Açıkçası, halkın zorlayıcı gücü ve örgütlülüğü olmazsa; yaşanan kriz, belki iktidar değişikliğinin de dahil olduğu bir hasar tespiti ve onarımının ardından aşılır ve sistem yeniden ürettiği rıza ile hükmünü sürdürür.

6 Şubat depremi gerçekten bir milat olabilecek mi?
Fotoğraf: DepoPhotos

Mahir ULUTAŞ - EMO Yönetim Kurulu Başkanı

On binlerce insanımız için yuva bildikleri evleri, diri diri gömüldükleri mezarları oldu. Biliminsanlarının ve meslek odalarının ısrarlı uyarıları ve çağrılarına rağmen, geleceği ve büyük bir yıkıma neden olacağı bilinen depreme karşı varolan yapı stoğunu, kentlerin enerji, iletişim ve ulaşım altyapılarını inşa ve yeniden-inşa/güçlendirme yoluyla depreme dirençli bir hale getirmeyen siyasi iktidar ve egemen sınıflar, bir doğa olayının daha toplu kırıma dönüşmesine yol açtılar.


11 kentte 14 milyon insanın doğrudan etkilendiği, yıkımı gören herkesin çok daha fazla olduğuna dair kesin kanaati olmakla birlikte resmî rakamlara göre 50 bine yakın insanın hayatını kaybettiği, deprem sonrası arama-kurtarma ve yardım faaliyetlerindeki büyük skandalların kamuoyunda genelleşmiş bir öfke yarattığı ve bugün itibariyle halen çok geniş bir coğrafyada depremzedelerin en temel insani ihtiyaçlardan mahrum olarak yaşamaya devam ettiği bu büyük kırımın etkileri hiç kuşkusuz nesiller boyu sürecek.

1999 Depremi sonrası kamuoyunda yapılan tartışmalara benzer bir şekilde, içinde bulunduğumuz dönemde de bu büyük yıkımın ülkemiz için bir milat olması dileği çok yaygın bir şekilde dile getiriliyor. Depremin açığa çıkardığı gerçeklerle ve eğilimlerle hesaplaşmadan böyle bir dönüşümün gerçekleşme ihtimalinin olmadığı da bir o kadar açık.

İstisna olan kuralı belirler. Günlük hayatın olağan akışı içinde fark edilmeyen ya da yakıcılığı hissedilmeyen gerçekler, bu olağan akışın kesintiye uğradığı şok ve felaket anlarında bütün çıplaklığı ile açığa çıkar. Vurgulanması gerektiğini düşündüğüm noktaları maddeler halinde sıralayarak ilerleyeyim:

1) İnsanlık farklı öz-örgütlenme düzeneklerine, farklı zamansallıklara ve karmaşık dinamiklere sahip, birbiriyle etkileşim içindeki jeolojik, biyo-kimyasal ve ekolojik “güç alanlarından” oluşan bir kozmos sistemi ile iç içe geçmiş haldedir. Bazı dönemlerde etkileşim halindeki bu güç alanları birbirine sürtünür ve sürekliliği sekteye uğratacak “olay”lar meydana gelir. Depremler, ekolojik krizler, türlerin yok olması, salgın hastalıklar vb “olaylar”, sebebi insan eylemleri olsa da olmasa da, insan toplumlarını etkiler ve maddesel dünyanın sert çekirdeğinin kendini gösterdiği şok ve kriz anları ortaya çıkar. Kapitalizmin “saf mantığı” diyebileceğimiz neoliberalizm, pek çok şeyin yanında, temelde bu farklı güç alanlarının, yani “bütün zenginliği ve çelişkileriyle maddenin” sistematik olarak unutulmasına ve hemen her şeyin “sermaye makinesinin” hizmetine sunulmasına dayanan bir amnezi ve delilik rejimidir.

2) Konumuz açısından bu genel tespiti somutlarsak, sermaye 3-4 yıllık iş çevrimleri ile düşünmeye yazgılı bir miyoplukla maluldür. Oysa depremlerin yüzyılları aşan zamansallığı ancak toplumun genel yararını hesaba katan bir kamusal anlayışla karşılanabilir. Barınma bir insan hakkı olmaktan çıkıp, finansal piyasalarda spekülasyonu yapılan bir yatırım aracına dönüştükçe, sermayenin aşırı birikim, aşırı üretim ve realizasyon krizlerinin hem geçici çözümü hem de kriz anlarında patladığı alanlar haline gelmiştir. İnşaatların yapım sürecindeki iş güvenliği ve işçi sağlığını hiçe sayan “tasarruf” uygulamaları; bilim ve tekniğin gerektirdiği proje ve inşa süreçleri gibi alanları da birer maliyet kalemi olarak gören bir bakışla birleşerek halkın yuva olarak bildiği evlerini birer tabuta dönüştürmüştür.

3) Toplumun emeğiyle geçinen kesimlerinin örgütlü gücünün zayıf olduğu dönemlerde “ideal” formunu bulan neoliberal devlet, bir yandan temel insan hakkı olan barınma, sağlık, enerji, ulaşım vb alanları sermayenin süper-sömürüsüne açarken, diğer yandan kamusal denetim görevini de özel sektöre devrederek çıplak bir baskı aygıtı haline gelmiştir. Meslek odalarının uyarılarına ve hakkınca yapılmadığı bilinmesine rağmen, özel sektör eliyle yürütülmekte inat edilen “yapı denetim” sürecinin bu toplu katliamda doğrudan bir rolü olduğu gün gibi açık.

4) Kentlerimizi, yaşam alanlarımızı “deprem dirençli” hale getirmek için mimarlık, mühendislik ve şehir plancılığının gelişmişlik düzeyine uygun bilimsel-teknik adımların bile isteyerek atılmamış olması, tam da emperyalist bağımlılık zinciri içinde bağımlı bir ülke olan ülkemize giydirilmeye çalışılan deli gömleğini de görünür kılmaktadır. Merkez ülkeler, bizim gibi bağımlı ülkelerin sömürüsü vasıtasıyla elde ettikleri sermaye birikimi sayesinde insanlık toplumunun evrensel birikimine ve genel zekâsına uygun bir hayat sürerken, bizim gibi ülkelerin insanları için bu bir lükstür. Bağımlı ülkelerde siyasal iktidarların, biliminsanlarının, hekimlerin, üniversitelerin, mühendislerin, eczacıların, öğretmenlerin doğası gereği temsil ettiği bu evrensel birikimle savaş halinde olduğu bütün açıklığıyla görünür hale gelmiştir.

5) Kapitalizm doğası gereği felaket üretir. Emperyalizm olgusu ve bu olgunun “olağan” görünümleri olan savaşlar, işgaller, sermaye ihracı dolayımıyla merkez ülkelere aktarılan doğal ve beşerî kaynaklar, ekolojik yıkımlar, sermayenin küresel ekonomik döngüsü içerisinde yaşanan devrevi krizlerin yol açtığı işsizlik, açlık, yoksulluk gibi fenomenler, sağlık, eğitim, barınma gibi temel insan haklarının ticari bir faaliyetin konusu haline getirilmesi sonucu kahredici boyutlara varan sınıfsal uçurum vb düşünüldüğünde “sermaye makinesi”nin ana ürünlerinden birinin felaket olduğunu söylemek mümkün.
Dahası, kapitalizm için felaketler aynı zamanda sermaye birikiminin devamlılığını ve derinleşmesini mümkün kılan birer fırsattırlar. Bizim ölüm gördüğümüz yerde onlar kâr görürler; yıkım gördüğümüz yerde fırsat. Yıkılan kentler, tarım alanlarının, doğal zenginliklerin yağmalanması için ve inşaat şirketleri üzerinden yeni birikimlerin oluşturulması için birer lütuftur onlar için. Evsiz kalmış, göç etmiş, her türlü güvenceden yoksun kılınmış milyonlar, karın tokluğuna çalıştırılabilecek muazzam bir işgücü demektir.

6) Diğer yandan tam da on binlerce insan ölmüşken ve milyonlar göç etmişken ya da en temel insani ihtiyaçlardan mahrum olarak yaşamaya devam ederken, kimi demokrat kesimlerde, yaklaşan seçimler ve yaşanması kuvvetle muhtemel iktidar değişikliği nedeniyle ümitvari bir havanın esiyor olması dikkate değerdir. Açıkçası, halkın zorlayıcı gücü ve örgütlülüğü olmazsa; yaşanan kriz, belki iktidar değişikliğinin de dahil olduğu bir hasar tespiti ve onarımının ardından aşılır ve sistem yeniden ürettiği rıza ile hükmünü sürdürür.

Oysa deprem, toplumda büyük bir dayanışma ve yardımlaşma hareketini açığa çıkarmıştır. Meslek odalarının, kitle örgütlerinin, halkçı siyasal aktörlerin ve bir bütün olarak toplumun seferber olmasıyla açığa çıkan bu irade, egemen siyaset sahnesinde de yeni saflaşmalara yol açabilecek denli derin bir etki gücüne sahiptir. Emeği ile geçinen milyonlarca insanımızın, çocuklarımızın, gelecek kuşakların sağlam altyapılara sahip sağlıklı kentlerde güvenli bir şekilde yaşayabilmesinin, bu kırımın bir milat olabilmesinin yegâne koşulu bu güç ve iradedir.