31’inci Adana Altın Koza Ulusal Film Yarışması: Yoksulluk ve siyasi tarihe bakma denemeleri
31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde yarışma filmlerini ülke sinemasının yakın ya da uzak geçmişinden başka filmlerle ilişkili düşünmek de değişimi ya da değişmemeyi görmek açısından verimli bir zemin sunuyor.
Gül Yaşartürk - Doç. Dr.
Yazı filmlerle ilgili sürprizbozan içermektedir
31’inci Adana Altın Koza Film Festivali’nin Ulusal Yarışmasında yarışan 11 film, ülkenin siyasi ekonomik ve kültürel konjonktürüyle ilişkili temalara sahipti. Yanı sıra yarışma filmlerini ülke sinemasının yakın ya da uzak geçmişinden başka filmlerle ilişkili düşünmek de değişimi ya da değişmemeyi görmek açısından verimli bir zemin sunuyor.
2012 yapımı Zerre’deki Zeynep’in yoksulluğunun, geçim derdinin üstüne Döngü (Erkan Tahhuşoğlu), Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri (Murat Fıratoğlu) ve Hevi’de (Umut, Orhan İnce) bir de yüklü borç kaygısının eklendiğini görüyoruz. Sevim ve Eyüp bu dertle şehirde hırs ve öfke içinde sürekli yürüyor. Özellikle Döngü’de sınıf bilincine sahip olmayan, yirmi küsur yıldır sigortasız biçimde, aristokrat/ burjuva köklere sahip olduğunu tahmin ettiğimiz Ayten Hanım’ın ev işlerini üstlenen Sevim’in anlatı sonunda farkındalık, yüzleşme yaşayarak organik biçimde taraf değiştirmesi, sınıf bilinci kazanması etkileyiciydi. Hakkı (Hikmet Kerem Özcan) ise daha iyi bir hayat uğruna evinin altını “daha derine daha derine” oyarken evin tepesine çökmesine neden olarak enkaz altında kalıyor.
Aile travmaları Bildiğin Gibi Değil, Ölü Mevsim, Su Yüzü ve On Saniye’de kendisine yer buluyor. Bildiğin Gibi Değil (Vuslat Saraçoğlu) Remziye karakterinin küçük yaşta aile dostlarının istismarına uğradığını doğrudan konuşmuyor, ima ediyor. Anlatı boyunca genç kadının iki erkek kardeşi tarafından sürekli “dengesiz”, “mutsuz” elindekilerinin “kıymetini bilmeyen”, üniversiteyi yarım bırakan, “tembel” biri olmakla itham edilişine şahit oluyoruz. Kimse Remziye’nin neden “delirdiğini” sorgulamıyor onunla empati kurmayıp sadece yaftalıyorlar çoğumuzun yaptığı gibi. Remziye iki saate yakın süren anlatının sonunda kendisine ne olduğunu sinir krizi geçirerek ima etmek zorunda kalıyor. Mevzu travma ile yüzleşmekse aile içindeki bireylerin travma sürecindeki sorumluluğunu, failleri, Tahsin ve Yasin’in hatta anlatı dışında bırakılan baba figürünün Remziye’nin istismar sürecindeki rollerini, tanıklıklarını, duygularını görmek gerekmiyor mu? Ölü Mevsim (Doğuş Algün) mülteci düşmanlığı, ücretsiz ev içi emek, aile içi istismar, annelik gibi konuları aynı anda işlemeye çalışıyordu. Nimet karakteri yine Funda Eryiğit tarafından canlandırılan Berkun Oya’nın Cici’sindeki Havva karakterini andırıyordu. Ölü Mevsim’de Öznur, ablası Nimet’in kayınbiraderi Faruk tarafından “eşantiyon” diye nitelenir. Çünkü ablası ve ablasının eşi Halil’le yaşamaktadır. Öznur’a hakaret eden Faruk’un aynı zamanda onu istismar ettiği yine ima ediliyor. Ancak göze çarpan bir farkla, bu istismara yol açan sürece tüm aile yemek masasında karar verir. Faruk’un eşi ve çocuğu şehir dışındayken Faruk yemek yapmak gibi en temel öz bakımını gerçekleştiremediği için Öznur’un onun evine gitmesine karar verilir. Faruk’un evine gittikten sonra Öznur’un ailesinden kimseyle dolayısıyla izleyiciyle de başına ne geldiğini paylaşacak samimiyete ve güven ilişkisine sahip olmadığını, ailenin “kol kırılır yen içinde kalır” düsturu üzerine kurulu olduğunu, utancın faile değil kadına ait olduğunu görüyoruz. Öznur iyi olmadığını, başına kötü bir şey geldiğini anlatıdaki ilişkiler hiyerarşisinde en alt sırada öteki konumunda olan Afgan mülteci/çırak Ali’yle paylaşabilir ancak. O da ima ederek. Daha da çarpıcı olan, istismar mağduru olan Öznur’un mülteci Ali’yle birlikte ülkeyi terk etmesi kuşkusuz. Öznur ve Ali’nin gidişi, Nimet ve Halil çiftinin, geleneksel ailenin hafiflemesini sağlar. Ölü Mevsim ırkçı saldırılara, tehditlere maruz kalan mültecilerin, aile içi istismara maruz kalıp konuşmayan kadınların tek çıkış yolunun ülkeyi terk etmek olduğunu söylüyor sanki. Su Yüzü (Zeynep Köprülü) Deniz’in babasının ölümü nedeniyle hissettiği suçlulukla hesaplaşmasını anlatır. Henüz çocukken gerçekleşen bu ölüm nedeniyle annesinin kendisini uzaklaştırdığını düşünür. Anne-kız ilişkisi olarak da bakabileceğimiz filmde, annesinden onay almayan kız çocuğunun bedeniyle, cinselliği ile barışamadığını gösteriyor anlatı. Ancak yine diğer yapımlarda olduğu gibi travma ânını süreci görmüyoruz, sonucu görüyoruz. Anlatı, Deniz’in annesiyle dolayısıyla çok korktuğu suyla denizle (metaforik olarak cinselliğiyle) barışmasıyla sona eriyor. On Saniye (Ceylan Özgün Özçelik) kendisini feminist olarak tanımlayan rehber danışman öğretmen İpek’le, onun tüm argümanlarına geleneksel kadınlık normlarını dile getirerek saldırgan bir tutumla karşı çıkan veli Yasemin arasında tek mekânda geçen tartışmayla ilerliyor. İki kadın karakterin son derece klişe stereotipik temsillerle birbirine karşıt konumlanması anlatının derdini belirsiz bıraktığı gibi kişisel bir zemine indirgiyor. Feminist rehber danışman büyük kare gözlüklere, peruk saçlara, pantolon ve düz ayakkabılarıyla “dişil” olmayan imgeye sahipken, dar elbiseli seksi anne karakteri yakın ayrıntı plan çekimlerde vurgulandığı üzere tek taş yüzüğü, marka küpeleri ve bileziği ile temsil ediliyor. İpek ve Yasemin özelinde iki kadının birbirine düşman hale gelmesi, patriyarkal söylemleri birbirlerine karşı kullanarak şiddetli fiziksel kavgaya tutuşması mevzuyu son derece soyutluyor ne yazık ki.
Ali Ata Bak (2011) ve Adem Başaran (2014) gibi çok ödüllü kısalarıyla tanınan Orhan İnce’nin ilk uzun metrajı olan Hevi (Umut) birçok anlamda Zeki Ökten’in Sürü’süyle ilişkiliydi. Hamo gibi şiddet eğilimli ve öfkeli bir baba olan Mustafa, onun kararları dışına çıkmayan Şivan’ı andıran Çeto için topraklarından koparak inşaatta çalışmak başlarına gelebilecek en kötü şey. Hayvan tüccarı Emin tarafından dolandırılmalarının ardından son sahnede gördüğümüz bir tarafında Zeyno ve koyununun diğer tarafta şehre giden otobanın yer aldığı yol ayrımı bu fikri somut biçimde yansıtıyor. Çeto’nun babasının sözlü şiddetine maruz kaldığı sahnenin neredeyse tümünün sevdiği genç kadının bakış açısından çekilmesi de Sürü’de Şivan’ın Berivan’ın gözlerinin önünde babasından şiddete maruz kaldığı sahneye hayli benziyordu. Zorba babalar ve topraktan kopmanın felaket getirmesi Sürü’den Hevi’ye devam eden temalar olarak görülebilir son tahlilde.
Biçimsel olarak baktığımızda Gecenin Kıyısı (Türker Süer), Yeni Şafak Solarken (Gürcan Keltek) ve Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri yenilikçi üsluplara sahipler. Gecenin Kıyısı renk, ses ve kadraj kullanımıyla dışavurumcu bir üslup yaratıyor, çoğunlukla dış mekânlarda geçen film klostrofobik boğucu çıkışsız bir dünya yaratma konusunda maharetli. Ancak yakın siyasi tarihi anlatma amacıyla yola çıkıp aslen Habil Kabil hikâyesi ve baba oğul çatışması anlatıyor. Anlatmak istediği siyasi geçmişi ise belirsiz bırakmayı tercih ediyor. Babasının dünya görüşünü sürdürdüğünü söyleyen Kenan’la babasının görüşünün izinden gitmeyerek verili düzene boyun eğmeyi, güvenli alanından çıkmamayı tercih eden Sinan’ın sonu alışılageldiği üzere babalarının kaderini tekrar etmekten öteye gitmiyor. Kenan rolündeki Berk Hakman, Tepenin Ardı’nda oynadığı karakterin devamını canlandırıyor denebilir. Yeni Şafak Solarken lithium kullanan, psikiyatrik tedaviden yeni çıkmış Akın karakterini İstanbul’un sokaklarında konumlarken İstanbul’u çıkışsız, “deliliğin” sürdüğü kocaman bir akıl hastanesi olarak resmediyor. Çünkü Akın’ı tedaviye götüren süreçlerle ilgilenmekten ziyade dış dünyada anlam bulma çabasının boşa çıkmasını izliyoruz. En iyi film ödülünü sonuna dek hak eden Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri hem tematik hem de biçimsel anlamda herkesin hemfikir olduğu üzere taptaze yepyeni bir nefes etkisi yarattı. Sınıf bilinci olmayan işçi Eyüp’ün, ödemesini alamadığı için Hemme’ye ya da yoksulluğuna, borcu nedeniyle sıkışmışlığına duyduğu öfke, kurumayı bekleyen domateslerin serildiği uçsuz bucaksız düzlüğün kırmızısında kendisini gösteriyordu. Eyüp’ün sınıf bilinci yerine erkeklik “onurunu”/“namus”u koyduğu dünyasında, cinayet işlemesine ramak kalmışken yönetmen Murat Fıratoğlu’nun kurduğu Buster Keaton ya da Elia Suleiman’ınkilere benzeyen sinemasal evrenin her öğesi geciktirmelerle bu cinayete engel olmak için elinden geleni yapıyor. Filmin başında gördüğümüz silah patlamıyor. Babasını kaybettikten sonra değiştiğini öğrendiğimiz Eyüp erkeklik onuru ve namus fikrinin yerine koyabileceği şeyleri hatırlıyor. Örneğin eski okul arkadaşı vesilesiyle sanata olan yeteneğini ya da kapısı açık bakkalda televizyonda izlediği Heidi vesilesiyle çocukluğun masumiyetini.
Sınıf bilinci ise şimdilik sahneden çekiliyor.