21 yıllık AKP iktidarında toplumsal kurumlar çok şeyini, din ile eğitim ise her şeyini kaybetti. Bu sürede eğitim laiklikten, din Allah'tan uzaklaştı. Bu iki kurumun kurtuluşu varlık nedenleri olan değerleriyle buluşmasına bağlı. Şimdi kritik soru şu; eğitimin laiklikle, İslam'ın Tanrısıyla buluşması nasıl sağlanacak?

İslam'ı Tanrı ile buluşturma konusunda akıl yürütmek bizlere, en azından bana düşmez. Fakat Allah'a tapan dindarı paraya tapınan dinciye tercih ettiğimiz için 'bize ne' diyemeyiz. İnsan birlikte yaşadığı kişinin öngörülebilir olmasını ister. O nedenle  tercihimiz, para gibi kuralları olmayan bir nesneye Tanrı muamelesi yapan dinci yerine davranışı kestirilebilir Müslümandan yanadır. İktidar adayı koalisyonun dindar ortaklarının da böyle düşündüğünü varsayarak İslamın dindarlara devrini sağlamayı onlara bırakmak gerek.  

Eğitimle dinin aynı değerlere sahip olmadığı; eğitimin dinin, dinin eğitimin bilgisini kullanamayacağı; birinin yönteminin diğerinde uygulanamayacağı; eğitimin camide, ibadetin okulda yapılamayacağı, birini diğerinin alanında örgütlenmemesi gerektiği artık anlaşılmış olmalı. Bu sadece laiklerin savunduğu bir görüş değil, Sünnî İslam geleneğinin kurucu ismi Gazali'nin takipçisi veya ondan esinlenen aklı başında her Müslümanın bilim ile felsefenin dinden ayrı bir uğraş alanı olduğunu bilmesi gerekir. Doğru olan, her birinin kendi alanına çekilmesi ve dinin dindarlara, eğitimin ise laiklere bırakılmasıdır. Kemal Kılıçdaroğlu, "Devrimsel Proje" mesajıyla paylaştığı eğitim konulu videoda eğitimin Merkez Bankası gibi siyasi müdahaleye kapalı olacağını söylerken sanırım bunu kastediyordu. Anladığım gibiyse sorun yok, değilse siyasi amaçlarla siyasetin dinselleştirerek rotasından çıkardığı eğitimi normalleştirmeden (her ne kadar alıcısı çok bir slogan olsa da) “Eğitim siyaset dışı olmalı” yanlış bir söylem olur. 

Eğitimin değeri laiklik, bilgi kaynağı ise bilimdir. Biri olmadan öteki, ikisi birlikte olmadan eğitim olmaz. Kalkınmayla demokrasiyi birlikte gerçekleştirme çabasındaki gelişmekte olan ülkeler bu birlikteliği korumak zorundadır. Türkiye laikliği eğitimden ayırdığı için bilim üretemedi ve teknoloji bağımlısı bir ülke olarak kaldı. Şimdi önünde kaçırmaması/kaçırılmaması gereken bir fırsat var… 

Peki, bu fırsatı iktidar adayı koalisyonun hangi kanadı değerlendirebilir? 4+4+4 yasası henüz tartışılma aşamasındayken tepki vermesini beklediğim (Bu partilerin birinde milletvekili ve parti yöneticisi olarak aktif siyasete devam eden) bir eğitim sendikası yöneticisine, zorunlu eğitim yaşının 5'e indirilmesini pedagojik buluyor musunuz diye sormuş "Hayır, fakat Peygamberin Hayatı ve Siyer dersine karşı olduğumuz düşünülmesin diye görüşümüzü ifade edemiyoruz" yanıtını almıştım. Sendikacı siyasetçinin aşamadığı bu handikapı, doğrudan ya da dolaylı olarak eğitimde gelinen noktaya katkı sunmuş diğerlerinin aşma şansı hiç yok. Açık söylemek gerekirse Altılı Masanın muhafazakar kanadı bizimle aynı kaygıları taşısa bile siyasal İslamcıların bu yöndeki baskılarına dayanamaz. Bundan dolayı eğitim yeni iktidarın laik kanadına bırakılmalıdır diyoruz. 

Bu noktada, Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu süreci yönetecek ekibi var mı diye sorulabilir. Eğitimle ilgili videosundan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kadrosunu kurduğu anlaşılıyor. Kimlerden oluştuğunu bilmediğimiz bu ekip,  mesleki eğitim bahanesiyle iş dünyası lehine eğitimi evrensel amaçlarından saptırmayacak; din ve milliyetçilik mücahitliğine soyunmayacak, planlama ve yönetme kabiliyetine sahip, eğitimin bileşenleriyle diyalog kurabilecek, çocuk dostu eğitimcilerden oluşuyorsa kayıp nesil kurtarılamazsa bile eğitimin diğer kurumlardan daha kısa sürede toparlanması sağlanabilir. 

Kılıçdaroğlu’nun, “yıldızlar”, “Dünyada ve Türkiye’de ünlü akademisyenler” ve “şampiyonlar ligi” olarak tarif ettiği kadrosu belirttiğim nitelikleri taşıyorsa ne ala; taşımıyorsa ünün, şöhretin ve akademik unvanın liyakati garanti etmediğini; alan uzmanlığını ifade eden akademik unvanın liyakatin ölçüsü haline getirilmesinin layık olanı dışarıda bırakmak gibi riskler barındırdığını anımsatmak isterim. Eğer tercih ün, şöhret ve unvan olursa CHP, başta kendi milletvekili Yıldırım Kaya olmak üzere uzun muhalefet döneminde birikiminden ve enerjisinden yararlandığı kişileri;  onlar üzerinden eğitim emekçileriyle kurduğu ilişkiyi, faaliyet alanı eğitim olan sivil toplum örgütleriyle geliştirdiği diyalogu, biriktirdiği onca bilgiyi ve geliştirdiği politikayı yok saymış olur. Bu, aynı zamanda, bunca saldırıya rağmen eğitimi onarılabilir noktada tutmayı başaran kendi kamuoyunun gözden çıkarılması anlamına da gelir. Söz konusu eğitim gibi kamusal hizmetler olduğunda alan uzmanlığı liyakat için yeterli olmaz, uzmanlığın yanı sıra kamusal fikirlere sahip olmak da gerekir. O nedenle üne ve unvana takılıp kalmamak lazım.