2025’e doğru: Umut ve korku açmazı
İnsan, başlangıçtan bu yana ancak bağ/lar kurarak hayatını sürdürebildi. 8-10 kişilik topluluklar oluşturabilenler hayatta kalabildi. Milyon yıllık evrimin insana kattığı en önemli kalıt, bağ kurmaya eğilim oldu. Fiziksel bir aradalığı kalıcılaştıran ruhsal bağlar da böyle evrimleşti.
İnsan kendisini/kimliğini/benliğini kurduğu bu bağlar aracılığıyla inşa eder. Benliğimizi kuran ruhsal bağlar bizi içinde yaşadığımız “şimdinin ve geleceğin belirsizliğinden” koruyan semboller üretir. Bu sembollerin en önemlileri de hayat ve ölümün “ne" olduklarıdır. Geleceğin nasıl geleceğine dair beklentilerimiz “bilinebilir” olduğu sürece içinde yaşadığımız anın koşullarına odaklanabiliriz. O gelecek için yapabileceklerimizi ve yapamayabileceklerimizi değerlendirip, koşullarımızı zorlayabiliriz.
“Elhamdülillah müslümanım” benliği, bu dünyada yaşadığı koşulların yaratıcının takdiri olduğunu, eylemlerini sadece yaratıcının talimatlarına göre eylediği sürece bireysel sorumluluk hissetmesine gerek olmadığını, yaratıcısının kurallarına uyduğunda ölümden sonra onu sonsuz bir doyum ve mutluluk içinde bitimsiz bir gerçek hayatın beklediğini hissettirir. Böylesi bir benlik için belirsizlik yoktur, tersine her şey yaratıcının kontrolü altındadır.
∗∗∗
1980 yılında bir liseye tarih öğretmeni olarak atanan 23 yaşında Ankaralı bir erkeği düşünelim. Eğer etliye sütlüye (siyasete) bulaşmazsa 25 yıl sonra 48 yaşında emekli olabilecekti. Kendisi gibi bir öğretmenle evlenirse, eşi de 43 yaşında emekli olacaktı. Yaklaşık on yıl kadar Anadoluda çeşitli yerlerde öğretmenlik yapacaklar, sonra Ankara’ya tayinleri çıkacaktı. Meslek hayatları boyunca tutumlu olurlarsa, Erdek-Ayvalık hattında temelden girdikleri kooperatiften bir yazlıkları, Ankara’da da bir evleri olacaktı. Emekli ikramiyeleri ile bir ev daha alabileceklerdi. Böylece mütevazı hayatlarında ayda bir tiyatroya, sinemaya gidebilecekler, pazarları Gençlik Parkı’nda eğlenebileceklerdi. Olasılıkla iki çocukları olacak ve onlar da doktor, mühendis ya da öğretmen vb. eğitimli insanlar olacaklardı. Her iki çocuklarına birer ev bırakabilmiş olarak emekliliklerinde yazlıklarında huzur içinde yaşayabileceklerdi. Bu öğretmen için 12 Eylül Darbesi, faşizm vs. çok da gelecek belirsizliği yaratmayacaktı.
2025 yılında bir eğitim fakültesinin tarih bölümünden mezun olacak olan öğretmen adayını düşünelim şimdi. Son iki yazıda anlatmaya çalıştığım “radikal belirsizlik” bu yıl mezun olacak öğretmenle, 1980 yılında mezun olan öğretmenin hayat ve gelecek tahayyülleri arasındaki farkı gösteriyor. Bugünkü yeni mezunun herhangi bir gelecek tahayyülünün bile olamadığını söylemek yanlış olur mu? Bırakın geçinebileceği bir iş bulmayı, şimdi yaşadığı ülke sınırları ve siyasal rejimin sürüp sürmeyeceğinden dahi emin olamadığı bir belirsizlik hissettiğinin fakındayız değil mi?
Bugün Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan, farkında olsalar da olmasalar da, o mezun olacak gençle aynı duyguları paylaşıyor. Radikal belirsizlik aynı anda korku ve umudu harekete geçirir. Korku insanın aklını eriten ve koşullarını aklın süzgecinden geçirerek değerlendirmesini engelleyen, sadece korku hissinin tetiklediği korunma, hayatta kalma davranışına neden olan temel tehlike hissidir. Radikal belirsizlik karşısında hayatta kalmak için umuda tutunmaya çalışmak da insanı akıldan uzaklaştırır. Akıldan uzaklaşmak, eylem ile sonuç arasındaki ilişkinin akılla değerlendirilmesini engelleyerek mucizevi beklentilere girilmesine yol açar. Üç kuruş maaşıyla internette sanal kumar oynayanların, çiftlikbank vb. ponzi sistemlerine varlarını yoklarını yatıranların, çok yüksek faiz beklentisine kanarak elden para verenlerin akılsızlıklarının nedeni işte bu umut duygusudur.
∗∗∗
Şimdi yukarıdaki “müslüman benliğine” geri dönelim. Bu benlik hissinin radikal belirsizliğin neden olduğu korkudan koruyan, umuda tutunduran gücü açık değil mi? Akıldan uzaklaşmış bir benliğin sorumluluk duygusunu “yeryüzünde en güçlü görünene” neredeyse yaratıcıya biat eder gibi yıkması da anlaşılabilir.
Bireysel ya da kollektif benliğimizi içinde yaşadığımız tarihsel toplumsal koşullar inşa ediyor.
Milliyetçi ya da dinci (çoğu zaman ikisi bir arada) liderlerin sadece Türkiye’de değil, dünyada da son yirmi yıldaki büyük yükselişlerinin ardında yatan süreç biraz da bu ruh hali.
Eğer bu ruh hali kaçınılmaz olsaydı insan türü yeryüzünde hala 8-10 kişilik avcı toplayıcılar olarak yaşıyor olurdu. Hadi bilemedin, Zeus hala Olimposun zirvesindeydi, Türük Tengri gökyüzünün hakimiydi! Kadim zamanlardan bu yana, korku ve umudun aynı anda ittiği büyük güçlerden beklenen mucizelerden insan(lığ)ı özgürleştiren akılla iş görenler oldu. Ne denli radikal olsa da bugün insanlığın yaşadığı belirsizlik hissi tarihin en kötü dönemi değil. İnsan korku ve umudu aklıyla değerlendirebildiğinde hayatta kalabildi. Yine öyle olacak, eğer özgürlükten yana olanlar akıllarını kullanabilirlerse.