25 Kasım vesilesiyle: Kadına yönelik ekonomik şiddet ve sömürüye karşı (da) mücadele

Doç. Dr. Selin PELEK
Kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günü olarak, her yıl daha gür bir sesle yan yana geldiğimiz ve toplumsal yaşamın cinsiyetçi örgütlenmesini kırmak için mücadele ettiğimiz 25 Kasım'larda ekonomik şiddeti de konuşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Kadına yönelik şiddet denildiğinde ilk akla gelenin tüm yıkıcılığıyla fiziksel ve cinsel şiddet olması anlaşılır bir durum. Ancak cinsiyetçi şiddet, evlerden fabrikalara plazalara tarlalara devlet dairelerine; kısaca kadın emeğinin yer aldığı her mecraya uzanıyor. Kadınların cinsiyetleriyle bağlantılı olarak maruz kaldıkları ekonomik eşitsizlik ve yoksulluk şiddetin oldukça önemli bir biçimi. Bunun en yakıcı örneklerinden birini geçen gün, evde beş çocuğuna bakım hizmetine ara verip hurda toplamaya gitmek zorunda kalan ve derme çatma barakasında hapsolduğu yoksulluğu tek başına göğüslemeye çalışırken beş evladını korkunç bir şekilde kaybeden bir kadın ile gördük. Arkasından iktidar partisine mensup, üç dönemdir milletvekilliği yapan, devletin tüm olanaklarına sahip aynı zamanda hukukçu olan bir kadın milletvekili “paraya değil, annenin yaşam tarzına” bakmamızı söyledi. Evde beş çocuğunu bırakıp hurda toplamaya giden ve eşi cezaevinde olan kişi bir erkek olsaydı akıllara yaşam tarzını sorgulamak gelir miydi sorusunu aklımızda tutarak Özlem Hanım’ın tavsiyesine uymayalım ve paraya bakalım.
İŞGÜCÜNE KATILIM: HEDEF VE GERÇEKLER
Özlem Zengin’in yaşam tarzı vurgusunun kuruluşundan bu yana yer aldığı partisi AKP’nin de çok önemsediği bir husus olduğu aşikâr. Kadınların ekonomik hayatta yer almasına da bu gözlükle baktıklarını biliyoruz. AKP’nin makbul yaşam tarzında kadının birincil görevi annelik, aile en kutsal yapı; çalışma ise bilhassa çocuk bakım emeği ve ailevi sorumlulukların mükemmel bir şekilde yerine getirilmesinden sonra gelmesi gereken opsiyonel bir faaliyet. Çünkü AKP zihniyeti başımıza gelen her türlü melaneti aile yapısının yeterince güçlü olmamasına ve yukarıdaki örnekte olduğu gibi kafalarındakine uymayan bir “yaşam tarzına” bağlamakta çok mahir. Ancak tarihin tekeri başka türlü işliyor ve hizmetler toplumunda kapitalist düzen; ücretleri düşük tuttuğu, ucuz işgücü olarak kodladığı kadın emeğine ihtiyaç duyuyor. Bu nedenle Tayyip Erdoğan birkaç gün önce en az on yıldır her stratejik planda yer alan ama bir türlü gerçekleşmeyen yüzde 40 işgücüne katılım oranı hedefini tekrarlıyor. Nasıl gerçekleşsin? Kadınların ekonomik yaşamdan dışlanmasını azaltacak bir hamle var mı? Örneğin yaygın kamusal kreşler, yaşlı bakım evleri, kadınların maruz kaldığı ücret ayrımcılığına karşı caydırıcı bir politika, hamilelik gibi durumlarda iş güvencesini garanti eden bir uygulama? Aksine yirmi yılı aşan iktidarları içerisinde topluma giydirmeye çalıştıkları dinselleşme gömleği ile kadınların geleneksel rollerini yani görünmeyen, ödenmeyen emeklerini kutsadılar ancak geçim sıkıntısı kadınları düşük ücretli işlerde güvencesiz çalışmaya itti. AKP’li yıllarda kadınları iş piyasasına çeken bir diğer faktör ise niteliği azalan ama niceliksel olarak hormonlu bir şekilde genişleyen yüksek öğrenim politikası oldu.
CAM TAVANDAN TAŞERONA
Eğitim düzeyi arttıkça kadınların işgücüne katılımının arttığı bilindik bir olgu. Ancak kadınların emeği tıpkı evdeki görünmezliği gibi işyerlerinde de gizli tavanlara çarpıyor. Ücretli kadın istihdamı artıyor olsa da, kadınlar hala erkeklerle eşit ücretler almıyor ve hem kamu hem de özel sektörde yönetici pozisyonlarına gelme konusunda ciddi engellerle karşılaşıyor Devletin resmi istatistiklerine göre kadınların en düşük ücret diliminde yer alma oranı erkeklere kıyasla çok daha yüksekken, en üst dilimde kadınların payı oldukça düşük. Sözün özü elinde bir yükseköğrenim diploması olanı kadınlar için eşit işe eşit ücret veya terfi konusunda ciddi bir ayrımcılık söz konusu.
Peki ya eğitim olanaklarından faydalanamayanlar? Kadınların istihdamının yoğunlaştığı turizm, tekstil, perakende satış, kişisel bakım gibi iş alanları uzun çalışma süreleri, parçalı- taşeronlaşmış iş yapısı, düşük ücreti kayıtdışı istihdam ve güvencesizlikle karakterize sektörler olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye kapitalizmi evdeki kadını işyerine çağırıyor ama ona katmerli sömürü sunuyor. Öte yandan işsizler arasında da kadın-erkek farkının kadınlar aleyhine olduğunu akılda tutmak gerek. Son verilere göre işsizlik oranlarında cinsiyet farkı dört puan civarında.
UMUTLU OLMAK İÇİN TEK SEBEP
Bütün bu tablo kadınları ekonomik şiddeti de odağına alan kararlı sürekli ve güçlü bir mücadeleye çağırıyor. Görevimiz zorlu olsa da eylemin en iyi öğretmen olması büyük bir avantaj diye düşünüyorum. Birkaç gün önce Polonez işçisi kadınların içimizi ısıtan bize güç veren mücadelesine ilişkin bir video izledim. Grev çadırındaki kadınlardan biri, torununun “babaannemi kızdırmayalım evde de grev yapar valla” dediğini anlatıyordu gülerek. Evde ve işyerinde emeğimiz ile varız. Flormar’dan Polonez’e, emekçi kadınların çifte mücadelesi görünmeyen el konulan emeğimizin değerini gösterecek en büyük silahımız.