Küresel sistem bir kırılma noktasında. Bir yandan artan jeopolitik gerilimler, öte yanda merkezi kapitalist ülkelerdeki toplumların krizler karşısında giderek artan tepkileri. ABD’nin Rusya’yı zayıflatma, Çin’i yalnızlaştırma ve Avrupa’yı kendisine enerjide ve askeri açıdan bağlı kılma stratejisi ise şimdilik işliyor.

Küresel sistemde en azından 2008’den bu yana birkaç düzlemde kriz yaşanmakta. Öncelikle, küresel ekonomide bir yavaşlama dikkat çekiyor ve bu durum önce koronavirüs pandemisi, sonra da Ukrayna savaşıyla birlikte bir de enflasyonist baskıyla kendisini gösterdi. Bundan en çok zarar gören ülkeler Avrupa, Japonya ve en son Çin olmaya başladı. ABD daha çok enflasyon sorunuyla karşılaşırken, hem işsizlik oranı hem de büyüme Covid-19 öncesi döneme geri döndü. Ne var ki, ABD ekonomisinde de artan borçluluk, kâr oranlarında düşüşler, gelir dağılımı bozukluğunun göze batar hale gelmesi başlıca sorunlar. Ayrıca, ABD’nin küreselleşmeden kopması mümkün olmasa da, kısmen çekilmeye başlaması, bunu diğer ülkelerin de bazı alanlarda takip etmesi, korumacılık eğilimlerinin artması gibi sorunlar da kendisini göstermeye başladı.

HEGEMONİK KRİZ

Küresel sistemde bir başka sorun ABD’nin hegemonik krizi. ABD hegemonyası bir süredir, bir yanda tekil ABD kapitalizminin öte yanda küresel kapitalizmin ihtiyaçlarına cevap vermekte zorluklar yaşıyor. Bu durumu ağırlaştıran en önemli gelişme ise Çin’in ekonomik yükselişi ve bunu küresel siyasete ağır ağır ama belirgin bir şekilde yansıtmaya başlaması. ABD bu yükselişe karşı şimdilik etkin bir cevap üretebilmiş değil. Stratejik ağırlığını Hint-Pasifik bölgesine kaydırıp, militarizasyona ve bölgedeki ittifak ağlarını güçlendirmesi şu anda başlıca hamleleri olarak görülüyor.

JEOPOLİTİK ÇEKİŞMELER

Küresel sistemin jeopolitiğe kayması, Çin’in yanında Rusya, Hindistan gibi güç merkezlerinin ağırlıklarını hissetirmeye başlaması, uluslararası siyasetin giderek bir jeopolitik çekişme alanına dönüşmesi bir yandan küresel gerilimi artırırken öte yandan yeni siyasal gelişmelere yol açtı. Bunlardan ilki büyük güçler açısından küresel bir yer kapmaca, karşı tarafı eksiltmeye dayalı stratejilerin belirginleşmesiydi. Genel olarak bu durum ifadesini ABD’nin aslında hegemonik olan ama kibar ve akademik bir dille ifade ettiği “liberal uluslararası düzen”e karşı “çok kutuplu dünya” fikrinde buldu. Küresel sistemde bu arayışın önde gelen aktörleri ise Rusya ve Çin oldu. Çin’in son dönemde çok kutupluluk vurgusunu azalttığını görüyoruz.

İkinci dönüşüm ise Çin ve Rusya gibi güçlerin öne çıkması sonucu, orta büyüklükteki ülkelerin hareket alanını genişlemesi oldu. Mısır’dan Pakistan’a, Meksika’dan Filipinler’e çok sayıda ülke, coğrafya ve alanına göre Rusya ve Çin’i ABD’ye karşı dengeleyici olarak kullanmaya başladı. Türkiye’de Erdoğan hükümetinin 2016 sonrası dış politikasında da bu küresel dönüşümün izlerini görmek mümkün. Ne var ki, Türkiye bu ülkeler içinde dengeleyici olarak kullanmak istediği güç merkezine (Rusya) bağımlı hale gelen tek ülke oldu.

İLK KURBAN UKRAYNA

Küresel sistemde hem gerilimin birikmesinin hem jeopolitiğin yükselişinin hem de çok kutupluluk arayışının en somut dışa vurumu Ukrayna Savaşı oldu. Bu bağlamda Şubat 2022’de başlayan ve 10’uncu ayına giren Ukrayna Savaşı, emperyalistler arası çekişmenin 21’inci yy’daki ilk kurbanı olmasa da en çarpıcı örneği oldu, bu küresel gerilimin geldiği noktayı gösterdi.

FATURASI AĞIR OLDU

Ukrayna Savaşı en genel ifadesiyle dünyanın geri kalanını küresel hegemonyasına tabi kılma konusunda direten ABD ile, buna Çin’in yükselişinden destek alarak kafa tutmaya ve uluslararası sistemi askeri güç kullanarak çok kutuplu hale getirmek isteyen Rusya’nın Ukrayna ve Rus halkları üzerinden yürüttükleri bir emperyalistler arası savaştır. ABD için bu savaş Ukrayna toprakları üzerinde yürütülen bir vekalet savaşıdır ve son on yıldır ABD stratejisindeki, düşük maliyetli savaş stratejisinin bir devamıdır.

Kuşkusuz savaşın en büyük kaybedeni Ukrayna halkıdır. Rus halkı, enerji maliyetleri, yükselen enflasyondan müstarip Avrupa halkları bu savaşın diğer kaybedenleri. Yine gıda fiyatlarındaki yükselme bütün dünyayı ama en çok gıda krizi yaşayan ve Rusya, Ukrayna tahılına bağımlı Ortadoğu ve Kuzey, Afrika halklarını etkiledi.

KAZANAN ABD

Konunun stratejik boyutuna bakıldığında ise şu ana kadarki gelişmeler savaşın kazananının ABD olduğunu gösteriyor. ABD, askeri yardım olarak 40 milyar dolar ayırdı ve bu yardım kesintisiz devam ediyor. İstihbarat, silah yardımının içeriği ve miktarı, danışmanlık gibi araçlarla savaşın gidişatını uzaktan belirleyebiliyor. İkinci olarak ABD bu savaş sayesinde NATO’yu canlandırdı, Atlantik ittifakını şimdilik güçlendirdi, savunmaya kaynak ayırma konusunda direnen Avrupalı müttefiklerini harcamalarını artırmak zorunda bıraktı, yine Avrupalı müttefikler isteksiz de olsalar ve sınırlı da kalsa Ukrayna’ya askeri yardım yapmaya başladı. Dahası, ABD, Avrupa’nın Rusya’dan aldığı gazın azalmasını sağlayarak, kendi kaya gazını LNG gemileriyle Avrupa’ya satmaya başladı. Yaptırımlar yüzünden yalnızca Avrupa ve Rusya arasındaki enerji bağı kırılmakla kalmadı, aynı zamanda Avrupa şirketleri ile Rusya arasındaki bağ da çok zayıfladı.

Bu noktada sol ve sınıfsal açıdan Rusya’nın pozisyonunu bir daha ele almak gerekiyor. Putin Rusya’yı rantiye sermaye sınıfının devlet iktidarına tabi kılınması anlamında bir devlet kapitalizmini, bir oligarşik düzeni temsil ediyor. İstatistiki veriler Rusya içindeki gelir dağılımının, örneğin AB ve NATO üyeleri olan Baltık cumhuriyetleri, Polonya, Çekya gibi ülkelerden çok daha kötü olduğunu gösteriyor. Bunun anlamı enerji gelirinin önemli bir kısmının var olmak için Putin’e bağlı olan rantiye sınıfı arasında paylaşılıyor olması. Putin bir yanda enerji, eşsiz coğrafi konum, şimdilerde zayıflamış olan askeri güç, nükleer silahlar, öte yanda yükselen Çin’e dayanarak ve Avrupa kapitalizmiyle enerji, ticaret ve yatırım alanında kısmi entegrasyona giderek küresel sistemde bir kutup başı olmayı, kendisini ciddi bir güç merkezi olarak görmeye yanaşmayan ABD’yi zorlamayı denedi. Avrupa’da Almanya ve Fransa, Asya’da Çin ve Hindistan, Ortadoğu’da İran ve kısmen Türkiye ile işbirliği içinde, ABD’ye alternatif bir güç yapılanması oluşturacak, bu küresel güç network’ünün kritik halkası olarak ABD’nin küresel sistemdeki hareket alanını sınırlandıracaktı.

PLANLAR TUTMADI

Bunun için Ukrayna’ya bir yıldırım savaşı düzenleyip, başkenti kuşatıp, deneyimsiz bir oyuncunun başında bulunduğu hükümeti panik içinde düşürüp, birkaç günde zaferini ilan edecekti. Enerji ve yatırımda Rusya’ya bağımlı Almanya-Fransa sessiz kalacak, Çin, savaş uzamadığı sürece arkadan destek verecek, ABD Ukrayna için savaşa girmeyecekti, ABD-Avrupa ayrımı derinleşecekti. Planlanan hiçbir şey yolunda gitmedi. Hükümet düşmedi, ABD-Avrupa yakınlaştı, Rusya-AB enerji, ticaret, yatırım bağı neredeyse koptu, Çin desteği sınırlı kaldı, hatta Japonya bile militarize olmaya başladı.

Sonuç olarak Ukrayna Savaşı Putin’in çok kutupluluk arayışında bir aşama olacak iken, ABD hegemonyasını stratejik açıdan güçlendiren bir sonuç yarattı. ABD’nin Rusya’yı zayıflatma, Çin’i yalnızlaştırma ve Avrupa’yı kendisine enerjide ve askeri açıdan bağlı kılma stratejisi şimdilik işliyor.

COVID-19 SINAVI

2022 sonu küresel siyaset açısından ABD’nin sorun olarak gördüğü ülkelerin zayıflıklarının belirginleştiği bir dönem oldu. Rusya Ukrayna’da güç kaybederken, Çin bütün dünyayı etkilediği sırada Covid-19’dan yara almadan büyüyerek çıkmayı başarmıştı ama tablo tersine döndü ve bütün dünyada önlemler kalkarken, Çin Covid-19 salgını ile başbaşa kaldı. Sıkı önlemler halkın dayanma gücünü zorlayınca önlemleri gevşetme bu kez salgının patlamasına yol açtı. Bunun ekonomik ve insani sonuçları 2023’te daha doğrudan görülecek.

Küresel sistem bir kırılma noktasında. Bir yandan artan jeopolitik gerilimler, öte yanda merkezi kapitalist ülkelerdeki toplumların, alt ve orta sınıfların yaşam koşullarının yerinde sayması ya da geriye gidişi, bunun yanında çevre ve gıda krizleri, hayat pahalılığının küreselleşmesi olgusu, buna yönelik tepkilerin artması Batı merkezli kapitalist dünyayı zorlamaya başladı. Bununla baş edebilmek için 2010’larda sistem küresel düzenin içte siyaseten otoriter, iktisadi olarak korumacı, dışta ise güvenlikçi bir yöne kaymasını test etti. Bu siyaset birçok açıdan kapitalist sistemin ihtiyaçlarına cevap vermekle birlikte, başta Trump örneğinde olduğu gibi beraberinde yeni sorunlar doğurdu. Bunun alternatifi olarak da günümüzde jeopolitik eğilimler ve görece kapanmadan vazgeçmeden, içte demokrasi ve kimlik siyaseti ile sosyal devlet uygulamalarına geçerek toplumsal rızayı geri almaya çalışan bir siyaset deniyor. Almanya’da ve Avrupa’nın birçok ülkesinde yürütülen sosyal yardım programları, ABD’de Biden’ın temsil ettiği bu siyaset eğer başarılı olursa kalıcılaşabilir. Bunun denendiği coğrafya ise daha çok ABD kıtası oldu. Kanada’dan ABD ve Meksika’ya, Honduras’tan Brezilya ve Şili’ye dek bu kıta şu anda bu siyasetin test edildiği bölge olarak öne çıkıyor. Buradaki olası bir başarısızlık dünyayı ters bir savrulmaya ve hızla bir otoriter, sağ, ırkçı dalgaya doğru itecek.