2025’e doğru: Benliğin olanakları ve lider kültü
İnsan evriminin itici güçleri başlangıçtan bu yana beslenme, barınma ve çoğalmadır. İlk ikisi hayatta kalmayı ve sonuncusu da türü sürdürmeyi sağlar. Bugün dünya nüfusunun belki de %80’i için bunların her üçü de tehdit altında.
Tüm dünyada doğurganlık azalıyor. Her ne kadar aşırı yoksullar arasında “bebek patlaması” düzeyinde bir artış oluyor gibi görünse de, o bebeklerin erişkin yaşa gelene kadar yaşama şansları da aynı oranda azalıyor. Çin nüfusunun 2050 yılında 100 milyon, 2100 yılında ise 700 milyon azalacağı öngörülüyor. Avrupa ülkelerinde bu oranlar daha da hızlı bir nüfus azalması olduğunu gösteriyor.
Türkiye’de ise doğurganlık hızı son 22 yılda (AKP iktidarı) rekor düzeyde düştü. Bir kadının hayatı boyunca dünyaya getirdiği ortalama çocuk sayısı 2021 yılında 2,38 iken, 2023 yılında 1,51’e gerilemiş. Türkiye olarak bir barınma krizinin içinde olduğumuz açık. Ev sayısı artıyor ama ev sahiplerinin sayısı düşüyor. Nüfusun çok büyük bölümü ödenmesi giderek imkânsızlaşan kiralar karşılığı barınabiliyor. Beslenme sorunlarının çoktan bir krize dönmüş olduğu da ortada. Sorun medyada azıcık yer bulabilen “okula aç giden çocuklar”dan çok daha büyük.
Tür olarak insanlık, milyon yıl önce de benzer durumdaydı. Tek başına olduğunda hayatta kalmasının imkansız olduğu zamanlarda, insanlar aralarında ördükleri psikolojik bağlar sayesinde belirsizlik hissini aşarak varkaldılar. Bu yüzden evrimin itici gücü hayatta kalmak ise hayatı sürdürebilmenin yolu da bağlar örerek grup olabilmekten geçti.
Günümüzde de bu üç yaşamsal gereksinimin krize dönüşen girdabında, tekil birey için hayat ve gelecek radikal bir belirsizlik hissine neden oluyor. Milyonlar bırakın geleceği, bugünü nasıl kurtarabileceklerinin telaşındalar; gelecek umudu besleyebilmek için bağ kurabilecekleri hiç bir “güç” hissedemiyorlar. İnsan, psikolojik bağlarının koptuğu, yönetilemez, müdahale edilemez tarihsel güçlerin etkisi altında belirsiz bir geleceğe doğru savruluyor. Yılın sözcüğünün “kalabalık yalnızlık” olması bu bağlamda çok anlamlı.
Radikal belirsizlik ve psikolojik bağların kurulamadığı bir yalnızlık hissinin yol açtığı boşluk, anlamsızlık ve yetersizlik duyguları “büyük liderlere ve büyük hikayelere” kapılmayı kolaylaştırıyor. ABD’li psikanalist Robert J. Lifton, son 50 yılda tüm dünyada üç tek tanrılı dinin ve Hinduizmin köktendinci (fundementalist) yorumlarının güçlenmesini, laik, demokratik çoğulculuk yerine eski tip din ve devleti birleştiren “dinci liderlerin” yükselişini bu sürece bağlar. Mondi’den Orban’a, Erdoğan’dan Trump’a radikal belirsizlik çağının liderleri “aynı masalı” anlatıyor kitlelere: “Yeniden büyük olacağız!”
Liderlerin adı değişse de, “yeniden büyük olacağız” sloganının vaat ettiği “efsane” çok benzer. Bir zamanlar çok büyük ve güçlüydük (ilk cennet); sonra düşmanlar, hainler ve beceriksizler bizi günaha sokarak sefalete sürüklediler (içinde yaşadığımız dünya); biz şimdi yeniden “eski özümüze dönerek (kayıp cennet), yeniden çok güçlü, zengin ve refah içinde olacağız. Tanrının düzenini yeniden kuracağız!
Tanrının düzeni, belirsizlik içinde benlik hissini yitirmiş ve hayatta kalma krizi yaşayan insana, kendi benliğinden vazgeçerek daha “büyük ve güçlü” gibi görünen liderin benliğinde erime ve onunla bütünleşerek “o gibi olma” vaadi sunuyor. RT Erdoğan’ın ihtişamlı mekanlarından ve görkemli hayatından gurur duyan yoksulların hissetlikleri tam da bu hal. Anlamsız ve zayıf benliklerinden kurtulma imkanı.
1960’lı yıllarda yaygınlaşan laiklik temelli ulusal bağımsızlık savaşlarının, 1980’li yıllardan başlayarak dincilik ve etnik milliyetçilik temelli ayrılıkçı etnik temizlik savaşlarına dönüşmüş olması da bu sürecin bir parçası. Son yıllarda Suriye’de olmakta olan, doksanlı yılların başında Yugoslavya’da olup biten kıyımdan niteliksel olarak farklı değil.
Bizi yeniden “eski gücümüze kavuşturacak” lider efsanesinin başarı şansı olmadığı açık. Ne geçmiş bir kayıp cennetti, ne de benliklerini yitirmiş kitleleri emri altında toplayan liderlerin götürebilecekleri bir gelecek cenneti var. Ham hayal her defasında gerçeğe toslar. Gerçekle olan her çarpışma bir sonraki “dinci” liderin daha otoriter, daha güçlü, daha vaatkar olmasını zorlar. Ama gerçek, her zaman galip gelir.
İnsan türü bu dünyada birbirleri arasında bağlar kurarak, grup oluşturarak hayatta kaldı. Grubun hayatta kalmasını ise geliştirilebilen ortak ilkeler (siz ahlak deyin) sağladı. Gökten zembille inen ortak ilkeler değil “bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçe yaşamayı sağlayan” yeryüzünün ilkeleri büyük insanlığı inşa etti.
İnsan benliği, dinci kült liderlerin benliğinde eriyip yitmeye yazgılı değil. Kendi “yaratıcı güçlerine” dayanarak yükselmenin olanaklarını da taşıyor.