28 Mayıs’taki esas soru

28 Mayıs’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimine gelmeden önce kısaca bu seçime ışık tutacak geçmiş kırılmaları hatırlayalım.

Türkiye, AKP iktidarı döneminde 3 kez referanduma gitti. 2007, 2010 ve 2017 yıllarında yapılan referandumların en belirgin özelliği, iktidar karşıtı cephenin istikrarlı bir şekilde genişlemesidir.

21 Ekim 2007 referandumunda, başta cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi olmak üzere pek çok başlıkta yapılması öngörülen değişiklik oylandı. Bu, kimilerine göre bir “demokratikleşme adımı”ydı. Çankaya’ya kimin çıkacağının halk tarafından belirlenmesinin ilerici bir adım olduğu sanıldı. Oysa AKP’nin hedefi, Cumhuriyet’in kuruluş dinamiklerine aykırı şekilde bir kişiyi Meclis’ten üstün kılmak, cumhurbaşkanına yürütme yetkisi vererek keyfiliğe dayanan bir rejime geçmekti. Referanduma yüzde 67,5 katılım oldu ve ‘evet’e yüzde 69 oranında oy çıktı. Ezici bir üstünlükle AKP kazandı. ‘Hayır’ların oranı ise yüzde 31’de kaldı. Nitekim 2012’de yapımına başlanan ve 2014’te tamamlanan Saray’la Çankaya maziye karıştı. Cumhurbaşkanının sahip olduğu yetkiye paralel olarak oturduğu konut da büyüdü, görkemli hale geldi. O yüzden Kılıçdaroğlu’un “Çankaya’da oturacağım” sözünün nostaljinin ötesinde bir anlamı var.

2010 yılında iktidar bu kez farklı bir anayasa değişikliği referandumunu halkın önüne getirdi. 12 Eylül’ün 40’ıncı yıldönümüne denk getirilen bu referandumda gündemdeki kavram “askeri vesayetle hesaplaşma” idi. Liberal yanılgıya göre “çevreden” gelen AKP, anti-demokratik, militarist ve elitist merkezi yenecek, Türkiye’de özgürlük rüzgarı esecekti. Liberaller “Yetmez ama evet”, Fetullah Gülen “Mezardakilere bile ‘Evet’ oyu kullandırmak lazım” diyordu. Bugün Erdoğan’ın her dediğine evet diyen Devlet Bahçeli, 2010’da ‘hayır’cı, Kürt hareketi boykotçuydu. AKP’li yılların en alnı ak kesimi olan sosyalistler ise o zaman da siyasal İslamcı projenin karşısındaydı. Referandumda AKP istediğine ulaştı ve sandıktan yüzde 58’e 42 oy oranıyla ‘evet’ sonucu çıktı. Dikkat çekici nokta, 2007’ye göre ‘hayır’ oylarındaki artıştı. 3 yıl önce 8,7 milyon olan ‘hayır’ oyu, 2010’da 16 milyona dayanmıştı. AKP devletteki gücünü artırdıkça, Cumhuriyet’in kazanımlarına sahip çıkan milyonların itirazı da büyüyordu.

Fethullahçı çete, AKP ile çatışmalı hale gelince yargının kumandasını ele geçirdikleri referandumdan 6 yıl sonra darbeye kalkıştı. Darbe girişimini takip eden dönemde “Rabia-Bozkurt” ittifakı kuruldu. O güne kadar birbirlerini hakaretamiz sözlerle hedef alan Erdoğan ile Bahçeli, yani İslamcılık ile Türk milliyetçiliği, tek adam rejimini inşa etmek için el ele verdi. Türkiye, OHAL ortamında 16 Nisan 2017 günü başkanlık referandumuna gitti.

YSK, seçim kanununa aykırı bir şekilde AKP’nin başvurusu üzerine mühürsüz oyları geçerli saydı. Yönetim sistemi, yüzde 51,4 gibi kıl payı bir oranla değişti. 23,7 milyonluk redde rağmen ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ adlı dünyada eşi benzeri olmayan bir model, ülkenin yeni idare biçimi oldu. Fakat AKP’nin zaferinin içinde bir yenilgi vardı. 2007 ve 2010’daki ‘evet-hayır’ makası daralmıştı. 2007’de 8,7 milyon, 2010’da 15,8 milyon olan ‘hayır’ oyu bu kez 24 milyon sınırına gelmişti. İktidar ise 2010’daki ‘evet’in üzerine sadece 3,3 milyon destek ekleyebilmişti. İstanbul yüzde 51,4’le, Ankara yüzde 51,2’yle, İzmir yüzde 68,8’le rejim değişikliğine ‘hayır’ diyordu. Bu kentlerin yanı sıra Antalya, Mersin, Adana, Eskişehir, Denizli, Çanakkale ve Diyarbakır gibi kentler de başkanlık sistemine rıza göstermedi.

***

Şimdi cumhurbaşkanlığı seçimi görünümlü bir referanduma daha gidiyoruz. 14 Mayıs’ta Erdoğan yönetiminin alamadığı güvenoyu, seçimi ikinci tura taşıdı. İlk turda 4 adaylı bir pusula halkın önündeydi. İkinci turda ise seçenekler ikiye inecek, seçmenler Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun ismi özelinde esasen şu soruya cevap verecek:

Tek adam yönetimine, keyfiliğe, kayırmacılığa, torpile, hukuksuzluğa, demokrasi kıyımına, özgürlüklerin yok edilmesine, laikliğin tasfiyesine, kadın düşmanlığına, yolsuzluklara, yoksulluğa, işsizliğe, emeğin ucuzlamasına, borçlu yaşamaya, beşli çetelere, yasal soygunlara, TL’nin değersizleşmesine, geleceksizleşmeye, liyakatsizliğe, partizan kadrolaşmaya, baskıya, gerilime, kutuplaşmaya ve bilim dışılığa evet mi, hayır mı? Mesele bu kadar açık ve net.

Türkiye’nin başkanlık sistemine geçtikten sonra yaşadığı büyük sorunlar ortada. Devlet kurumlarının içi, tek özelliği lidere biat etmek olan liyakatsiz ve beceriksiz kadrolarla dolduruldu. Ülke tarihinin en büyük ekonomik krizi patlak verdi. Toplumun alım gücü düştü, temel ihtiyaçlar lüks haline geldi. Yurttaşlar beslenmeden barınmaya, giyimden teknolojiye gereksinimlerini karşılama konusunda büyük problemler yaşamaya başladı. Dolar tarihi rekor kırdı, Türk Lirası tarihinin en değersiz seviyesine geriledi. Memleketin düzlüğe çıkması, en azından umudun kapısını aralaması için tüm bunlara neden olan rejime “dur” demek gerekiyor.

2007, 2010 ve 2017 referandumlarında iktidara karşı birikerek büyüyen toplumsal itiraz, 2023’te “Bu düzene hayır!” diyenlerin çoğunluğu oluşturmasını sağladı. 14 Mayıs akşamı gördük ki Erdoğan’a güvenoyu vermeyenlerin sayısı ona inananlardan daha fazla. Çoğunluk gidişattan memnun değil. Yurttaşlar bir değişiminin gerçekleşmesi, ülkenin silkinerek kendine gelmesi gerektiğini düşünüyor. Bunun için tek yapılması gereken 28 Mayıs’ta “Hayır” diyerek bu iradeyi tescilli hale getirmek.

28 Mayıs bu açıdan tarihi bir yol ayrımı. Mesele Erdoğan’ın ve Kılıçdaroğlu’nun şahsi profillerinin çok daha ötesinde. İktidarlar gelir gider, yöneticiler zamanla değişir. Haftaya bir düzen, bir zihniyet oylanacak. Bizi kimi yöneteceğinden çok, insanlık medeniyetinin neresinde olacağımızı tayin edeceğiz. Ya dünyaya ‘böylesi bir rejimden demokratik yollarla nasıl kurtulduk’ temalı bir ders vereceğiz ya da alacağımız yanlış kararla gelecek nesillere bir ders olacağız.