Attila Aşut
yazievi@yahoo.com90. Yıl anısına (2) Tercih 'Tehcir' olunca...
20. yüzyıl tehcirle başladı, tehcirle de bitti. Tam bir yüzyıl boyunca Anadolu'dan Ortadoğu'ya, Afrika'dan Yeni Dünya'ya, adına "Tehcir" denilen "Zorla göç ettirme" amansızca devam etti.
"Göçertenler", her ne kadar göç ettirilen toplumlarda büyük yıkım yaşatan bu olayların "Zorla" kısmını "Zorunlu"yla maskeleyip savunmaya çalışsalar da, yaşanan dramlar vicdanlara masumiyet sağlamadı.
Göçün toplumun yaşantısında yarattığı tahribatın soykırımdan farksız olduğunun farkına ancak bir nebze yüzyılın sonuna doğru varılabildi.
Birleşmiş Milletler ve artık 21. yüzyılın toplumsal yaşamında belirleyici gücü kesinleşen sivil toplum örgütlerinin öncülüğüyle, "Yaşamın sürdürülebilirliğinin" insanoğlunun temel haklarından biri olduğu deklere edildi.
Bu temel hak uğruna "Habitat" benzeri uluslararası konferanslar düzenlendi.
Lakin "Göçürmeler" hiç durmadı.
Daha dün Güneydoğululardı, Karabağlılardı derken yakın geçmişte de sırada Kosovalı Arnavutlar vardı.
Televizyonlarda, gazetelerde Sırp baskısından kaçmaya çalışan Arnavutların Kosova yollarında yaşadığı dramı izlediğimizde insanlığımızdan utanmıştık.
Dünkü manzaralar ile bugünküler ne kadar da birbirine benziyordu ya Rabbi!
Saçı başı dağılmış, yalınayak çocuklar ve kadınlar, avurdu çökmüş insanlar, sırtlanmış bohçalar, yorganlar. Hepsinden önemlisi de işte şu ufak kız çocuğunun elindeki oyuncak bez bebekle, şu eşek gözlü çocuğun elinde hâla diriliğini yitirmemiş saksı çiçek.
Onlar da göçüyordu birlikte.
Yollar tozluydu...Yağmur kurşundu...Güneş alevdi sanki...
Dayanırlar mıydı acaba?
Genellikle dışarıdan dayatılan gündemle Türkiye'de de "Ermeni Soykırımı" konuşulmaya başlandığında, gazeteler televizyonlar birçok aydınımızın şu ortak söylemiyle dolup dolup taşar;
"Evet birşeyler olmuş ama bu denildiği gibi bir soykırım değil, tehcirdi".
Oysa...
Güçlü bir devlet kendi yurttaşlarını, hem de savunmasızlarını, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden, kök saldığı ortamlardan söküp, bilinmez ve bitmez yollara salıyorsa, bizlerin bu durumu izah edecek kelimeleri tercih etme
kıvranışımız, insan olma özelliğimizin hangi vasfıyla izah edilebilir ki?
"Buna soykırım mı desek, göç mü desek?" diye cambazlıklar yapacaksak, her ikisini de aynı ölçüde mahkûm edemeyeceksek, soykırım yerine tehciri ya da tehcir yerine soykırımı tercih etmekle insan oluşumuzun hangi onurunun bir parçasını kurtarmış oluyoruz?