17 Eylül savaşın dönüm noktası mı?

Ümit Fırat AÇIKGÖZ - Beyrut Amerikan Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ekim’den bu yana devam eden çatışmaların ilk aylarında çok sayıda Hizbullah militanı hayatını kaybetmişti. Bu ölümlerin çoğu İsrail’in nokta atışı operasyonları sonucu gerçekleşmişti. Ayrıca İsrail ocak ve temmuz aylarında Beyrut’un güneyine iki saldırı gerçekleştirmiş, bu saldırılarda Hamas ve Hizbullah’ın lider kadrosundan iki önemli kişi ölmüştü. Bu saldırıların akıllı telefon sinyallerine dayanarak gerçekleştirildiği en muhtemel senaryo olduğundan, geçtiğimiz aylarda Hizbullah lideri Hasan Nasrallah özellikle güneyde, İsrail ile savaşın ön saflarında olan üyelerine telefon kullanmama çağrısı yapmıştı. Partinin daha öncesinde de internete bağlı olmadığından daha güvenli ve nüfuz etmesi zor bir iletişim sağlayan çağrı cihazlarını kullanıyor olması muhtemel. Gelgelelim özellikle son aylarda kilit noktalardaki üyelerinin tamamen bu cihazlar üzerinden haberleşmeye yöneldikleri görünüyor.
İsrail, Salı günü yaşanan saldırı hakkında yorum yapmayı reddediyor olsa da bu operasyonun arkasında İsrail istihbarat servislerinin olduğu konusunda bir şüphe yok. Bunun tam olarak nasıl gerçekleştiği muhtemelen hiçbir zaman bilinemeyecek olsa da uzmanların üzerinde anlaştığı nokta, geçtiğimiz aylarda Hizbullah’ın eline ulaşan bir parti çağrı cihazının Tavyan-Macaristan-İran-Lübnan eksenindeki tedarik zincirinin bir noktasına Mossad’ın dâhil olarak her cihazın içine fark edilmesi çok zor bir miktar patlayıcı yerleştirmiş olması gerektiği.
İSRAİL’E KOZ VERİLMEMİŞTİ
Her nasıl olmuş olursa olsun, benzeri ne bölgede ne de dünyanın başka bir yerinde görülmüş bir saldırı söz konusu. Üç bine yakın çağrı cihazının aynı anda patlatılmasının maliyeti hem fiziksel hem de psikolojik olarak çok büyük. Yaşanan olay, yaklaşık bir yıldır devam eden Hizbullah-İsrail çatışmalarındaki en büyük tırmanmayı teşkil ediyor. Daha öncekilerde, özellikle ocak ayındaki Salih Aruri ve Temmuz’daki Fuad Şükür suikastlarında Hizbullah ölçülü misillemelerle yetinmiş, savaşı büyütecek hamlelerden kaçınmıştı. Hizbullah’a yönelik geniş çaplı bir askeri operasyon düzenleyerek savaşı genişletmek, böylece iktidarını uzatmak isteyen Binyamin Netanyahu hükümetinin eline koz veya bahane vermemeyi başarmıştı. İsrail’in nisan ayında Şam’daki İran elçiliğine yaptığı saldırı ile temmuz sonunda Tahran’da İsmail Haniye’yi öldürmesi, aynı provokasyonlar silsilesinin birer parçasıydı. İran ve müttefikleri bugüne dek bu tuzağa düşmemeyi başarmış olsa da son çağrı cihazı saldırıları Hizbullah’ı hiç olmadığı kadar zor bir durumda bırakıyor.
Hizbullah, meşruiyetini hem kendi taraftarlarını hem de tüm Lübnan’ı koruma söyleminden alıyor. Binlerce insanın yaralandığı, şimdilik ikisi çocuk 12 insanın hayatını kaybettiği bu benzeri görülmemiş saldırıya bu sefer de sembolik bir cevap vermekle yetinir mi? Böyle yaparsa kendi taraftarları arasındaki prestiji ve İsrail nezdindeki caydırıcılığı ne derece etkilenir? Tahran’ın hâlâ Haniye suikastına bir misilleme yapmamış olduğunu hatırlayalım. İran ve müttefikleri stratejilerini Gazze’de bir kalıcı ateşkese bağlamış görünürken Netanyahu hükümeti görevde oldukça bu ateşkesin daha uzun bir süre gerçekleşmeyeceği ortada duruyor. Bu bağlamda, direniş ekseni içerisinde bu düşük profil siyasetinden rahatsız olanlar varsa bu son çağrı cihazı saldırısından sonra sesleri yükselmiş midir? Eğer bu sefer esaslı bir misilleme gelirse uzun süredir korkulan geniş ölçekli bir Hizbullah-İsrail savaşı başlar mı? Geniş çaplı bir misillemeye karar verse bile binlerce üyesi yaralanan Hizbullah’ın böyle bir operasyonu yürütebilme kapasitesi ne denli etkilenmiştir? Önümüzdeki günlerin hayati soruları bunlar olacak. Salı günkü saldırıyı takip eden saatlerin önemli sorusu ise bu saldırının hemen arkasından geniş çaplı bir İsrail askeri harekâtı gelip gelmeyeceği idi. Şimdilik sınırın İsrail tarafında böyle bir hareketlilik yok gibi görünüyor ama önümüzdeki günlerde bu soru da gündemde kalmaya devam edecek.
BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ SALDIRI
Salı günkü saldırıların doğası ve çapı itibariyle benzerinin görülmemiş olması sebebiyle Türkiye ve dünyada pek çok yorumcu olayın istihbarat yönüne odaklanıyor. Fakat sıklıkla atlanan bir mesele var. Bu saldırıda sadece Hizbullah mensupları ölmedi veya yaralanmadı. Ailelerinden, çocuklarından da ölenler ve yaralananlar oldu. Patlama anında işyerinde, markette veya başka bir kamusal alanda bulunanların etrafındaki sivillerden yaralananlar oldu. Ülkenin sağlık sistemi felce uğradı. Milyonlarca Lübnanlıyı dehşet ve korkuya sürükleyen saatler yaşandı. Sosyal medyada doktorlar hayatları boyunca karşılaşmadıkları manzaralardan, vücutları paramparça olmuş insanlardan bahsediyorlar. Hizbullah’ın bu ülkede on binlerce destekçisi olan bir siyasi parti, bu insanların Lübnan’da kamusal hayatın birer parçası olduğunu Ortadoğu siyasetini az buçuk takip eden herkes bilir. Bu denli görülmemiş bir operasyonu yapabilen İsrail istihbaratı o patlamaların sadece sınır bölgesinde değil Lübnan’ın hemen her yerinde patlayacağını bilmiyor olabilir mi? Bu bağlamda salı günkü patlamalar sadece istihbarat yönü konuşularak geçilecek bir olay mıdır? Hem yüzlerce sivile zarar veren hem de tüm bir ülkede korku ve dehşet iklimi yaratan bu saldırı “terör” değilse terör nedir?