14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimini Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanması değil, Tayyip Erdoğan’ın kazanması mucize olur. Veri durumuna göre Kılıçdaroğlu bu seçimi açık ara farkla kazanacak. Geçmiş seçimler ve güncel durum bunu gösteriyor. İnançsız olmak ise zarar verici.

14 Mayıs’ta bir mucize gerçekleşecek mi?
Kılıçdaroğlu gittiği her kentte coşkuyla karşılanıyor. (Fotoğraf: CHP)

Başlığı okuyan CHP’li bir arkadaşım kolumu tuttu ve “Gerçekleşecek değil mi?” dedi umutla... Sanırım başlığı şu anda okuyan muhalif okurların da önemli bir kısmı benzer tepkiyi vermiştir.

Oysa bu başlıkta bahsedeceğim mucize CHP adına değil, AKP adına gerçekleşecek bir mucize. Yani bana göre 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimini Kılıçdaroğlu’nun kazanması değil, Erdoğan’ın kazanması mucize olur. Veri duruma göre Kılıçdaroğlu bu seçimi açık ara farkla kazanacak.

Bu tezimi geçmiş seçimler ve güncel durum ışığında anlatmaya çalışacağım. Ve şartlar bu kadar elverişliyken bile bir kısım muhalif seçmenin böylesine inançsız olmasının zararlarından bahsedeceğim.

EKMELEDDİN VS İNCE

Türkiye üçüncü kez cumhurbaşkanlığı seçimi yapıyor. Geçmiş iki seçimin verileri arasında bir karşılaştırma pek yapılmadı. Toplumsal bellekteki şu iki cümle çoğu insan için yeterli veri sayılıyor: “Ekmeleddin utanç verici biçimde kaybetti”, “Muharrem İnce CHP’nin üstünde rekor oy aldı”. Muharrem İnce’nin bir ek cümlesi daha var: “Eğer CHP destekleseydi, ben seçimi kazanırdım.”

Sayılara bakıp iki dakika düşünmeyi pek sevmediğimiz için, bu ezber cümleleri sokakta yaşatmaya devam ediyoruz. Sokağa yeni çıkan gençlerin bir kısmı da, bu cümlelere kapılıp oy kararı verebiliyor.


2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları şöyleydi:

2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Erdoğan ve Demirtaş sabit kaldı, İhsanoğlu yerine üç aday konuldu:

İnce’ye CHP seçmeni dışında oy verenlerin dörtte üçü İyi Parti seçmeninden, dörtte biri HDP seçmeninden gelmişti. Bunun nedeni oylar bölünmesin kaygısını taşıyan seçmenlerdi. Meral Akşener, bir kısım seçmenin böyle davranacağını ve siyasi kariyerinin zarar göreceğini bile bile oy kaçmasını önlemek için aday olup fedakarlık yapmıştı.

İki seçim karşılaştırmasının en temel sonucu, “dünyanın en başarısız insanı” gibi gösterilen (veya hatırlanan) İhsanoğlu’nun tek başına İnce, Akşener ve Karamollaoğlu kadar oy almasıydı. İnce 30,6’yı kendi adına başarı olarak tanımlarken, İhsanoğlu’nun 38,5’i tarihe her nedense başarısızlık olarak geçti. Erdoğan’dan 11 yıl yaşlı, Kahire doğumlu, 17 yıl Suudi Arabistan kralının (kendi tabiriyle) himayesinde yaşamış biri. Atatürk’ün sürgün ettiği bir ailenin ferdi ve adı açıklandığında tanınırlığı yüzde 1’in altında olan CHP seçmeni için hayli zorlayıcı özelliklere sahip bir aday, iki ay içinde, tek miting yapmadan ve neredeyse hiç reklamı çıkmadan yüzde 98 bilinirlik skoruna ulaştı ve 38,5 oy aldı.

İki seçim arasında esas önemli fark katılım oranlarıydı. Ekmeleddin’li seçimde katılım yüzde 74 iken, İnce ili seçimde yüzde 86.2’ydi. Katılım oranı artması muhaliflerin lehine. Partilerin en önemli görevlerinden biri katılımı mümkün olduğu kadar yüksek tutmak için seçmenlerini harekete geçirmek.

İnce’nin “CHP bana destek vermedi” söyleminin yüzde 86,2’lik rekor katılım karşısında hiçbir anlamı yok. Yüzde 86,2 kanıtlıyor ki, CHP, Muharrem İnce’ye tüm gücüyle destek vermiş.

Partilerin destek vermediği, veremediği bir aday varsa, o da Ekmeleddin İhsanoğlu. İhsanoğlu CHP seçmeninin hiç hazzetmeyeceği bazı nitelikleri, CHP seçmeninin güvendiği medya ve araştırma şirketleri üzerinden yapılan bazı oyunlarla birleşince son haftaya kadar ikinci tura kalacak gibi görünen seçim, ilk turda Erdoğan galibiyetiyle bitmişti. CHP seçmenin bir kısmı, (tıpkı şimdi olduğu gibi) yılgın olmasa ve Ekmeleddin seçimi de İnce seçimi gibi %86 katılımla gerçekleşse İhsanoğlu ikinci tura Erdoğan’a başa baş oyla girebilir, bu yükseliş enerjisiyle ikinci turda da avantajlı taraf olurdu. Bunlar mevcut verilerle yaptığımız varsayımlar ama 2019’da bu varsayımları kanıtlayacak bir gelişme yaşandı.

İstanbul’a gelmeden bu kısmı şöyle özetleyelim:

2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi, tarihimizin en düşük katılımlarından biriyle yapıldığı ve adaya onu aday gösteren partiler sahip çıkmadığı halde muhalif taraf adına çok yüksek bir oy alınan seçim.

2018 Cumhurbaşkanlığı seçimi, 2014’e nispeten büyük bir başarısızlık olarak görülebilir. Adayların partili olması ve partilerin de adaylarına tam destek olması nedeniyle rekor katılıma rağmen, İhsanoğlu yerine gelen üç adayın toplam oyu İhsanoğlu seviyesini ancak buldu, katılımların eşitleneceği bir durumda üç aday toplamda İhsanoğlu’nun hayli gerisinde oy aldı.

2014’de parti seçmenlerinin benimsemediği zorlayıcı bir aday düşük motivasyon nedeniyle kaybetti.

2018’de parti seçmenlerinin benimsediği üç aday, yüksek seçmen motivasyonuna rağmen hatalı kampanya süreci nedeniyle kaybetti.

2023’de tablo bambaşka. Ne koşullar ne de aday geçmiş seçimlere benziyor. Tam aksine tüm muhalif partilerin inançla desteklediği bir aday var. Peki sorun ne?

“NASIL OLSA KAYBEDECEĞİZ” DİYEN İSTANBULLU SEÇMEN

16 Mart 2019’da, yani 31 Mart seçimlerine iki hafta kala elime İstanbul için yapılan bir araştırma geçti.

Buna göre İstanbullu seçmenin yüzde 54’ü “Oyumu İmamoğlu’na vereceğim” diyor ama toplam seçmenin sadece yüzde 32’si “Seçimi İmamoğlu kazanır” diyordu.

Bu sonuca hem üzülerek, hem de sevinerek baktım.

Üzüldüm çünkü 32 ve 54 arasındaki 22 puanlık fark, seçmen motivasyonunu düşürüp katılımı azaltabilir ve İmamoğlu kazanacağı seçimi kaybedebilirdi.

Sevindim çünkü yüzde 32 bile büyük bir artıştı. 9 ay önce yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Muharrem İnce’nin performansı CHP seçmenini altüst etmiş, sandığa inanç neredeyse sıfırlanmıştı. “Martın Sonu Bahar” kampanyasını başlattığımızda İstanbul ve benzer kentlerde CHP’li adayın kazanacağına inanç yüzde 10’lu seviyelerdeydi. İnce sadece seçimi kaybetmekle kalmamış, seçim gecesinden itibaren yaptığı her şeyle CHP seçmeninin inancına nükleer bir bomba fırlatmıştı. Yüzde 10’lar seviyesindeki bir inancın 32’ye çıktığı için mutluydum ama bunun yetersiz olduğunu bildiğim için de kaygılıydım.

Nitekim İmamoğlu seçimi yüzde 48,8 ile (rakibi yüzde 48,55) kelimenin tam anlamıyla kılpayı kazandı. Oyunu İmamoğlu’na vereceğini söyleyen yüzde 54’ün 5 puanı, “Nasıl olsa kaybedeceğiz” diye sandığa gitmemişti.

Ekmeleddin seçiminde yaşanan “Nasıl olsa kaybedeceğiz, o halde oy vermeye gitmeyeyim” hali, tüm çabamıza rağmen 2019 yerel seçiminde sadece İstanbul’da değil, pek çok seçim bölgesinde CHP adaylarının potansiyellerin 5 puan altında oy almalarına yol açmıştı. Biz buna aramızda “İnce efekti” diyorduk. İstanbul’da çok değil, sadece 13 bin seçmen daha “Nasıl olsa kazanamayacağız, sandığa gitmeyelim” dese şu an İstanbul’un belediye başkanı Binali Yıldırım’dı.

İstanbul’da seçimin yinelenmesi bize bu verileri kanıtlama imkanı da getirdi. Seçim ikinci kez yapılınca ilk seçimde “Nasıl olsa kazanamayacağız” diye oy vermeyenler sandığa gittiler. Dörtte biri AKP’den, dörtte üçü de sandığa gitmeyen CHP seçmeninden gelen oylarla İmamoğlu yaklaşık 10 puan ve 800 bin oy farkıyla seçimi kazandı. “Nasıl olsa kazanamayacağız” diyenler sandığa gidince 7 puandan fazla fark yarattılar.

KILIÇDAROĞLU’NUN KAYBETMESİ MUCİZE OLUR

CHP’li seçmenin meşhur kaygılarının (adı üstünde “endişeli modernler”) seçim sonuçlarına etkilerini iki cumhurbaşkanlığı seçimi ve iki İstanbul seçimi örnekleriyle açıkladıktan sonra şu anki durumu masaya serelim.

Önce veri durumdaki sabitleri eleyelim:

1 – Sandıkta hile olacak mı? Hem de nasıl olacak... Ama bu zaten her seçimde oldu. Bu seçimde ne tip yeni hileler olacak bilmiyoruz ama muhalif parti örgütleri ve seçmen her tür hileye karşı aşılı.

2 – Seçimde şike olacak mı? Elbette olacak ve oluyor. Bilgi erişimi engelleniyor, yandaş medya çarpıtmaları arşa eriyor, Kürt siyasetçiler içeri alınıyor, devlet imkanları hükümet lehine kullanılıyor. Ama bunlar da zaten her seçimde olan şeyler.

3 -Erdoğan bu işi biliyor... Evet biliyor. Erdoğan tam bir kampanya ustası. Ama bu seçim bir önceki seçimden daha fazla usta değil. Erdoğan hep bildiğimiz Erdoğan. Üstelik en son seçim olan yerel seçimde, yanlış adaylar ve yanlış kampanyalarla başarısız olmuş, seçim kaybetmiş bir lider. Bir ustalığı varsa da, 2002’deki siyasi yasaklı olduğu seçimdeki ustalık düzeyinden daha yüksekte değil.

Bu üç maddenin kuracağımız sistemde pek anlamı yok. Çünkü dilimize doladığımız, moralimizi bozduğumuz bu üç madde yakın geçmişteki tüm seçimlerde de aynen geçerliydi ve bunlara rağmen muhalifler seçimleri ya kıl payı kaybetti veya kıl payı kazandı.


Peki geçmiş seçimlere kıyasla bu seçimde değişen ne:

10 MADDEDE KILIÇDAROĞLU’NUN AVANTAJLARI

1 – Bu seçim 5 milyondan fazla seçmen ilk kez oy kullanacak. Dört yıldan beri hiç seçim yapılmadığı için ilk kez bu kadar büyük bir sayı var. Ve yaş gençleştikçe seçmen tercihleri muhalefete akıyor, ibre Kılıçdaroğlu lehine.

2 – Millet İttifakı en son seçiminin kazananı. Bu moral motivasyon için muazzam bir kanıt. 2019’de Millet İttifakı, beş büyük şehri Cumhur İttifakı’ndan aldı. En büyük üç şehir Millet İttifakında. Demek ki inanıyorsak, oluyormuş.

3 – Geçmişteki hiçbir seçimle kıyaslanmayacak bir örgüt gücü var, çünkü yeni kazanılan yüzden fazla belediye inanılmaz bir kaynak. Belediyelerin mali gücü, reklam gücü, insan kaynağı geçmişte girilmeyen ilçeleri, afiş yapıştırılamayan sokakları Millet İttifakı’na açıyor.

4 – Belediyelerin dört yıllık sosyal belediyecilik performansları. Yeni kazanılan İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve Mersin’de, mahalle mahalle, ilçe ilçe somut verileri sahibiz. Dört yıl önce Millet İttifakı’na yüzde 20 oy gelen yerlerde yüze 70’lere çıkanlar var. Yeni belediye başkanlarının tamamının beğeni skorları 65’in üzerinde. Geçmişte AKP veya MHP’nin oy deposu olan semtlerde CHP ve İYİ Parti’ye dört yıldır süren akış var.

5 – İstanbul seçimlerinde kentte yaşayan Kürt seçmenle, ülkücü seçmenin birbirlerinin kararlarından haberdar olarak bilinçli biçimde İmamoğlu’nu desteklediklerini gördük. Bunun siyasal nedeni İmamoğlu, Akşener ve Demirtaş’ın kardeşlik ve saygı diline sahip çıkmasıysa, sosyolojik nedeni ikinci üçüncü nesil göçmen ailelerin kentle entegrasyonlarını tamamladıkça yeni nesillerde eski nefretlerin yerini anlayış ve dostluğa bırakması. Akşener’in ısrarıyla İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı seçimine katılması da bu açıdan yararlı oldu. Burada tek eksik, İstanbul’a benzer demografilerde, Kürt ve Ülkücü seçmenlerin her ikisinden de oy alıp seçim kazanma (hem de 31 Mart’ta, açık farkla) başarısı gösteren Vahap Seçer ve Zeydan Karalar’dan yeterince yararlanılmaması olabilir. Toplam nüfusları Ankara kadar olan bu iki şehir, genç nesillerin barış içinde yaşayacağını daha keskin sonuçlarla kanıtlamıştı ve bu kanıt ulusal kampanyada daha etkin kullanılmalıydı.

6 –Kılıçdaroğlu ne İhsanoğlu gibi seçmenin tanımadığı bir kişi, ne de İnce gibi müzmin bir birinci tekil şahıs aşığı. Kendi partisi yüzde yüz yanında, Altılı Masa ile Türkiye’deki tüm seçmen yönelimlerinin temsilcileriyle bir araya geldi. Barış isteyen, kardeşlik isteyen, terörden yılmış Kürt seçmen de Kılıçdaroğlu’nu umut olarak görüyor, kentte barış içinde yaşamak isteyen aklı başında ülkücü seçmen de. Böyle birleştirici bir isim, uzun zamandır görülmedi. Hem saygılı, hem bilinçli. Son on yılın en büyük, hatta tek oyun kurucusu. Erdoğan belki farkında değil ama yıllardır psikolojik üstünlük Kılıçdaroğlu’nda.

7 – Altılı Masa’da oyu en yüksek zamanda bile yüzde 3’ü geçmeyen, şu anda da CHP listelerinden seçime gireceği için oyunu tespit etmenin zor olduğu bir parti var: DEVA... DEVA’nın en büyük gücü, AKP’den kopmak üzere olan, AKP bölgesinin kenarında bekleyen 30 puanlık bir seçmen için bir adım yakında olan tek parti olması. Ali Babacan, anketlerde halen “AKP’ye oy vereceğim” veya “Kararsızım” diyen dev bir seçmen kitlesi için Erdoğan olmasa yönelecekleri ikinci isim. AKP’den kaç oy koparır, kaç AKP seçmenini “altı ok”a ikna eder bilmiyoruz ama alacağı oyların belki de tamamının AKP’den geleceğini biliyoruz.

8 – Muhafazakar kadın seçmenden ilk kez bu seçim AKP’den çok büyük bir kopuş var. Bunun mutfak masrafları gibi ekonomik gerekçelerinin yanı sıra, İran’daki olaylar, Yeniden Refah ve Hüdapar gibi 90’lı yıllardan kalma, kadını yok sayan, muhafazakar kadınların yirmi beş yıllık kentte tutunma mücadelesini itibarsızlaştıran ve görmeyen oluşumlar gibi nedenleri var. Hiçbir kadın kazanımlarını kaybetmek istemiyor.

9 – Kılıçdaroğlu’nun mükemmel bir kampanyası var. İlk günden beri kampanya gücü Kılıçdaroğlu’nda. Bay Kemal’den “Ben Kemal Geliyorum”a, “Sana söz”den “Haydi”ye kadar, mutfaktan alanlara, her aşaması, her tonlaması, her açısı usta işi. Radikal Sevgi’nin stratejik ve taktik gereklerinin harfiyen uygulanması, “Martın sonu bahar”ın, “Yine baharla gelecek” diye devam etmesi; kibrin değil ekip çalışmasının egemen olması bu kampanyayı eşsiz kılıyor. Erdoğan kampanyası siyah beyaz bir TRT programı kadar ruhsuz giderken, CHP gençliğin ritmini yakaladı ve hiç bırakmadı.

10 – Ve belki de en önemli madde... AKP bugüne kadar her genel seçime, nispeten büyüyen bir ekonomi ve seçmenin hayat standartlarında olumlu gelişmelerin verdiği güçle girdi. Bu nedenle AKP her seçimde kampanyalarını sayısal değerler, yükselen grafikler kullanarak yapardı. Artık öyle bir grafik yok. 2002-2015 arası reelde üç kat artan (ne pahasına, ayrı konu) kişi başı gelir, bir süre sabit kaldıktan sonra 2018’den itibaren baş aşağı düşerek, yarı yarıya azaldı. Son seçimden bu yana bir grup tefeci dışında tüm Türkiye yarı yarıya fakirleşti. Bunu sadece patates soğanda değil, otomobil alımından, telefon değiştirme sürelerine kadar yüzlerce kriterde hem bireyler, hem ticaretle uğraşanlar biliyor. AKP umutsuzca “ama pandemi, ama dünya, ama deprem” dese de, “teğet geçme”ye alışmış kendi seçmenine inandırıcı gelmiyor... AKP’nin elinde hiçbir şey olmadığı için dünyada sadece diktatörlüklerde kullanılan tarzda savunma sanayii ile ilgili bir reklam kampanyası yapıyor. Rus atasözü: “Füzelerimizin menzili, ağzımızdan midemize kadar olan mesafeden kısa...”

Özetle

Bu olumlu durumların hiçbirine sahip olmadığımız, ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan yüzde 51 oyla kıl payı kazanmıştı. O seçim “Nasıl olsa kazanamayız” teranesine inanan CHP’li seçmenin sadece dörtte biri sandığa gitse, seçim ikinci tura kalıyordu.

Bugün geçmiş iki seçimle karşılaştırılmayacak bir aday ve koşullar var.

Bu şartlar altında Kılıçdaroğlu’nun seçilmesi değil, seçilmemesi mucize olur.

Peki bu nasıl olur?

KORKU, İNANÇSIZLIK VE BEN MERKEZCİLİK VİRÜSLERİ

Yazımın başında, başlığı okuyan CHP’li arkadaşımın bana “Sahiden kazanır mıyız?” demesini anımsayın.

Bu aslında hem acıklı, hem de tehlikeli bir durum.

Şartlar bu kadar elverişliyken bile seçimi kazanmayı “mucize” olarak gören CHP’li seçmen, önümüzdeki en büyük tehlike.

Demek ki, 2013 cumhurbaşkanlığı ve 31 Mart 2019 yerel seçiminde etkili olan “CHP seçmeninin motivasyonunu kırma” çabaları, bir ölçüde başarılı.

Seçime günler, hatta saatler kaldı. Bu yazıyı okuyan tüm muhalif seçmenlere çağrım, inançlarına sahip çıkmaları.

İnançsızlık bir virüs gibidir. Bu virüsü taşıyorsanız lütfen kendinizi seçim gününe kadar iyileştirin. Bunun en iyi tedavi yolu çoğu AKP hegemonyasında olan klasik ve dijital medya perhizine girmeniz. Özellikle “güvenilir” araştırma şirketlerinin araştırma sonuçlarına hiç güvenmeyin. Çünkü muhalif seçmen için en “güvenilir” araştırma şirketi, AKP ile pazarlık kabiliyeti en yüksek şirket olabilir. Yandaş bir araştırma şirketi yazsa zerre inanmayacağınız moral bozucu bir veriyi, “solcu gibi”, “muhalif gibi” bir araştırma şirketi söylese kolayca inanabilirsiniz. Ve sırf bu niteliği nedeniyle o “araştırma şirketi” reddedemeyeceği bir teklif almış olabilir. Telefonu kapatın, ailenizle, dostlarınızla güler yüzlü vakitler geçirin.

Korku bir başka virüstür. “Bu seçim son seçim”, “Bu seçimi kaybedersek mahvoluruz” gibi cümleleriniz size zarar, AKP’ye kazanç olarak dönüyor. Mehmet Akif belki bu nedenle, İstiklal Marşı’nı “Korkma” diye başlattı. Üniversite sınavına girecek öğrencilere “Sakın stres yapma, stres yaparsan sınavı kaybedersin” derler. Aynı durum bu sınavda da geçerli. Seçim sonucu ne olursa olsun pazartesi sabah vapurlar çalışacak, martılar uçacak. Seçmen kararını Erdoğan’dan yana verirse de hayatımız bugünkünden daha farklı olmayacak.

İnançsızlık ve korku virüslerinden birine veya ikisine sahipseniz, kendinizi iyileştirmenin yanı sıra, bu virüsleri başkalarına bulaştırmama çabanız da olmalı. “Nasıl olsa kazanamayız” diyen, bu düşüncede paylaşımlar yapan, dost sohbetlerinde üzüntü saçan kişi olmayın. Kendi inançsızlığınızı ve korkularınızı başkalarına bulaştırmayın.

Ek olarak bir de “Ben söylemiştim” virüsü var. Diğer ikisinden farklı olarak bu virüsün, çağdaş bir karakter sorunu olduğunu düşünüyorum. Bazı bireyler konu seçim olsa, konu uzaylı istilası olsa veya yer yarılıp ahiret günü gelse, “Ben bu işten kaç like alırım, kaç hayran kazanırım” kaygısıyla yorum yapıyor. Seçim kaybedilse, “Bakın ben bunu seçimden önce söylemiştim” demek için böyle dışavurumlar yapanlar var. Ben kalitatiflerde böyle tiplerle sıkça karşılaşıyorum ama bunun analizi ve çözümü daha çok psikiyatrinin konusu.

SONUÇ

Ne korkuya, ne inançsızlığa lüzum var. Ekmeleddin 2013 koşullarında kıl payı kaybettiği seçimi, Kılıçdaroğlu 2023 Türkiye’sinde döndüre döndüre alır.

Bir mucize gerçekleşir ve Kılıçdaroğlu kaybederse de, bu yazımı paylaşıp like alacaklara, hakkımı şimdiden helal edeyim.

Seçim öncesi bir Fatih Terim alıntısı bu yazının tamamından daha etkili olabilir:

“Kaybettiğinizde değil, vazgeçtiğinizde yenilirsiniz. Kazanacaksınız, kazanacaksınız. Göreyim sizi, haydee”