Altmışlı yıllarda Türkiye’de gelişen devrimci mücadele başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi emperyalizme karşı mücadeleyi ve bağımsızlığı temel alarak gelişti .

68’in bağımsızlık çağrısı sürüyor

12 Mart döneminde Denizlerin asılması ve Mahirlerle birlikte diğer arkadaşlarımızın öldürülmeleri Türkiye tarihi açından özellikle devleti gericileştirmesi ve faşistleştirmesi bakımından çok önemli bir dönüm noktası oldu.

Altmışlı yıllarda Türkiye’de gelişen devrimci mücadele başta Latin amerika olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi emperyalizme karşı mücadeleyi ve bağımsızlığı temel alarak gelişti.

Sol içinde her ne kadar ‘sosyalist devrim, demokratik devrim’ şeklinde görüş ayrılıkları olsa da solun genelinde emperyalizme karşı mücadele ve bağımsızlık meselesi kapitalizme karşı mücadeleyle birlikte birinci derecede önemli bir mesele olarak görülüyordu. O dönem sol yapılar içinde yaşanan ayrılıklar daha çok mücadele ve örgütlenme anlayışlarından kaynaklanmıştı.

O tarihlerden bu yana yaşadığımız her şey Denizlerin ve Mahirlerin mücadelesinin ne kadar haklı olduğunu ve devrimcilerin, Sol’un duruşunun ne kadar sağlam, haklı bir temele dayandığını göstermiştir.

Sonraki dönemde, yetmişli yıllarda faşizme karşı mücadelenin ön plana çıkması da aslında o sürecin bir devamı olarak gelişti. Çünkü kontrgerilla uzantılarından FETÖ’cülüğe oradan, 12 Mart’a, 12 Eylül’e kadar her türlü faşist, gerici saldırı ve hareketler, nihayet bugün ülkenin içine sürüklendiği durum (kuşkusuz içsel dinamikleri de olmakla birlikte) daha çok emperyalizmin bir ihraç ürünü olarak karşımıza çıkmıştır.

LİBERAL BUDALALIK VE İHANETİ GÖRDÜK

Geçilen dönemlerde küreselleşme ile birlikte ortaya sürülen liberal teorilerle solda kafa karışıklıkları yaratıldı. ‘Küreselleşme çağında emperyalizm mi olurmuş, devrim mi olurmuş’ diye diye, anayasal sistemin düpedüz emperyalizmin istekleri doğrultusundaki bir rejime dönüştürülmesini destekleyen liberal budalalık ve ihanetler gördük. Emperyalizm küreselleşmeyle birlikte daha da derinleşerek ve bizim gibi üçüncü ülkeler açısından içsel bir nitelik kazanarak bugün de mücadelenin önündeki hedeflerden biri olarak durmaktadır. Emperyalizmin soğuk savaş politikalarına teslim olmuş bir devlet eliyle, bile isteye, sözde komünizmi önleme adına, sağın her çeşidini örgütleyip besleyerek, solu ezip yok ederek, 12 Mart’lardan 12 Eylül’lerden geçerek bugünlere getirildi.
Bu yüzden, Mahirlerin ve Denizlerin uğruna hayatlarını verdikleri emperyalizme karşı bağımsızlık davası, o zaman olduğu kadar bu gün de güncel bir görev olarak karşımızda duruyor.

Bu vesileyle bir kez daha bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik mücadelemiz içinde kaybettiğimiz tüm arkadaşlarımızı sevgiyle anıyorum.