Google Play Store
App Store

Dünyanın dört bir yanındaki faşistlerin temel ortak özelliği, düşünceye olan düşmanlıklarıdır. Düşünce üretemedikleri, düşünceye düşünceyle karşılık veremedikleri için, o düşünceleri taşıyan bedenleri yok etmeye girişirler. Bedeni öldürmek yetmez, tamamen ortadan kaybedilmelidir.

Düşünceleri öldüremeyeceklerini anlamayacak kadar da aptaldır faşistler...

***

La fontaine des Innocens'ta (Masumlar Çeşmesi) yapılan “Cumartesi Anneleri-İnsanları'nın 1000. haftasına destek” eyleminden dönünce Kayıp'ı tekrar izledim. Hiçbir şeyin değişmediğini görmek insanı dehşete düşürüyor.

Costas-Gavras'ın 1982 tarihli muhteşem ve korkunç filmi Missing/Kayıp'ta, ABD-Pinochet işbirliğiyle yapılan 11 Eylül 1973 Şili Darbesi'nde yaşanan bir 'kaybetme/kaybedilme' olayı anlatılır.

Beth ve Charles, Şili'de yaşayan, yazan, çizen, düşünce üreten Amerikalı genç bir çifttir. Darbenin beşinci gününde Charles askerler tarafından gözaltına alınır ve kaybedilir. Beth'in darbe karmaşasında Charles'ı bulma çabaları hiçbir işe yaramaz. Birkaç hafta sonra Charles'ın babası Ed, oğlunu bulma umuduyla New York'tan Santiago'ya gelir.

Filmin adı Kayıp, ama aslında bu faşistlerin kaybettiği Charles'ın değil Ed'in, kendisine dokunmadığı müddetçe faşizme gıkını çıkarmayanların öyküsü...

Ed muhafazakar bir Amerikalıdır; kilisesine bağlı, 'Amerikan yaşam tarzı'na inanan, gençlerin hoşnutsuzluk nedenlerini bir türlü anlamayan, tam bir 'iyi vatandaş' örneği. Ona göre oğlu Charles gözaltına alınmışsa mutlaka bir nedeni vardır. Belki gelini Beth, belki diğer 'tuhaf' arkadaşları Charles'ı devletin hoşuna gitmeyecek bir şeylere bulaştırmış olmalıdır.

Ed'in yardım istemek için görüştüğü tüm ABD'li bürokratlar da bu düşünceyi körükler. Hakikati bozmak için öyle uğraşırlar ki, bir noktada elçilik görevlileri, Charles'ı evden alanların asker kılığına girmiş solcular olabileceği, hatta belki bunun tamamen Charles tarafından kurgulanmış devlet karşıtı bir propaganda oyunu olabileceği düşüncesini Ed'in kafasında yeşertmeye çalışırlar.

'Babanın yasası'nı ihlal ediyorsanız, devletin hangi devlet olduğu önemini yitirir, Şili ile ABD arasında fark kalmaz.

Ama kentin sokaklarında dolaşırken, morglarda ve Santiago Stadyumu'nda oğlunu ararken gördükleri, duydukları, yaşadıkları Ed'i değiştirecektir. Faşizm yılanı ona da dokunmuştur. Bir yandan oğlunu hiç tanımadığını fark ederken bir yandan da 'devlet baba'nın nasıl da yaşam düşmanı bir varlık biçimine dönüştüğünü kavrar.

Sonunda ABD'ye dönen Ed ve Beth'e dokuz ay sonra bir cenaze gönderilir. Tabuttaki bedenin Charles'a ait olup olmadığı bile belli değildir. Ama hiç değilse, Ed'in arada bir ziyaret edebileceği bir mezar vardır.

1000 haftadır Cumartesi günleri Galatasaray'da toplanan insanların evlatlarının, kardeşlerinin mezarı yok. Çünkü faşistler o mezarlardan bile korkacak kadar aptaldır.