AKP hükümetinin ekonomiyi krize soktuğunu, gelir adaletsizliğini büyüttüğünü, devlette liyakati ortadan kaldırdığını, adalet ve hukuk kavramlarının içini boşalttığını duymayan kalmadı. Meydan ve sokaklarda haftalardır bunlar konuşuluyor. Muhalefet 21 yılın yanlışlarını teker teker hatırlatıyor. AKP’nin çevre politikalarıyla Türkiye’ye verdiği zarar ise meydanlarda pek dillendirilmiyor. Seçime iki gün kala birkaç örnekle hatırlamakta fayda var.

AKP, Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığından bu yana özellikle İstanbul’u yapılaşmaya açarak kenti bir rant alanına çevirdi. 1994’te 8 milyon olan nüfus, AKP döneminde ikiye katlandı. Yapılan üçüncü köprü ve havalimanıyla, kentin nefes almasını sağlayan Kuzey Ormanları büyük bir darbe daha aldı. Kentin kalan su rezervleri, korunan alanları yapılaşma tehditliyle karşı karşıya kaldı. İstanbul’un beklenen depremden az hasarla kurtulması için uzmanlar kentin nüfusunun azaltılmasını önerirken, AKP hâlâ kentin kuzeyinin yapılaşmaya açmaya çalışıyor. Kanal İstanbul projesiyle milyonları İstanbul’a davet ediyor, yeni çevre sorunlarına ve deprem sonrası kaosa davetiye çıkarıyor. Maraş Depremi’nden sonra bile İstanbul’da yeni yerleşim yerleri açacağını “müjdeleyen” hükümet, adeta bir akıl tutulması yaşıyor.

İstanbul’da rant için yapılan ve yatırım diye duyurulan tüm bu projelerin daha küçük ölçekte, Türkiye’nin tüm kentlerinde hayata geçirildiğine de son 20 yılda tanıklık ettik. Doğal yeşil alanlar park ve bahçelere dönüştürülerek özelliğini kaybetti, rant aracı oldu. İstanbul’da yüzlerce AVM olmasına rağmen Taksim’deki son yeşil alana bile göz dikildi. Gezi Parkı direnişçileri olmasa, betona hapsedilmiş şehirlerimizde durum belki de çok daha kötü olacaktı.

***

Kent merkezlerindeki talan, kırsalda her nehrin üstüne konan barajlar, otellere peşkeş çekilen kumsallar, sanayi tesislerine feda edilen tarımsal ve korunan alanlarla sürdü. Bu talan sırasında sadece doğal çevre değil kültürel çevre kaybı da yaşadık. Dünya tarihinin en önemli merkezlerinden biri olmaya aday 12 bin yıllık Hasankeyf ve Allionai antik kenti barajlar uğruna suların altına gömüldü. 

Ulaşım politikasında da çevreci bir yol izlenmedi. Bir iktidar düşünün ki, Cumhuriyet tarihinin en büyük finansal olanaklarına sahip olmasına rağmen, ülkenin üç büyük kentini birbirine bağlayacak hızlı tren ağlarını 20 yılda öremedi. Ankara’dan İzmir’e, İzmir’den İstanbul’a hızlı tren yok. Demiryollarıyla kentler birbirine bağlansa yük taşıma potansiyeli nedeniyle ticarete de katkısı olabilirdi. Hükümet ise kısa sürede tamamlandığı için seçmenin gözünü boyayan, iklim düşmanı hava yolunu önceliklendirdi.  

***

Enerji politikaları ise Türkiye’yi geçmişin dünyasına hapsetti. Mersin’deki nükleer santral projesi durdurulmazsa Türkiye tarihinin en kötü yatırım hamlesi olacak. Çalışmaya başlarsa Türkiye hem nükleer kaza riskiyle yaşamaya başlayacak hem de binlerce yıllık nükleer atık sorunuyla karşı karşıya kalacak. Santralın sahibi Rusya’ya da 60 yıl boyunca milyarlarca dolar ödenecek. AKP döneminde sayıları hızla artan ithal kömür santralları da hem dışa bağımlılığı artırdı hem de hava kirliliği ve iklim krizi gibi sorunların çözümünü zorlaştırdı. Avrupa’nın en güneşli ve rüzgarlı ülkelerinden Türkiye’de bu iki kaynağın gelişmesi, enerjinin verimli kullanılmasını sağlayacak tedbirlerin artırılması çok gecikti. Son yıllardaki olumlu gelişmeler de bir planlamadan çok piyasa koşullarının dayatmasıyla hayata geçirildi. Örneğin, 2013’te Türkiye enerjiyi verimli kullanmada Slovenya’dan iyiyken 2021’de gerisinde kaldı. Danimarka gibi örnek ülkeler ise aynı milli gelir katkısını Türkiye’den üç kat daha az enerji harcayarak yapar duruma geldi.  

Yenilenebilir enerji gibi çözümde rol oynayabilecek kaynaklar bile yanlış yer seçimleri, kâr odaklı planlar, eksik ÇED’ler ve hukuki süreçler nedeniyle bazı bölgelerde sorunun ta kendisi oldu.

Madenlerle yurdun delik deşik edilmeyen tepesi kalmadı. Birkaç şirket zenginleşecek diye, ihtiyaç ve gereksinim hesabı doğru dürüst yapılmayan projelere onlarca ruhsat verildi. Geriye Kaz Dağları’nda olduğu gibi tıraşlanmış ormanlar, Erzincan’da olduğu gibi siyanüre bulanmış topraklar kaldı.

***

21 yıllık iktidarın doğa talanı elbette bir yazıya sığmaz, bu örnekler diğerlerini de hatırlatacaktır. 21 yıllık icraatlar bize şunu gösterdi. Doğamızı korumak istiyorsak tüm eleştirilere kulaklarını tıkayan, dünyada doğanın önemini vurgulayan gelişmeleri görmezden gelen bu hükümetle Türkiye’nin doğal varlıklarını korumak mümkün değil. Bir değişim şart. O değişim sandıktan çıksın, 15 Mayıs sadece demokrasinin değil börtü böceğin, kurdun ve kuşun da bayramı olsun.