Biden yönetimi Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ni yayımladı. Tüm sırları açığa vurması beklenemez ama belge dikkatli okunursa ABD’nin nasıl bir politika izleyeceğine dair epey veri sağlıyor. ABD ‘Hegemonyayı sürdüreceğim’ deyip Çin’e mesaj verirken müttefiklerine de ‘Benimle olmaya mecbursunuz’ diyor. Rusya ‘acil tehdit’, Çin ‘jeopolitik meydan okuyucu’ olarak görülüyor.

ABD ‘Hegemonyayı asla bırakmam’ diyor
Fotoğraflar: Depo Photos

Biden yönetimi, yasa gereği her ABD başkanının hazırlamak zorunda olduğu Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’ni geçtiğimiz günlerde yayımladı. ABD’nin dış ve güvenlik politikası ile bundan sonra küresel siyasette ve bölge politikalarında izleyeceği hattın ana çerçevesini oluşturan bu belgenin yayımlanması Ukrayna savaşı nedeniyle ertelenmişti. ABD sisteminin bütün sırlarını açığa vurması beklenemez ama Belge’nin dikkatli bir okuması ABD’nin önümüzdeki dönemde nasıl bir politika izleyeceğine dair epey veri sağlıyor.

Biden yönetimi bu belge ile küresel stratejisinde önemli ipuçları veriyor. Çin konusu, kaygısı bazı alanlarda ana stratejiyi belirlerken daha önceki belgelerde görülmeyen hususları gündeme getiriyor. Kısaca söylemek gerekirse ABD "Hegemonyayı sürdüreceğim" deyip Çin’e açık bir mesaj verirken, müttefiklerine de "Benimle birlikte olmaya mecbursunuz" diyor.

BELGELER ÖNEMLİ Mİ?

Birçok ülke değişik isimler altında strateji belgeleri yayımlıyorlar. Bunlar hem kendi kurumlarına bir rehber niteliği taşıyor hem de diğer ülkelere sınırlarının ne olduğu, nelere önem verdikleri konusunda bir fikir veriyor. Karşılıklı pozisyon alışları kolaylaştırıyor. İlginç bir şekilde Ulusal Güvenlik Konseyi’nin hazırladığı Güvenlik Strateji belgeleri, ABD’nin küresel sistemdeki yeri nedeniyle iç politikada pek tartışılmıyor, medyada pek yer almıyor, Amerikan kamuoyunu meşgul etmiyor. Dışarıda ise daha çok merak ediliyor, dikkatle okunuyor, inceleniyor, anlam çıkarılıyor. Örneğin, dikkatli bir okumayla Bush’un Savunma Bakan yardımcısı Paul Wolfowitz’in hazırladığı bilinen 2002 Strateji Belgesi’nin, Irak işgalini satır aralarında haber verdiği hemen fark edilirdi. Belge bir tek Irak’ın adını ve işgalin tarihini vermiyordu.

Her strateji belgesi o dönemdeki yönetimin dış politika anlayışını yansıtırken, küresel görünüm hakkında da bilgi veriyor, ABD’nin neyi, hangi ülke, konu ve bölgeleri hedef aldığı, neleri öncelediğini gösteriyor.

HEGEMONYADA ISRAR

ABD’nin korkunç bir emperyalist tarihe sahip olduğunu biliyoruz. Her seferinde tekrar etmeye gerek yok. Ama son 20, özellikle de son 10 yıldır yalnızca muhalifler, sol kesimler, Avrasyacılar vs. değil, ABD’li uzman ve siyasetçiler de ABD’nin düşüşünden söz ediyorlar. Metne baktığımızda böyle bir hava yok. Tabii ki resmi bir belgede "Biz çöküyoruz" ifadesi yer almaz. Ama belli bir kendine güven içinde tam gaz küresel hegemonya projesini sürdürmeye kararlı bir ABD var. Küresel siyasetin gidişatı, son dönemdeki gelişmeler de bunu gösteriyor. Biden yönetimi hem içeride, hem de dışarıda bazı hamlelerle ABD hegemonyasını güçlendirerek sürdürme niyetini belgede açıkça gösteriyor. ABD dünyaya meydan okumaya devam ediyor, Rusya’yı küçümseyip Çin’e kapıyı tam kapatmadan "Benim üstünlüğümü kabul et" diyor.

ABD HÂLÂ OYUN KURUCU

Strateji Belge’sinden bağımsız olarak, ABD son Ukrayna savaşıyla küresel siyasette belirleyici olduğunu gösterdi. Kestirmeden söylemek gerekirse Avrupa ile Rusya arasındaki stratejik, enerji ve ekonomik bağı kopardı. Rusya’yı askeri ve ekonomik olarak zayıflattı, BM Genel Kurulu oylamasıyla yalnızlığını, Çin ve Hindistan’ın arkasında bir müttefik gibi durmadığını gösterdi. Bu stratejinin insani sonuçları korkunç, acımasız, buna kuşku yok. Ama bu tuzağa düşen Putin’in bir strateji dehası olmadığı, Rusya’nın objektif gücünü kötüye kullanan bir lider olduğu, küresel siyasetin dolambaçlı yollarının, Merkel ile anlaşıp içeride baskıcı, oligarşik bir düzen kurmaktan zor olduğu görüldü. Sonuçta geldiği nokta berbat bir seferberlik ilanı, şehirlere füze saldırısı ve kendinden olduğunu ilan ettiği bir halka karşı nükleer silah kullanma tehdidi. Oyun planı şimdilik ABD’nin kurduğu şekilde devam ediyor. Savaş uzadıkça Putin hem askeri hem siyasal/diplomatik olarak, hem de içte zorlanıyor.

BIDEN’IN ÇELİŞKİSİ

Biden demokrasi ve insan haklarını dış politikasının merkezine yerleştirme iddiası ile dünya siyasetinin jeopolitiğe kayışı arasında sıkışmış görünüyor. Bu çelişkiyi de küresel kutuplaşmayı otoriter ve demokratik ülkeler içine yerleştirmeye çalışarak aşmaya çalışıyor. ABD bir süredir Çin, Rusya, İran gibi ülkeleri otoriter rejimler kategorisine sokarak, kendi ve müttefiklerini ise demokratik sistemler olarak gösteriyor ve küresel mücadeleyi üstünlük peşinde koşan iki güç arasında değil iki değer sistemi arasındaki mücadele olarak sunmayı tercih ediyor. Hegemonyasını yalnızca güç ve para üzerine kurulu bir üstünlük olarak değil demokrasi ve insan haklarına dayalı, insanlık tarihinin üst bir aşaması, halkının rızasını almış haklı ve ahlaki üstünlük olarak kuruyor.

Belgenin girişinde yazıldığı gibi ABD artık ‘Soğuk Savaş Sonrası’ denen dönemin bittiğini kabul etmiş. Bunu da en büyük stratejik sorun olarak görüyor. Bundan sonraki on yılın dünyanın geleceği açısından belirleyici olduğunu ve kendisinin bu mücadeleye hazır olduğunu ilan ediyor.

"İkinci bir küresel sorun olarak iklim değişikliği, gıda güvenliği, enerji, enflasyon da strateji belgesine girmiş ve jeopolitik bir mücadele yürütsek de, bu sınıraşan alanlarda birlikte hareket edelim" diyor.

ÇİN Mİ, RUSYA MI?

ABD bu belgede de Çin’i tehdit olarak tanımlamaktan kaçınmış. Ama bütün stratejiyi de Çin’i karşılamak, onunla küresel bir stratejik mücadele yürütmek üzerine kurmuş. Çin’e dair saptamalar da çok gerçekçi, Çin’in baş edilmesi çok zor bir rakip olduğunu kabullenmiş. Ama nasıl karşı koyacağına dair hiçbir detaya girmemiş. Belge ABD’nin Rusya’yı ‘acil tehdit’, Çin’i ise ‘küresel ölçekte bir jeopolitik meydan okuyucu’ olarak gördüğünü, Çin’in hem niyet hem de kapasite olarak rakip olduğunu ve dünyanın lider gücü olmak istediği tespitini yapıyor. Yani, kendi yerine aday olarak gördüğünü duyuruyor.

Küresel stratejisini de buna göre kurgulayacağını teyit ediyor. Yeni bir Soğuk Savaş ve kutuplaşma istemiyoruz derken, bu iki güç dahil dünyaya bizim arkamızda hizalanın, sorun çıkarmayın demeye getiriyor. Strateji belgesi Ukrayna’da savaş yaşandığı halde, bu sorunu geçici görmüş, "Bize Çin kadar yaygın sorun çıkaramaz" diyerek Hint-Pasifik bölgesine öncelik vermiş. Ekonomik, siyasal ve askeri olarak Çin’in çevrelenmesi politikasının devam edeceğini okumak sürpriz olmamakla birlikte belge bu politikayı kendi deyimiyle “dantel gibi işlenmiş” ittifak sistemleriyle gerçekleştireceğini açıkça yazıyor ve bunları tek tek sıralıyor.

Başka yazılarda da tartıştığım gibi ABD, kapitalizmin ihtiyaçları gereğince kendi başlattığı küreselleşme sürecinin gidişatından memnun değil. 1990’lardan bu yana ABD orta sınıfları, sendikalar, işçiler küreselleşme karşıtı tavır almışlardı. Sanayisizleşme denilen, fabrikaların Meksika’ya, Çin’e taşınmasın��n sonuçlarına, işsizlik sorunu olmasa bile gelirlerin yerinde saymasına tepkililerdi. İlginç bir şekilde Obama’nın son döneminden bu yana ABD hakim sınıfları içinde küreselleşmenin ve ekonomideki açıklığın Çin ve diğerleri lehine sonuç verdiği, ABD’nin giderek kaybeden olmaya başladığı yönünde şikayetler var. Trump’ta bu doruğuna çıkmıştı ama Biden da bu yaklaşımı sürdürmüştü ve bu pozisyon strateji belgesine de yansımış. ABD "Tamam biz de faydalandık ama başta Çin, bütün dünya bizim sayemizde büyüdünüz, biz açık veriyoruz" diyor. Örneğin, Trump’ın Merkel ile otomotiv konusundaki atışması bu konuda manidardır. Böyle giderse oyundan çekileceği mesajını, aslında Çin’i göstererek müttefiklerine de veriyor. Dolayısıyla, zaten devam etmekte olan bir şirketleri ABD’de yatırıma geri çağırma politikasının süreceğine işaret ediyor.

abd-hegemonyayi-asla-birakmam-diyor-1076665-1.

MÜDAHALE VE İŞGALLER

Yine bir süredir tartıştığım ABD’nin bölgesel çatışmalardan çekilmesi, angeje olmaması ve yeni savaş ve müdahalelerde bulunmaması politikası Biden yönetiminin raporunda yer alıyor. Afganistan’dan çekilmenin de anlamı buydu. ABD stratejik ağırlığını Hint-Pasifik bölgesine vermek istiyor ve ABD’li realist yazarların yıllardır uyardıkları gibi bölgesel savaşlarla enerjisini tüketmek istemiyor. Yani, ABD’li stratejistler bir gün uyanıp iyi huylu bir hegemon olmaya karar verdikleri için değil, küresel siyasetin gidişatı bunu dayattığı için kaçınılmaz olarak bölgesel müdahalelerden çekilmek zorunda kaldı. Bundan sonra, eğer yeni bir kırılma yaşanmazsa, ABD kaynaklı doğrudan işgal, operasyon, müdahale döneminin bittiğini söyleyebiliriz. Zaten Afganistan’dan da çekildikten sonra bir süredir ABD, yaklaşık 900 askerinin bulunduğu ve aktif çatışmaya girmediği Suriye dışında çatışma bölgelerinde bulunmuyor. Rusya ile savaşını ise daha önce belirttiğim gibi Ukrayna üzerinden bir vekâlet savaşı olarak, ekonomik olarak maliyetli ama siyasal ve askeri açıdan ucuza hallediyor.

Bundan sonra demokrasiyi, insan haklarını, sivil toplumu destekleyeceğini ama zor kullanarak demokrasi götürmeyeceğini, rejim değiştirme gibi işlere girmeyeceğini de açıkça söylüyor.

Küresel Strateji Belgesi şaşırtıcı bir şekilde ve daha önceki strateji belgelerinde görülmeyen bir yaklaşımla içyapıyı güçlendirmeye, orta sınıflar ile işçilerin sıkıntılarını gidermeye ayrı bir yer ayırmış. Çıkış noktası da küresel konumunu sürdürecekse içeriyi toparlaması gerektiği ki bunun da bir mantığı var. Bir yandan çip teknolojisi gibi alanlara yatırım yaparken öte yandan yıllar süren küreselleşme/neoliberalizmin gelir dağılımında yarattığı bozukluklar, öte yandan covid salgınının getirdiği sorunlar yüzünden alt ve orta sınıfların sisteme olan memnuniyetsizliğinin artığının farkında. Biden başa geçtikten sonra çok sayıda program ve destek çalışmasıyla bu politikayı sürdürmüştü. Bunu şimdi strateji belgesine de yansıtıyor, "Dünyada güçlü olmak istiyorsak orta sınıfımız güçlü olmalıdır" gibi bir mantıkla hareket ediyor. Sanırım ilk kez işçilerin sendikalaşması ve toplu iş sözleşmesinin işçi kalitesini artıracağından ve bunu desteklemekten söz eden bir strateji belgesi yayımlandı.

Yine daha önce rastlanmayan bir şekilde bu kez büyük şirketler için küresel minimum vergi ödemeleri önerisini burada da yineliyor, orta gelirli ülkeler için Küresel Yatırım ve Altyapı için Ortaklık projesini geliştirerek destek olmak, bunu Afrika gibi kıta ve bölgelere uzatmak gibi projeler de Belge’de yer alıyor. Burada bütün detayına girmek uzun sürebilir ama azgelişmiş ülkelere destek gibi görünen bu politikaların sonuçta altyapıyı bu ülkelerde kapitalist gelişme, büyük şirketlerin yatırım imkânlarını artırma, tüketim alanları açma, çevre, enerji gibi çalışmalar altında buralara daha çok nüfuz etme çabasının olduğunu belirtmekle yetinelim.

Bu tür strateji belgeleri hem dış politika ve güvenlik esaslarını belirleyen hem de niyet beyan eden açıklamalar. Bu haliyle tabii ki, reel siyaset gözönünde bulundurulduğunda kendi içinde çok sayıda ikiyüzlülük, çelişki barındırıyor. Lafzi olarak bakılsa ve ABD’nin geçmişinden haberdar olunmasa, ABD dünya barışını isteyen, demokrasi insan hakları ve insan onuru için çalışan, gayret gösteren, yalnızca kendi ülkesinde değil dünyada da gelir dağılımını düzeltmeye çalışan sempatik bir ülke zannedilir. Neyse ki tarih de siyaset de ortada.

Kendi içinde bakıldığında ise dünya siyasetinin jeopolitiğe kaydığı bir ortamda sayısı azalsa da hala uluslararası liberal düzenden söz edebiliyor. Kısacası dünyayı kimseye bırakmaya niyetimiz yok diyor. Stratejinin ABD içinden en çok eleştirilen yönlerinden biri ise bunun için etkili bir plan ortaya koymamış olması, genel stratejinin herhangi bir şekilde somutlaşmaması, politik boyutunun yetersiz kalması.

Türkiye’ye gelince gayet manidar bir şekilde “Türkiye’nin Batı ile stratejik, politik ve kurumsal angajmanını devam ettireceğiz” demekle yetinmiş. Belge’de Türkiye gibi ülkelere özel bir yer ayrılmadığını eklemek gerek. Bu açıdan Türkiye özel olarak geçiştirilmiş değil. Biden yönetimi Türkiye’nin gittiği yönü tespit ettiğini ve Batı’ya dönme zamanının geldiğini kibarca söylemekle yetinmiş.