2024, AKP yönetimindeki ülke için büyük geri sıçramalar yılı oldu
Yeni Osmanlıcı Türkiye kapitalizminin dışarıda yayılmacı; içeride Anayasasız, seçim mekanizması anlamsızlaşan, yurttaşlık statüsünün aşındırıldığı, mezhepçi bir canavara dönüşme süreci 2024 yılında büyük hız aldı. 2025’te mücadelenin ana hedefi bu canavarın durdurulması olmalıdır.

Cangül ÖRNEK
Akademisyen
2024 yılı ileride Türkiye’nin yakın tarihinde bir dönüm noktası olarak gösterebileceğimiz gelişmelere sahne oldu. Yeni yıla Türkiye Anayasası fiilen askıya alınmış bir ülke olarak girdi. Anasaya Mahkemesi’nın Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili verdiği “hak ihlali” kararını Yargıtay’ın yok sayması, Türkiye’nin Anayasasızlaşma sürecinin yüksek yargı eliyle tescillenmesi anlamına geldi. Ardından 2024 Mart ayındaki Yerel Seçimler’de AKP’nin, CHP’nin ardından ikinci parti olması ve sağın kalesi olarak kabul edilen pek çok il ve ilçede belediye başkanlıklarını beklenmedik biçimde CHP’nin kazanması siyasi dengeleri sarstı. Türkiye toplumu son yıllarda yaşadığı hızlı yoksullaşmaya ve değersizleşmeye duyduğu öfkeyi 2024 Yerel Seçimi’nde sandığa yansıttı. Bu yenilginin iktidar için geçici bir sarsılma mı olduğu, yoksa Türkiye’nin AKP’li yılların sonuna mı geldiği sorularının yanıtları henüz belirsiz olsa da, yıl sonuna gelindiğinde umudun canlı kaldığını söylemek pek kolay değil.
Yerel seçimin ardından yükselen değişim beklentisi, sadece birkaç ay içinde yerini yeni bir karamsarlık dalgasına bırakmıştı. Bu açıdan dönüm noktası, 1 Mayıs günü Saraçhane’de CHP yönetiminin iktidarın baskısı karşısında geri adım atmasıydı. İktidar bu geri adımdan, CHP’nin emekçilere dayanarak radikal bir çıkış örgütlemeyeceği sonucunu çıkararak inisiyatifi ele geçirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki iktidarın başlattığı ve CHP’nin, Genel Başkan Özgür Özel liderliğinde bir parçası olmayı kabul ettiği “yumuşama” ya da “normalleşme” olarak adlandırılan süreç, halkın tepkisine rağmen yürütüldü. İki liderin karşılıklı olarak birbirini ziyaret ettiği ve gerginlik siyasetinin terk edilmesi temennilerinin dile getirildiği birkaç ayın tek somut çıktısı, 28 Şubat tutuklularının özgürlüklerine kavuşması oldu. İktidar, Can Atalay ve diğer Gezi davası tutukluları örneğinde görüldüğü gibi Anayasa tanımazlığı konusunda herhangi bir geri adım atmadığı gibi söylemsel düzeyde bile hukuk tanımazlığını esnetmedi.
Bu sürecin insanların umutlarına vurduğu esas darbe ise, halkın sandıkta gösterdiği tepkinin yükseltilerek bir erken seçim talebine dönüştürülmesi beklenirken CHP’nin bu talebi kararlı biçimde gündem dışı tutmasıyla geldi. Toplumun bu yöndeki baskısı kulak arkası edildi. Seçimin hemen ardından, iktidarın önceki yıldan farklı olarak Temmuz 2024’de asgari ücrete ara zam yapmaması iktidara karşı bir emek tepkisi yükseltmek için önemli bir vesileydi. Haziran ayı, bu konuda iktidara geri adım attırması beklenen muhalefetin, bu baskıyı kurmaktan geri durduğu, hatta Erdoğan’ı CHP Genel Merkezi’nde ağırlayarak Türkiye’nin gündemini “normalleşme”ye kilitlediği çok önemli bir dönemdi. Kuşkusuz bu yanlışın bir nedeni, CHP liderliğinin hatalı kararlarıydı. Ancak daha önemli nedeni, CHP’nin Şimşek programı karşısına sermayeyi ürkütecek bir ekonomik programla çıkmaktan kaçınmasıydı.
İktidarı oluşturan iki partinin AKP ve MHP’nin ciddi bir hazırlıkla geçirdiği yaz aylarından sonra sonbaharda TBMM tekrar açıldığında iktidar, Kürt sorununda adı konulmayan bir “açılım” süreci tartışması başlatarak gündemi belirledi. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Öcalan’ı Meclis’te konuşturmak”tan bahsettiği günlerde CHP’ye ve DEM Parti’ye yönelik kayyım darbesi geldi. Yani iktidar göz boyamak için bile “demokratik” jestlere yönelmediği gibi baskıyı artırdı. 31 Ekim günü Esenyurt’un CHP’li Belediye Başkanı Ahmet Özer yerine kayyım atanması, Türkiye’yi yeni bir sürece soktu. Kasım ayında Doğu’daki CHP ve DEM Partili belediye başkanlarının yerine kayyımlar atanırken iktidar bu anti-demokratik uygulamanın başka belediyelere de uzanacağı yönünde gözdağı veriyordu.

Türkiye’de seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyım atanması, birkaç yıldır yoğun olarak başvurulan hukuk dışı bir uygulamayken 2024 yılı itibariyle ilk kez Doğu illeri dışında, İstanbul’un en önemli ilçelerinden birinde kayyım ataması yapılması çok önemli bir yeni eşiğe gelindiğinin de işareti oldu. Bilindiği gibi AKP, iktidarının ilk yıllarından itibaren devleti ele geçirme mücadelesi verirken kendi meşruiyetini “seçilmiş olmaya” dayandırmıştı. Zamanla CHP başta olmak üzere muhalefet de seçimleri tek demokratik katılım mekanizması olarak benimsemiş, seçim dışındaki siyasi katılım biçimlerini, örneğin sokak protestosunu, gayrimeşru saymaya katkıda bulunmuştu. Gelinen noktada Türkiye’de yurttaşın tepkisini dışavurabildiği tek mekanizma olarak seçim de, kayyım uygulamasıyla birlikte büyük ölçüde anlamsızlaştı. Genel oy hakkının dünya işçi sınıfı tarihinde siyasal hakların elde edilmesi bakımından nasıl bir dönüm noktası teşkil ettiği düşünülürse, hele Türkiye gibi işçi sınıfının örgütsüz olduğu ve seçilme hakkını kullanamadığı bir ülkede, seçme hakkının da bu şekilde gasp edilmesi tarihsel bir geri sıçrayış olarak görülmeli. Bu aşamadan sonra AKP yönetimindeki Türkiye’yi “seçimli otoriter” bir ülke olarak tanımlamak da güçleşmiş oldu. Yıl sona ererken Suriye’de HTŞ liderliğindeki cihatçılar ABD, İsrail ve Türkiye’nin desteğiyle iktidara geldi. AKP iktidarının Suriye politikası sonucunda, Türkiye’nin Misak-ı Milli’yi esas alan güney sınırları belirsizleşti. Suriye, Türkiye’nin iç politikası haline geldikçe Suriye’deki cihatçı ve mezhepçi anlayış da Türkiye’de yansımasını bulmakta gecikmedi. Yeni Osmanlıcı Türkiye kapitalizminin dışarıda yayılmacı; içeride Anayasasız, seçim mekanizması anlamsızlaşan, yurttaşlık statüsünün aşındırıldığı, mezhepçi bir canavara dönüşme süreci 2024 yılında büyük hız aldı. 2025’te mücadelenin ana hedefi bu canavarın durdurulması olmalıdır.