Google Play Store
App Store

21. yüzyılın ilk çeyreğini geçmeye hazırlanıyoruz. Bu ilk çeyreğin başındaki dünya ile bugünkü dünya arasındaki en büyük fark ne olabilir?

1999 yılının sonları bir felaket senaryosu ile ilgili tartışmalarla geçmişti. Bilgisayarların saatlerinde tarih bölümünün yılın son iki rakamına göre programlandığı bu yüzden 2000 yılını tanımlayamayacağı iddia ediliyordu.  31 Aralık 1999 saat 00 01’de bilgisayar tarihlerinin 01. 01. 2000 değil, 01. 01. 1900’ü göstereceğini ve dünyada henüz çok gelişmemiş olsa da tüm internet ve bilgisayar alt yapısının çökebileceğini savunanlar vardı. Bu çöküş özellikle finans sisteminde, bankacılıkta ve her türden verinin işlenmesine büyük bir kaosa neden olacaktı!

2000 yılı, artık 21. yüzyıldayız ve hayır, 1 Ocak 2001 tarihinde 21. yüzyıla gireceğiz tartışmaları (geyiği) ile geçmişti. Henüz 11 Eylül saldırısı olmamıştı ve dünya kapitalizmi Sovyetler Birliği’nin yıkıntıları üstünde “tarihin sonunu” getiren kesin zaferini kutluyordu. O yıllarda tüm dünyada farklı disiplinlerden kelimenin tam anlamıyla “bir avuç sosyalist” dünyanın bir felakete sürüklendiği uyarısını yapıyordu. Koşar adım küresel yıkıma sürüklenildiği uyarısı yapan sosyalistlerle, “dinozor” diye dalga geçiliyordu.

İki binlerin başında dünyayı saran ya da sardırılan ve sokaktaki sıradan insanın bilincini etkileyen temel duygu savaşların, çatışmaların olmadığı, aralarında eşitsizlikler olsa da en yoksulun bile “refah içinde” yaşadığı bir küresel sistemin nihai zaferinin yaşandığıydı. Sosyalizm “mikrobunun” kökü kazınmıştı ve tek dünya devletinin ayak sesleri duyuluyordu. Dahası devlete bile ihtiyaç kalmayacaktı. Kapitalizm “cenneti” bu dünyaya getirmişti ve artık tarihin bile sonu gelmişti! Mutlu mesut bir insanlık tek düzen altında yaşayacaktı.

Çeyrek yüzyıl geçti geçecek şimdilerde. Peki, 2025 yılına doğru günümüzün temel duygusu ne olabilir? İnsanlığın çoğunluğunun hadi tam cennet olmasa da 2000 yılına göre daha refah içinde yaşadıklarını söyleyebilir miyiz? Savaşlar ve çatışmalar bitmiş durumda mı? Dünya Eşitsizlik Raporu (2022) verisine göre dünyada son çeyrek yüzyılda ülkelerarası eşitsizlik azalırken ülke içi eşitsizlikler rekor düzeyinde artıyor. Aynı rapora göre 2022 yılında dünya nüfusunun %10 küresel gelirin %52’sini alırken, en yoksul %50’ye kalan pay sadece %38. En zengin %1, seksenlerde toplam servetin %25’ine sahipken günümüzde en zengin %1, toplam servetin %40’ına sahip!

Bu süreç dünyanın zenginler ve yoksullar olarak iki kutba ayrıldığını gösteriyor. Her ülkenin zengini hemen hemen aynı düzeyde zenginken her ülkenin yoksulu da benzer şekilde yoksullaşıyor. Dünya etnik, dini, milli kimliklerden çok zengin ve yoksul gibi iki ayrı kimliğe bölünüyor. Zenginin Hintli, Türk, Alman ya da ABD’li olmasının önemi kalmıyor, yoksulun da öyle.

11 Eylül Saldırısı sonrası dünyayı saran ABD-NATO komutasındaki küresel terör siyaseti insanlığın neredeyse %80’inden fazlasını derin bir yoksulluğa itmiş durumda. Yönü Avrupa ve ABD olmak üzere küresel bir göç dalgası her geçen gün daha da şiddetleniyor. Dünyanın yoksulları zenginliğe ulaşmaya çalışmıyorlar, açlık, savaş ve ölüm coğrafyasından kaçıyorlar. Belki de biraz da bu kaçış hali onların göçle geldikleri yerlere entegre olmaya çalışmalarını değil, tutunabildikleri tek kimlik değişkeni olan din ve etnik kimliklerini koruma çabasına neden oluyor. Göç edenlerin entegre olmaya çalışmamalarını belirleyen bir diğer etken ise kabaca “intikam hissi” olarak tanımlanabilir. “Batılı” olmaya çalışmıyorlar da sanki yoksulluklarının nedeni olarak gördükleri “batı” dan tazminatlarını istiyorlar gibi diyebiliriz.

Göç edenlerin gittikleri yerde ilk karşılaştıkları ise yine kendileri gibi yoksullar. O yoksullar da din ve etnik/milli kimlik dışında “hiçbir varlıkları” kalmamış ya da bitmek üzere olanlar. Bu karşılaşmaların yoksulların yoksulları kırdığı bir ekmek savaşına dönmek üzere olduğu söylenebilir. Ne ki, bu çatışmayı çözebilecek ve yoksulları bir “sınıf” mücadelesine yönlendirebilecek tek güç, tek fikir olan sosyalistler ya hiç yoklar ya da çok ama çok zayıflar.

Bir işim olur ve çalışırsam barınabilecek, aile kurabilecek, çocuk yetiştirebilecek bir gelir elde edebilirim hissiyatı/ inancını taşıyan orta sınıf bile kalmamak üzere. Dünyanın yoksulları için gelecek her ne yaparsa yapsın üstesinden gelemeyeceği bir açlık mücadelesinden başka bir şey vaat edemiyor.

İnsanlığın çok büyük bir çoğunluğu için gelecek, radikal bir belirsizlikten hissinden öte bir duygu, umut ya da düşünce vaat edemiyor. Radikal belirsizlik hissinin kimlik ve bilinci nasıl etkileyebileceği önemli bir soru.