Google Play Store
App Store

Artık demokratik ve eşit bir ülke yolunda atılan adımların hiçbiri kadınların eşitlik ve özgürlük taleplerini yok sayarak atılamaz. Ya da benzer bir şekilde kadınların eşit ve özgür birer yurttaş olmadıkları, demokratik ve laik bir ülke talebinin yok sayıldığı hiçbir fikrin de kadınlar tarafından kabul edileceği düşünülmemelidir.

8 Mart’ın ardından: Beyler Misafir

Göksu Cengiz

Gerici bir toplumsal cinsiyet rejiminin inşasında (daha açık tabiriyle şeriat kanunlarının ve bir küçük azınlığın gerici toplum düşünün inşasında) son derece pervasız ve durdurulmadığı oranda geri dönüşsüz adımlarını hızlandırdığı bir yılı yaşadık, yaşıyoruz. Üstelik bu sefer yalnız da değiller, dünya azılı kadın düşmanlarınca yönetiliyor, pek çok yerde de kadın düşmanlığı ve gericilik güçleniyor. Mevcut iktidarın saldırılarının uzun yıllar içerisinde attığı adımlar boyunca öngördüğü toplumun kadınlar için yalnızca bir yaşam biçimi mücadelesi olmadığını rejimin ve ona bağlı olarak kapitalist sistemin işlerliği için yalnızca nüfusun yarısının ne kadar, nerede ve nasıl çalışacağına/yaşayacağına karar vermenin dahi ne kadar kilit bir öneme sahip olduğu çokça tartışıldı. Nitekim tarih de bu sorunun cevaplanarak toplumların inşa edildiği bir yoldan geliyor. Bugün gelinen noktada ise genel anlamda egemenlerin özel olarak iktidarın ve tek adamın artık ajandasını saklamadığı bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Açıkça “İstanbul Sözleşmesi’nin ulusal uygulama yasası olan 6284 sayılı Kanun ilga edilmelidir” buyuran sendikaları, kadınları ve LGBTİ+’ları hedef tahtasına koyan yasa taslakları ile kadınların özgür ve eşit yurttaşlık haklarını fiilen ortadan kaldırmayı hedefleyen tek adam rejimi artık bunu dillendirmekten de geri durmuyor.

Bu topraklarda yaşayan, yüreği burada atan milyonlarca kadın için ise daha önemli bir soru var, bu gerçekten mümkün mü? Tüm güç gösterisine ve ihtişamına bakarak tek bir adamın her istediğini yapması gerçekten mümkün mü? Gerçekten önünde hiçbir engel yok ve durdurulamaz bir güce mi sahip? Uzun ve karanlık yılların ardından tüm baskı ve yasaklara rağmen sokakları dolduran kadınların, LGBTİ+’ların mücadeledeki ısrarını gören herkes için cevap “asla” olacaktır.

KARANLIKTAN ÇIKIŞ MÜMKÜN MÜ?

Giderek büyüyen bit toplumsal tepki, kendisini memleketin dört bir yanında 8 mart için sokakta eylemli bir şekilde özel olarak da feminist gece yürüyüşlerinde ifade eden binlerce kadın. Ve belki daha da umut vericisi tüm hayatı karanlıklar iktidarında geçmiş, bir de üstüne iktidarın laik ve bilimsel eğitimi deyim yerindeyse tuzla buz ettiği, yerine koyduğu cinsiyetçi ve gerici bir eğitime maruz bırakılmış genç kadınlar uzlaşmaz bir karşı duruş sergiliyor. Her yıl tüm çabalara rağmen daha da büyüyen ve nispet yaparcasına her anlamda gençleşen bu mücadele karşısında ümitvar olmamak elbette mümkün değil. Sıradan bir günün dahi üzerimizde bıraktığı ağırlığı, gelecekten şüphe duyduğumuz yoğun bir karanlığı dağıtan bir gücü var bu yan yanalığın. Elbette ısrarla ve tekrar tekrar söylendiği gibi yalnız yürümeyeceğimizi görmenin verdiği cesaret.

Peki, bu karşı duruş ve adı üzerinde büyük ve ısrarlı bir tepki nasıl bir muhalefeti nasıl bir geleceği işaret ediyor ve daha da önemlisi sokaklarda yankılanan seslerimiz nasıl etkili bir güce dönüşebilecek. Karşımızda son derece örgütlü ve planlı bir saldırı var, peki bunun karşısında sadece reaksiyoner bir şekilde durmak mümkün mü? Elbette değil, bu şüphe götürmez gerçek neredeyse memleketin her yerindeki kadınlar için yaşadıklarına, gördüklerine ve duyduklarına, yalnız direnmek mümkün olmadığında çözümü görebildiği en geniş ve sesini duyurmaktan çekinmediği zeminde kendini kız kardeşleriyle bazen dayanışmada bazen kaybettiklerimizin ardından büyük bir öfkeyle bazen bir 8 mart gecesi “asla yalnız yürümeyeceksin” sloganında ifadesini buluyor. AKP Türkiye’sinde yaşayan bir yurttaş için tüm baskı ve yasaklara rağmen tek adama kafa tutarcasına orada bulunmak dahi büyük bir öfke ve ısrarın işareti. Ancak ne yazık ki dayanışmamızın, cesaretimizin ve öfkemizin yetersiz kalmaması için daha fazlasına ihtiyacımız var. Binlerce kadının dahil olduğu, binlercesinin izlediği ve övünç duyduğu ısrarlı mücadelemiz aynı zamanda bir sorumluluğa da işaret ediyor. İçinde yaşadığımız bu karanlığı yırtıp atabilecek değiştirici bir potansiyelin daha da çoğalarak, memleketin dört bir yanındaki kadınlarla da buluşarak gerçek bir güce dönüşebilmesi de ancak bu potansiyelin hepimizin sesi olabilecek örgütlü bir güce dönüştürülmesiyle mümkün.

GERİ DÖNÜŞÜ YOK

Kadınların bu ısrarlı ve umitvar mücadelesinin aynı zamanda Türkiye’nin aydınlık yarınları için de vazgeçilmez bir unsur olduğu artık ana akım siyaset arenası için de göz ardı edilemez bir gerçeklik. Artık demokratik ve eşit bir ülke yolunda atılan adımların hiçbiri kadınların eşitlik ve özgürlük taleplerini yok sayarak atılamaz. Ya da benzer bir şekilde kadınların eşit ve özgür birer yurttaş olmadıkları, demokratik ve laik bir ülke talebinin yok sayıldığı hiçbir fikrin de kadınlar tarafından kabul edileceği düşünülmemelidir.

Rejimden çıkış için kararlı bir muhalefet potansiyeli olmalarının yanı sıra kadınların yıllardır her eşikte tüm baskı ve şiddete rağmen çoğalarak sürdürdükleri mücadelenin gidişatındaki olmazsa olmazlarıyla buradaki riskleri ile de önemli dersler barındırıyor. Her ne kadar toplumsal tepkinin büyüklüğü sebebiyle henüz sonuç vermese de kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin parçalanmasına dönük iktidar operasyonları da göz ardı edilmemesi gereken bir başka tehlikeyi işaret ediyor. iktidarın alenen kadına yönelik şiddetin giderek artmasında doğrudan sorumlu olduğu toplumun en geniş kesimleri için de kadınlar için de hâlâ ortak bir Kabul, ancak kadın hareketinin dönem dönem seyrinin, iktidarın saldırılarındaki sistematikliği ve gerici toplumsal cinsiyet rejimi inşasını reddeden, buna dönük tepkileri tali gören anlayışların da bir anlamda zemin hazırladığı bir manipülasyon zemini oluşuyor. Siyasal İslamcı tek adam rejimi Türkiye’yi kadınlar için bir cehenneme çevirdi ve kadına yönelik şiddetin doğrudan sorumlusu konumunda, artan toplumsal tepki bu konuyu sırtından atması gereken bir yüke dönüştürdüğünde ise yaşamları için mücadele eden kadınları çeşitli sebeplerle hedef tahtasına koyarak ya da kadına yönelik şiddetin faillerini kendi meşrebince belirleyerek yaratmaya çalıştığı bulanıklık ve ayrıştırma, sessiz ya da tarafsız bırakma çabası ancak birbirinden vazgeçmeyen ısrarlı bir dayanışmayla, biraradalıkla ve elbette iktidar karşısında eşitlik, özgürlük ve laiklik taleplerinde birleşen bir politik güce dönüşmekle, eşitsizliğin ve şiddetin faillerinin gerçek sorumlularını işaret edebilen ve burada birleşebilen bir ortaklıkla mümkün. Feminist hareketin ve en geniş anlamda demokrasi mücadeleleri birikimimizin buna gücü elbette vardır.

Tarih çok güçlü ve yenilmez olduğunu düşünen eski siyasetçilerle dolu evet ve bir gerçek daha var ki Türkiye’de uzun yıllardır mücadele eden kadınlar tarihin olağan akışını bekleyemeyecek kadar inatçı ve sabırsız olduklarını da defalarca gösterdiler. Uzun yollardan yürüyüp gelen gece yürüyüşünden bize kalan bir şey varsa o da beylerin misafir olduğudur, gelirler ve nihayet giderler.