdır. Yaşam alanlarımıza böyle davranılmasına da, 10 Çernobil’e de 100 Brezilya gemisine de hayır!