Google Play Store
App Store

Faruk Pekin ile tanıştığım gün, ki yaklaşık on yıl oldu, “Hatıralarını yazsa ne iyi olur” diye düşünmüştüm. Gerçi başka bir konu için görüşmüştük ama gayet sıcak sohbette benim aklım hızla tarih ve sosyolojiye kaymış, hatıralarını okumayı hayal etmiştim. Geçtiğimiz aylarda bu arzum gerçekleşti ve Literatür Yayınları Faruk Pekin’in “Dedem Koruk Yemiş: Emekçilerle Yanyana Bir Yaşam” başlıklı kitabını yayımladı. Kitaba Fahri Aral’ın ‘sunuş’ yazdığını görmek ayrıca kıymetliydi. Akademik alana özellikle Bilgi Üniversitesi Yayınları aracılığıyla önemli katkı yapmış Fahri Aral’ın, Pekin’le cezaevi-koğuş arkadaşı olduğunu okumak aynı şekilde bir kıymetli bilgiydi.

Kendisi katı baskı dönemlerinde soyadı nedeniyle de sorulara muhatap oldu mu, bilmiyorum ama “Pekin” soyadı, bana hep kasabamızdaki Ali Hıdır amcanın öyküsü hatırlatır. Soyadları “Pekin” olduğu için küçük dükkânlarına da “Pekin” ismini koymuşlardı. 1980 darbesini takip eden günlerde bu tabela, yoldan geçen bir subayın dikkatini çekmiş ve “neden Kızıl Çin başkentinin ismini koydunuz” diye hesap sormuştu. Ali Hıdır amca ‘soyadı’na sığınmış ama bu kez ‘başka soyadı bulamadınız mı’ diye ikinci soru gelmişti. Buna bir cevabı yoktu, çünkü soyadı kanunu ve soyadı tercihinden habersizdi. O gün Pekin yazısını silmekten başka seçeneği kalmamıştı.

Faruk Pekin’in anıları, aile kökleri nedeniyle de ilgi çekicidir. Cumhuriyet bürokratı Nejat Saner’in yazdığına göre ‘son anda yakılmaktan kurtulan’ Menemen’de dünyaya gelmiştir. Baba tarafı Menemenli, anne tarafı ise iki yönden de muhacirdir. Mora’dan gelen baba ile Kafkasya’dan gelen annenin kızları olan Pekin’in annesinin öyküsü, benim de derleyicileri arasında bulunduğum, yakın zamanda yayınlanan “Türkiye’de Mübadiller ve Balkan Muhacirleri” (Ütopya Yayınları) kitabındaki öyküleri hatırlattı.

68’Lİ OLMAK!

Sosyolojinin başlıca konularından birisi ‘kuşak’tır. Bir dönemi-zamanı, ona temas eden yaş grupları üzerinden okumak özgündür. Şimdi yaygın biçimde kullandığımız 78’liler, 68’liler ya da 90’ların kuşağı gibi terimler bu alanın hem ürünleri hem de nesneleridir. Benim de içinde olduğum 78 kuşağı için, 68’liler birer ideal temsillerdi. Dönemin sol politik literatürü ile ifade etmek gerekirse biz onların sempatizanlarıydık. Bu temsillerin herhangi bir grubundan olmak, bir ‘mesafeye’ yol açabilirdi belki ama kuşak olarak 68’liler her zaman saygın bir yerdeydi, bizler için. Bu algı hiç değişmedi.

İlk buluşmamızda Faruk Pekin’in 68’li ve bir kısmı cezaevlerinde geçen sol politik bir geçmişi olduğunu öğrenmek, hızla görüşme konumuzun önüne geçmişti. Bu vesileyle konumuzun, sahibi olduğu Fest Travel’ın, Dersim’e neden geziler düzenlemediğini sormak ve bu engeli aşmasını rica etmek olduğunu da belirteyim. Nedense turizm firmaları o yıllarda Dersim’e ilgisizlerdi. Her nasılsa hızla adına “terör” denilen vaka devreye giriyor; kapıları ve yolları kapatıyordu. Malatya, Diyarbakır, Van, Ağrı, Urfa Adıyaman gibi şehirleri dolaşan turistik gruplar, mümkünse Dersim’e temas etmeden geldikleri şehirlere dönüyorlardı.

İLK GÖRÜŞMEMİZİN ARDINDAN

Sevgili Zeliha Hepkon’la iki akademisyen Faruk Pekin’le bunu görüşmeye gitmiştik. Aynı dilden konuşunca meseleyi çözmek kolay olmuştu. Coğrafyayı turizmin türlü musibetlerinden korumak gerektiği ve bunun yol ve araçlarını düşünmek de onun öneri ve girişimiyle mümkün olmuştu. Bu coğrafyanın öyküsünü dünyaya anlatmak kesinlikle gerekliydi ama bu müstesna coğrafyanın bozulmaması gerekiyordu. Zira turizm aynı zamanda bozucu etkileri olan bir olguydu.

Belki başka bir yazıda detaylı anlatmam daha uygun olur ama 2019 yılı Kasım ayında Dersim’de bir “Turizm Çalıştayı” yapma fikri ve uzun hazırlık sürecinin mutfağında Faruk Pekin vardı. Dersim’de ilişkileri hemen her zaman gerilimli olan valilik ve belediyeyi bir araya getirmek için (ki şehirde turizmin sağlıklı biçimde işlemesi için bu şarttı) düzenlenecek etkinliği TÜRSAB’ın yapmasını sağlamak fikri de onundu. Bizimle birlikte coğrafyanın bir mensubu, kadim bir sevdalısı gibi uğraştı. Ne yazık ki dönemin valisinin katı ve anlaşılamaz tutumu nedeniyle Turizm Çalıştayı belki şeklen yapıldı ama gerçekte iptal oldu. Böyle olunca bir etkisi de olamadı.

O gerilimli gün, Dersim Müzesine de birlikte gitmiştik. Danışma Kurulu üyesi olarak bin bir emekle hazırladığım müzenin ‘Toplumsal Tarih’ bölümünün bir kepenkle kapatılmış olduğunu görmek beni çok üzmüştü. Ama asıl üzüntüm kepenk açıldıktan sonraydı. ‘Toplumsal Tarih’ bölümü için sergi panolarına yerleştirilen görseller ve yazılar neredeyse yoktu. Bunların yerini Tunceli camilerinin maketleri almıştı. O kötü anı sanırım hayatım boyunca unutamayacağım. Ne söyledim bilmiyorum ama o kötü anda ama Faruk Pekin’in koluma girerek beni oradan çıkardığını hatırlıyorum. İşlerin nereye gideceğini gören, bilen bir tecrübe olarak.

TOPLUMSAL MÜCADELELERDEKİ İZLERİ

Faruk Pekin’in toplumsal mücadeleler tarihinde bıraktığı kıymetli izler vardır. Mesela Robert Kolejin Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmesini sağlayan Öğrenci Birliği’nin başkanlığını yapmıştı. “Boğaziçi Üniversitesi: Başka Bir Sosyoloji”yi yazdığımda bunu bilmiyordum. Öyle olunca üniversitenin bugünüyle de ilgili oldu. Kuşku yok ki üniversitenin karşı karşıya kaldığı muamele, Boğaziçi’nin şimdiki ve gelecek nesilleri gibi, o kurucu kuşağı da derinden etkiledi.

TMTF (Türkiye Milli Talebe Federasyonu) bünyesinde bir görevi olması herhalde altı çizilmesi gereken başka bir durumdu. Feza Erendoğdu’nun yüksek lisans tezinde genişçe ele aldığı TMTF’nin öyküsü Türkiye’nin öğrenci gençlik tarihinde özel bir sayfa gibidir. Nurettin Sözen’in, Yalçın Küçük’ün, Yüksel Çengel’in ve özellikle sosyal demokrat politikada tanınan daha pek çok ismin yönetiminde görev aldığı TMTF’ye Faruk Pekin’in de temas etmesi çok değerli.

68 kuşağının “işçi sınıfına duyarlılığı” herhalde en çok vurgulanabilecek bir özelliktir. 1950’li yıllarda giderek gelişen ama en başarılı düzeye 1960-70’li yıllarda ulaşan sınıf hareketiyle bağ kurmak dönemin sosyalist aydınlarının bir tür borcu gibiydi. Bunu hiç yapamayan bile en azından teorik olarak ‘işçi sınıfı ideolojisi ve siyasetini’ savunarak yapmış gibi hissederdi. Ama bu aynı zamanda meşakkatli bir işti, bedelleri olacaktı ve her zaman açıkça üstlenilebilecek bir görev de değildi. Faruk Pekin bu bedeli de göze almış bir sosyalist olarak Maden-İş, Lastik-İş, Kimya-İş sendikalarında eğitim uzmanı olarak çalışmış, 1978-1980 yılları arasında DİSK Eğitim ve Koordinasyon Daireleri Müdürü olarak görev yapmıştı. Ayrıca Ant Dergisinin 1970-71 yıllarında Yazı Kurulu üyeliği yapmıştı. Bütün bu muhalif faaliyetlerin bir tür bedeli olarak, kuşağındaki pek çok arkadaşı gibi işkence görmüş ve üç yıl hapis yatmıştı.

‘KÜLTÜR TURİZMİ’NİN İNŞASI

Sosyoloji öğrenciliği yıllarımdan beri içinde olduğum Sosyoloji disiplininin anahtar kelimelerinin başında “kültür” gelir. İddiayla söyleyebilirim ki sosyolojinin tarihinden “kültür”ü çıkarın, geriye fazla bir şey kalmaz. Tam bu özgün alanda Faruk Pekin’in çalışmaları benim akademik çalışmalarım için de hem kıymetli bir kaynak hem de sağlam bir referans oldu.

Anı kitabında da genişçe yer verdiği gibi kültür alanına odaklanma öyküsü daha çok 1985’de kurulan Fest Travel ile başlamıştı. Bu girişim Faruk Pekin’i sadece dünyanın değişik coğrafyalarına gezi rotaları oluşturmak bağlamında değil, çok daha köklü etki bırakan “Kültür Turizmi” inşasının öncüsü yapmıştı. Kültürleri anlamak sosyologların dilinde ‘geleneği’ anlamaktır. Geleneği anlamak ise aslında çoğu kez ‘ilkel’, ‘vahşi’, ‘geri kalmış’ gibi kavramlarla kodlanan, modern tahayyüllerle kesilen tarihi ve her şeye rağmen ondan bugüne kalabilen yaşama tutunma stratejilerini anlamaktır. O stratejiler ve sonuçları genellikle bilinen ‘sır’lardır. Kendisinin yaptığı programlardan birine verdiği isim olan ‘Şehrin Sırları’ bir ölçüde buna gönderme yapar. Bu yüzden sadece kapitalist değil, sosyalist politikacıların da anlamakta zorlandığı bir kıymeti vardır. Her türlü tasfiye girişimlerine rağmen bugüne gelebilmiş kültürel gelenekleri anlamak, aynı zamanda kültürü kesmek anlamına gelen ‘kültür devrimi’ söylemini de eleştirel bakışla yeniden düşünmek demektir.

Pekin’in bu alanda çok kıymetli izler bıraktığını özellikle belirtmek isterim. Herhalde kurucusu olduğu Kültür Bilincini Geliştirme Vakfı bu izlerin bir tür cisimleşmiş örneğidir. Eminim kitabında işaret ettiği gibi 1985-2024 yılları arasında geçen gezi notlarını yayınladığında bu alana dair daha çok bilgi ve verileri görmüş olacağız.

1960-80 DÖNEMİNE ODAKLANMAK

Pekin’in ilk ve orta düzeydeki eğitim hayatı Menemen ve İzmir arasında geçmiştir. İki şehir arasında seyahatleri, aynı zamanda dönemi ve tanıklık ettiği mekânların tasfiye öykülerini okumamıza da imkân vermektedir. Mesela 1829’da Konak’ta dolma bir alana kurulan Sarıkışla’nın 1955’de yıkılışını ‘bir cinayet’ olarak niteler. Keza 1931 yılında “Kubilay” ismi verilen ve kendisinin de öğrencisi olduğu ilkokul binasının 1970’de yıkılmasını da aynı tepkiyle değerlendirir. Cumhuriyetin yüz yıllık öyküsü içinde sadece toplumsal değil, mekânsal izlerin tasfiyesine dair düşünmek için, bu küçük örneklerin büyük önemi var.

Faruk Pekin’in anıları büyük ölçüde Türkiye’nin en kritik zamanlarını oluşturan 1960-1980 arasındaki politik vakalara odaklanıyor. Sosyalist geleneklerin ortaya çıkması, örgütlenme, yayın çalışmaları, ayrışmalar, Kürt coğrafyasıyla ilişkilenmeler gibi daha pek çok detaya temas ediyor. Bahse konu dönem için özel anlamı olan Ant Dergisi, Zap suyu üzerinde, belki de Kürt coğrafyasıyla ilişkilenme anlamına gelen Devrimci Gençlik Köprüsü’nün inşası, ‘Bizim Radyo’ anıları, Deniz Gezmiş, Harun Karadeniz, Garbis Altınoğlu gibi dönemin sol muhalif aktörleriyle ilgili anılar bu kitapta özel bir yer alıyor. Keza 12 Mart’ta başlayan ve 1980 askeri darbesinden sonra yeniden zuhur eden hapishane deneyimleri; bilhassa Metris ve Davutpaşa’da geçen öyküler oldukça ilgi çekici. Tam da kendisinin ilgilendiği ‘kültür’ ve ‘mekânlar’ın bir örneği olarak.

SONUÇ

Faruk Pekin’in anılarını okumak, tıpkı kendisini dinlemek gibi etkileyici ve öğretici. Siyasal-toplumsal tarih çalışan ve merak edenler için oldukça ilgi çekici deneyimlerle yüklüdür. Onu tam da hapis yattığı, şimdi Yıldız Teknik Üniversitesi kampüsü içinde kalan salonda, bir konferansta dinlemek ne iyi olurdu. Buna asıl Türkiye’nin ihtiyacı var; geçmişiyle karşılaşmaya, yüzleşmeye…