14 Mayıs seçimi neden önemli?
14 Mayıs seçimleriyle ülkenin demokratik kazanımlarını on yıllarca geriye götüren AKP rejiminden kurtulmayı umut ediyoruz. Tüm toplum bu kritik seçimin ne kadar önemli olduğunun elbette bilincinde.
14 Mayıs seçimleriyle acılı, karanlık bir dönemi geride bırakmayı, ülkenin demokratik kazanımlarını on yıllarca geriye götüren AKP rejiminden kurtulmayı umut ediyoruz. Tüm toplum bu kritik seçimin ne kadar önemli olduğunun elbette bilincinde. Birikmiş onca sorunun bir çırpıda çözülmeyeceğinin, bizleri zor günler beklediğinin de farkında. Ancak memleketi özgürlük, adalet yolunda yeni bir rotaya sokma heyecanı ve enerjisini seçim sonrasında da koruyabildiğimiz sürece daha aydınlık günlere ulaşma şansımız da artacak.
İsterseniz hatırlatma kabilinden,10 başlıkta 14 Mayıs seçimlerinin neden bu denli önemli olduğunun üzerinden bir geçelim. Sosyalistlere böyle bir geçiş döneminde ne tür yeni sorumluluklar düşeceğini de ayrıca not edelim. Sonunda bizler önümüzde yürünecek uzun ve çetin bir “yol” bulunduğunun bilincindeyiz. Ama yürüyüşe biraz daha ileriden, daha elverişli bir parkurda devam etme olanağı da küçümsenmemeli…
1. Otokratın düşüşü: İktidarı ele geçirdikten sonra zamanla devletle özdeşleşen otoriter ve baskıcı çoğunlukçu rejimlerin sandıkta kolay mağlup edilemeyecekleri endişesi var. Macaristan’da, Polonya’da muhalefetin bir türlü dikiş tutturamaması bu korkuları güçlendiriyor. İsrail’de Netanyahu, Hindistan’da Modi, Pakistan’da Şerif giderek temel hak ve özgürlükler alanını daraltırken, 20 yılı aşkın bir süredir iktidarda bulunan en kıdemli otokratlardan Tayyip Erdoğan’ın seçim yenilgisi tüm dünyaya örnek olacak. Kemal Kılıçdaroğlu, Bolsonaro’ya karşı zafer kazanan Brezilya Devlet Başkanı Lula gibi demokratik çevrelerde itibar kazanacak. Ayrıca uygulandığı tüm ülkelerde hüsran yaratan, “ılımlı İslam” projesinin tabutuna son çivinin çakılması anlamında da kritik bir dönemece işaret edecek.
2. Tevazuun zaferi: Cumhurbaşkanının, yüz milyonlarca dolara mal olan 1150 odalı bir Saray’dan, tekrar Çankaya’ya taşınması da Cumhuriyet ve Aydınlanma değerleri açısından sembolik bir önem taşıyacak. Artık o mevkide; kamu görevi yaptığı dönemde şaibeli yollardan şahsını ve çevresini zenginleştirmiş, damadının ticari işlerini devlet millet meselesi olarak sunan, güce tapan bir figür yerine; yaşamını kamu hizmetinde geçirmiş, kendisi ve ailesi akçeli işlere bulaşmamış, sade bir yaşam süren, alçakgönüllü bir kişinin oturacak olması da “tevazuun zaferi” anlamında tarihe kayıt düşecek.
3. Nezaketin dönüşü: Kabalığın, hoyratlığın, hatta küfür ve hakaretin siyasette olağanlaştığı, seçim döneminde yalan ve iftiranın gırla gittiği bir dönemden geçiyoruz. Devlet olanakları fütursuzca iktidar partisinin propagandası için seferber ediliyor; tarafsız cumhurbaşkanlığı makamı partili cumhurbaşkanı tarafından partisinin çıkarlarına tabi kılınıyor. Sükunetin, nezaketin, usul ve adap bilmenin tekrar kıymete bindiği; diyalog, karşılıklı saygı ve hoşgörünün egemen olduğu bir siyasi ekosisteme geçmek bile az kazanç sayılmaz.
4. Başkanlık sisteminin tasfiyesi: Yasama-yürütme-yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesi fiilen ortadan kaldırılmış, “güçler uyumu” zırvasıyla adeta mutlakıyetçe bir başkanlık sistemine geçilmiş durumda. Kurumsal yapılar çökertilmiş, tüm karar mekanizmaları Saray’a çekilmiş halde. Medya özgürlüğü ortadan kaldırılmış, keyfi yargılamalarla başta Demirtaş, Kavala ve Gezi Tutsakları gelmek üzere çok sayıda “muhalif” hapse atılmış, çok sayıda belediye başkanı görevden alınmış, yerlerine kayyumlar atanmış bulunuyor. Bu gidişatın sona erdirilip, burjuva demokratik normlara dönülmesi, “en azından muhalefet etme, örgütlenme” haklarının geçerlilik kazanması açısından emekçi sınıfların da çıkarınadır.
5. Makro ekonomik dengelerin tesisi: Merkez Bankası rezervleri tüketilmiş, enflasyon alıp başını gitmiş, cari açık iyice artmış, KKM uygulaması saatli bomba gibi ekonomiyi tehdit altına almış, işsizlik ve yoksulluk yaygınlaşmış durumda. Şaibeli biçimde verilmekte olan kamu ihaleleri ve Kamu-Özel İşbirliği Projeleriyle devlet zarara sokulmakta. Meclis’in bütçe yapma hakkı ve Sayıştay’ın denetim yetkisi iğdiş edilmiş bulunuyor. Ekonomide makro dengelerin tesisi ve kurumsal yapıların ayağa kaldırılması, ekonomi bürokrasisindeki kadro eksiğinin giderilmesi haliyle zaman alacak. Sınıfsal yapıları ve ideolojik yönelimleri gereği ana akım muhalefetin tercihleri adaletli bölüşümden çok, ekonomik istikrardan yana olacaktır. Gelir ve servet dağılımı bozukluğunu gidermeye, işsizlik ve yoksulluğu azaltmaya yönelik önlemlerin öncelik kazanması için toplumsal muhalefetin, solun basıncı kritik önem taşıyacak.
6. “Değerli yalnızlıktan” kurtuluş: Türkiye dış politikada İbrahim Kalın’ın “Değerli Yalnızlık” diye ifade ettiği bir tecrit durumu yaşıyor. Ortadoğu coğrafyasında İslamcı gömlek giyilerek başlatılan Yeni Osmanlıcılık hayalleri çökmüş durumda. Türkiye başta Suriye olmak üzere birçok coğrafyada askeri gücünün ötesinde ve bütçe kaynaklarını sonuna kadar zorlayarak askeri varlık bulunduruyor. Gündelik pazarlıklar temelinde, NATO’yla sembolize edilen Batı İttifakı ile Rusya-Çin’in başını çektiği Avrasya hattı arasında tahterevalli diplomasisi izliyor. Ana akım muhalefetin AB hedefi üzerinden NATO eksenine tutunacağı, Avrasya bloku ile de ilişkileri bozmamaya çalışacağı öngörülebilir. Bu duruş bizim bağımsız, anti-emperyalist bir dış politika anlayışımıza uygun düşmese de; daha az çatışmacı, maceralardan kaçınan, Cumhuriyetin geleneksel dış politika çizgisine yakın niteliğiyle yeğlenebilir.
7. Laikliğe yeni bir soluk: AKP rejiminde tarikatlar, cemaatler, dini gruplar devlete çöreklenmiş durumda. İmam Hatip okulları, okullaşmada bir norm haline getirilip ailelere dayatılıyor. Eğitimde bilim ve Aydınlanma değerleri göz ardı edilerek muhafazakar, mezhepçi bir anlayış gençlere aşılanmaya çalışılıyor. Siyasette ve eğitimde dini referanslara dayalı, dini menkıbelerden beslenen, şeriat ve hilafet özlemini dile getiren bir orta çağ zihniyeti yaygınlaşıyor. Ana akım muhalefetin bileşenleri gereği, laiklik konusunda ayak sürümesi, kararlı bir tavır sergileyememesi karşısında biz sosyalistlere, Aydınlanmacılara, Cumhuriyetçilere yeni dönemde de bilimin ve aklın egemenliğini kararlı bir biçimde savunma görevi düşüyor.
8. Kimliklerin tanınması: AKP rejimi mezhepçi ve hamasi milliyetçi bir karaktere sahiptir. Bu nedenle dönem dönem başvurdukları Kürt ve Alevi açılımları samimiyetten uzak, gündelik politik çıkar sağlama odaklıydı. Bu anlamda Kılıçdaroğlu’nun “Kürtler” ve “Aleviler” videoları bu sorunların adını koymak anlamında kritik önem taşıyor. Çünkü özgür bir ülke, ancak isteyen insanlarımızın eşit yurttaşlık temelinde kendi kimliğini, kültürünü yaşayabilmesiyle kazanılır. Bir arada yaşam kültürü, isteyenin de kimlik kodlarına başvurmaksızın sade yurttaş sıfatını benimsediği, barış, hoşgörü ve karşılıklı anlayışın egemen olduğu bir toplumu davet eder. Böylelikle toplumsal aidiyetlerde uzlaşmaz/en zor uzlaşır çelişki, sınıf çelişkisi öne çıkabilir, kimlik farklarının emek mücadelesini bölmesine fırsat tanınmaz.
9. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının geriletilmesi: Erdoğan son mitinglerde muhalefetin bileşenlerini; CHP, İyi Parti, HDP diye adlarını tek tek zikrederek “LGBT’ci” şeklinde yaftalıyor. Böylelikle cinsel yönelimler üzerinden yeni bir nefret hattı inşa etmeye çalışıyor. Çok çocuk yapılan, ailenin reisi erkeğin sözünün geçtiği geleneksel aile yapısı üzerinden muhafazakar bir kültür dayatılıyor. İstanbul Sözleşmesi feshedildikten sonra şimdi de zinanın suç sayılması hedefi Cumhur İttifakı’nın bazı bileşenlerinin seçim vaatleri arasında yer alıyor. Önümüzdeki dönemde toplumsal cinsiyet ayrımının derinleşmesi, cinsiyete dayalı iş bölümünün dayatılması tehlikesi bulunuyor. Erdoğan’ın olası bir seçim yenilgisi bu planları aksatsa da, kadın hareketinin gerçek kazanımları ancak feminist hareketin mücadelesi, toplumsal muhalefetin de bu talepleri benimsemesiyle elde edilebilir.
10. Gençlere Yeni Bir Fırsat Penceresi açılması: Bu seçimlerde 6.5 milyon gencin ilk kez oy kullanma hakkı olacak. AKP döneminde doğmuş, dijitalleşme çağında büyümüş bu gençlerin büyük çoğunluğunun yurt dışına kapağı atma özlemi içerisinde bulunduğu biliniyor. Tüm “Türkiye Yüzyılı”, “Türkiye’nin önlenemeyen yükselişi” hamasi söylemlerine karşın, İHA’lara, SİHA’lara tapan, Reise biat eden Teknofest gençliğinin yaratılamadığı görülüyor. Çünkü gençler bu ülkede kendilerine parlak bir gelecek görmüyor. Soru çalmaları, şifre hırsızlıklarını, tarafgir mülakatları gördükten sonra, bilgileri, gayretleri doğrultusunda yani liyakat temelinde önlerinde iş olanakları açılacağına inanmıyor. Siyasetteki “değişim rüzgarı” en azından gençlerin tekrar oturup düşünmesine, doğup büyüdükleri ülkede yeni bir fırsat penceresi açıldığı kanaatine varmalarına neden olabilir.