Immanuel Wallerstein “ABD geriliyor mu?” sorusuyla başlar “Amerikan Gücünün Gerileyişi, Kaotik Bir Dünyada ABD” kitabına. Sonra da şöyle devam eder; “Bu iddiaya bugün çok az insan inanacaktır. Daha doğrusu tek inananlar gerilemeyi tersine çevirecek politikaları şamatalı bir biçimde savunan şahinlerdir. ABD hegemonyasının sonunun çoktan başlamış olduğu inancı, 11 Eylül 2011’de herkes için aşikâr hale gelen yararlanabilirliğin ürünü değildir. Aslında küresel bir güç olarak ABD’nin yıldızı 1970’lerden beri solmaktadır ve terörist saldırılara verdiği cevap da bu gerilemeyi sadece hızlandırmıştır. ABD hegemonyasına katkıda bulunmuş olan ekonomik, siyasi ve askeri etkenler, karşı konmaz bir biçimde gelecekteki ABD gerilemesine yol açacak olanlarla aynı etkenlerdir… ABD’nin önümüzdeki on yıllarda dünya meselelerinde tayin edici güç olma konusunda gerilemeyi sürdüreceğine pek şüphe yok. Asıl soru ABD hegemonyasının azalıp azalmadığı değil, ABD’nin zarafetle dünyaya ve kendisine asgari zararı vererek düşmenin bir yolunu bulup bulamayacağıdır.”

Wallerstein özetle “süper güç” ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında Vietnam’dan Kore’ye, Somali’den Soğuk Savaş’a kadar attığı her adımın esasında başarısızlık ve yenilgi getirdiğini söyler. 11 Eylül 2001’deki İkiz Kule saldırısının 1945’ten beri dünya sisteminin başını çeken bu gücün gerileme sürecinin dönüm noktası olduğunu kaydeder.

Amerikan çağının sonuna mı geldik?

ABD hegemonyasının gerilediğini dillendiren sadece Wallerstein değil. Andre Gunder Frank,Giovanni Arrighi, Paul Mason gibi düşünürler de uzunca bir süredir benzer tezleri savunuyorlar. Ünlü Time dergisi de geçen ay çok ses getiren “Yalnız Amerika” başlıklı sayısında “Amerikan çağının sonuna mı geldik?” konusunu irdeliyordu.

Kabaca sınıflandırırsak 15. yy Portekizlilerindi, 16. yy İspanyolların. 17.yy Hollandalıların, 18.yy Fransız yüzyılıydı. 19. yy üzerinde güneş batmayan İngiliz imparatorluğunun oldu, 20. yy ise ABD’nin.

ABD hegemonyasının gerilediği bir gerçek. Diğer tüm imparatorluklar gibi ABD emperyalizminin de bir raf ömrü var. Nasıl ki kendisinden önceki imparatorluklar tarih sahnesinden çekildi, benzer sonu ABD’nin de yaşayacağı muhakkak. Ancak henüz değil.

Kuşkusuz ki halen dünyanın en büyük hegemonik gücü ABD. Ancak bu devasa gücünden her geçen gün kan kaybediyor. ABD’nin gerilemesiyle boşalan alana Rusya ve Çin gibi aktörler yerleşiyor. Çin’in ekonomik, Rusya’nın askeri sıkıştırması ABD’yi her geçen gün daha da kuşatıyor. Ve bu da ABD emperyalizminin saldırganlaşmasına, saldırganlaştıkça da hatalar yapmasının sevk ediyor.

Zarafetle düşmenin bir yolunu bulacak mıdır?

Merak edilen şu; Wallerstein’ın da dikkat çektiği üzere önümüzdeki on yıllarda dünya meselelerinde tayin edici güç olma konusunda gerilemeyi sürdürecek olan ABD, “zarafetle dünyaya ve kendisine asgari zararı vererek düşmenin bir yolunu bulacak mıdır?”

ABD’nin dünya siyaset sahnesinden patırtısız çekileceğini sanmak safdillik olur. Muhtemeldir ki siyaset sahnesinden “zarafetle” ayrılmayacak, geride büyük hasarlar yaratarak gidecek. Trump ABD’si şimdiden maceradan maceraya savrulacağının işaretlerini vermeye başladı. Asya Pasifik’ten Ortadoğu’ya, Latin Amerika’dan Baltıklar’a birçok cephede birden savaş açılmış durumda.

ABD emperyalizminin yenilse de siyaset sahnesinden sessiz bir şekilde çekilmeyeceğinin en somut örneği Ortadoğu. İstediği oyunu kuramayan ABD’nin her kaybeden gibi tozu dumana katarak yol almaya çalıştığı ortada. Suriye’de sıkışmış durumda, Irak ve Afganistan’ı yüzüne gözüne bulaştırdı. Libya ve Somali harabeye döndü. İran tüm kuşatmaya rağmen yıkılmadı, yanı başındaki küçük ada ülkesi Küba tüm müdahalelere karşın meydan okumayı sürdürüyor. Yakın tarihten Vietnam, Kore, Nikaragua, Laos örnekleri ortada. O kudretinden sual olunmayan ABD, Wallerstein’ın ifadesiyle epey az paraları ve daha da az askeri ekipmanları olan bir fanatik müminler çetesinin, kendi topraklarında ciddi bir saldırı düzenleyebilmesinin önüne dahi geçemedi.

Amerikalı siyasetçiler Amerikan rüyasından bahsetmeyi severler. Tabii ki bu bir rüyadır ve bütün rüyalar gibi, gerçekliğin tam bir temsili değildir. Ve sanırız ki o rüyanın sonuna gelindi. Wallerstein, “Asıl soru, Amerikan hegemonyasının azalıp azalmadığı değil, ABD’nin zarafetle, dünyaya ve kendisine asgari zararı vererek düşmenin bir yolunu bulup bulamayacağıdır” demişti. Bunu da yakın bir süreçte tecrübe edeceğimizi eklemişti. Görünen o ki, ABD emperyalizmi tarih sahnesinden “zarafet”le ayrılmayacak, “benden sonrası tufan” diyerek kendisine ve dünyaya azami zarar verecek. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de, Yemen’de, Filistin’de, Venezuela’da, Honduras’ta, Brezilya’da bu yıkımın izlerini görmek mümkün.