Seçime bir aydan az zaman kaldı. Nefeslerimizi tuttuk, gün sayıyoruz. 15 Mayıs sabahı nasıl bir ülkeye uyanacağımızı hep birlikte merak ediyoruz. Seçime katılım oranı ne olacak? Sandık güvenliği tam manasıyla sağlanabilecek mi? Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda bitecek mi? Parlamento nasıl şekillenecek? Bunlara benzer onlarca soru zihnimizde dolaşıyor. Aklımızdan geçen ihtimaller ile kalbimizden geçenler kâh örtüşüyor kâh birbiriyle çelişiyor. Toplumun geniş kesimlerinin büyük bir değişim arzusuyla dolu olduğunu gözlemliyoruz, öte yandan Saray ve etrafındaki hiziplerin iktidarı kaybetmemek için her yola başvurabileceğini de öngörüyoruz.

Seçim henüz yapılmadı ama şimdiden kaybedenler belli olmaya başladı. Kurduğu tek adam rejimi her alanda başarısız olan iktidar bloku, inandırıcılığını ve etkinliğini çoktan yitirdi. Kişisel menfaatleri uğruna sonradan iktidar gemisine binenler de kaybedenler grubunun ilk sıralarında yerini aldı. Örneğin Türkiye tarihinin en gerici ittifakına kenar süsü olarak katılan DSP yönetimi, Ecevit’in partisi olarak anımsanan bir siyasi oluşumun adını laik cumhuriyetten rövanş almak isteyenler yan yana getirerek siyaseten intihar etti. AKP’nin davetine “evet” diyenler hem eski DSP’li bakan ve milletvekillerinden hem de parti kadrolarından büyük tepki aldı. Cumhur İttifakı’nın dilini hızla benimseyen DSP genel başkanı ve belki bir diğer partili Meclis’te kendilerine birer koltuk bulacak ama işte o kadar. Sokaklarda demokrasi ve laiklikten yana yurttaşın yüzüne nasıl bakacaklar orası muamma.  

15 Temmuz sonrasında “AKP, FETÖ’yü bitirecek” nidalarıyla Erdoğan ile işbirliği yapan kimi ulusalcılar, “kullanışlı liberaller” gibi çoktan bir kenara atıldılar. Halihazırda zaten AKP’lileşmiş olan birkaç isim dışında iktidar listelerinde yok sayıldılar. Kaybettiler o yüzden enerjilerini Kılıçdaroğlu ile uğraşmaya hasretmiş vaziyetteler. Darbe girişimini takip eden süreçte “AKP bizim çizgimize geldi” diyerek iktidara destek olan Perinçek ise önce 100 bin imza toplayamamanın sonra da Hüda-Par’ın Vatan Partisi’ne tercih edilmesinin şokunu yaşadı. Hüda-Par’lılar AKP sıralarından aday gösterilince Perinçek, Cumhur İttifakı’na sitem etmenin bir adım ötesine geçti ve “PKK ile Hüda-Par ile işbirliği yapanların hiçbir geleceği yok” deyiverdi. Ancak iş işten geçti, Perinçekgiller de 14 Mayıs öncesi kaybedenlere katıldı.

***

“Muhalif” cenahta da daha sandık gelmeden kredisini tüketenler var. 5 yıl önce CHP’nin adayı olarak meydanlarda binlerce insanı toplayan, avukatlara sandık güvenliği için “cübbelerinizi hazırlayın” dedikten sonra seçim akşamı sırra kadem basan M. İnce bu sefer kaybetmek için 14 Mayıs’ı beklemedi. Erdoğan’ın karşısında ortak adayda buluşmanın gerekliliğini yok sayması bir yana siyasi kampanyasını muhalefete muhalefet üzerinden yürütmesi neticesinde kendisine 2018’de destek vermiş olanları büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. “Seçmen yaşı 15 olsa ilk turda kazanırım” diyen İnce bugünlerde o gençlerin eleştirilerine dahi tahammül edemeyen, fevri çıkışlarıyla gençlerin rahatsızlık duyduğu AKP’li siyasetçilere benzeyen bir profil sergiliyor. Oysa -artık- kaybettiren bir siyaset tarzını tekrarlamanın ne İnce’ye ne de takipçilerine bir faydası var.       

Demode bir siyaseti yeniden üretmeye çalışmakta İnce yalnız değil. Kimi muhalif çevrelerde yıllarca AKP’nin hegemonya kurmasına katkı yapmış, bugünlere gelinmesinde pay sahibi olmuş bazı “meşhur” isimleri aday olarak gösterme tavrı da eleştiriden muaf tutulmamalı. Zira bu “meşhurlar”, muhalif olduklarında da iktidarın ideolojik dayatmalarına kayıtsız kaldılar. Laiklik demekten, kamuculuk demekten, emperyalizm demekten köşe bucak kaçıp tartışmayı Erdoğancılık – demokrasi karşıtlığına indirgediler. İşte bu yüzden Çandar’lar, Cemal’ler ile yol yürümeye çalıştığınızda solunuzla aranıza mesafe koymayı kabul etmiş oluyorsunuz. Sonra içlerinden biri çıkıp YSP’yi kastederek “bu partideki sol kuruluşlar dekorasyon gibi” deyiveriyor. Yer yerinden oynar zannediyorsunuz kayda değer bir tepki de yükselmiyor.

***

Bir de asıl zaferin halkın yüreğinde yer etmek olduğunu düşünenler var. Onlar Meclis’te belki yer al(a)mayacak ama 21 yıldır hiç savrulmadan AKP iktidarıyla mücadele etmenin gururuna ve tertemiz birer sicile sahipler. Özelleştirme karşıtı direnişlerden Gezi’ye, Fethullahçı çete ile mücadelen sermaye egemenliğine itiraza, laik eğitim mücadelesinden 2017 Hayır kampanyasına uzanan bir politik hattı ilmek ilmek ördüler. Kayyım rejimine de karşı çıktılar, maden şirketlerine de; devlette tarikatların yuvalanmasına da itiraz ettiler, bölgedeki emperyalist müdahalelere de. Şimdi de deprem bölgesinde dayanışmayı örgütlüyorlar. Masa başına, tahta karşısında vekil hesabı yapmadan, liste mücadelesine girmeden, bir ittifak çatısı altında birbirine laf yetiştirmeden, popülerlik hastalığına kapılmadan birbirinin çaresi, dermanı, sırdaşı, omuzdaşı olarak yürüyorlar. Aydınlık ve özgür bir ülkeye varma hedefine “otobandan” ulaşılmayacağını bildikleri gibi başkasının aracına binerek de gidilmeyeceğini biliyorlar. 14 Mayıs’ta ve sonrasında bu yürüyüşü birlikte büyütelim.