ABD taşeronluğunda mezhepçilik hevesi
Fetihçilik adına girişilen bu Amerikan jandarmalığının parçası olarak kardeşlik kapısının aralanmayacağı ne kadar açıksa, bir devlet politikası adı altında buna teslim olarak muhalefet yürütülemeyeceği de o kadar açıktır.

POLİTİKA KOLEKTİFİ
Suriye’de bu hafta, Alevilere yönelik çeşitli saldırılar yaşandı. Batı medyasının ılımlı bir imaj çizerek “demokratik ve çoğulcu” bir Suriye’nin muhatabı ilan ettiği cihatçı çete HTŞ’nin üstünü kazıdıkça altında El-Kaide ve IŞİD’den başka bir şey çıkmayacağı açık ve öyle de oluyor. Alevilere yönelen şiddetin arkasında da bu mezhepçi katliamcı zihniyet var. Bu baskı ve şiddeti meşrulaştırmak üzere (Esad rejimi ile özdeşleştirilmiş) bir “siyasal Alevilik” uydurarak Suriye’de şimdi en korumasız olan halkın üzerine saldırıya meşruluk kazandırmaya çalışıyorlar. Alevi halkının buna karşı tepkilerini, cihatçılık karşısında “laik ve demokratik Suriye” talebiyle yaptığı eylemleri de “İran kışkırtıcılığı” ilan ederek, cihadist-siyonist ittifaka yeni taşlar döşemekten geri durmuyorlar.
Öte yandan Dürziler de kendilerini güvende hissetmediklerini, şeriatı kabul etmeyeceklerini açıklarken, Kürtler için ise belirsizlik sürüyor. Amerika’nın arabuluculuğunda sürdürülen diplomasi ve ateşkes devam etse de geçiş sürecinde Kürtlerin nasıl yer alacağı bir muamma olmaya devam ediyor. Benzer bir durumu, HTŞ içindeki farklı cihatçı çeteleşmeler için de söylemek mümkün. HTŞ Savunma Bakanı ve İstihbarata kadar, kritik görevlere El-Kaide kökenli çekirdek kadrosunu yerleştirirken, buna ilişkin itirazların da gündeme geldiği, bir anlamda bir iktidar paylaşım krizinin başladığı görülebiliyor.
Bütün bunlar Suriye’de HTŞ önderliğinde bir demokratik geçişin sağlanıp, kısa sürede istikrarın sağlanacağına ilişkin beklentilerin ne kadar yanlış olduğunun göstergesi. Bu yaşananlar ABD’nin tıpkı Irak’tan Afganistan’a kadar her yerde yarattığı siyasal kriz ve parçalanmaların Suriye’nin de kaderi olacağının işaretleri olarak görülebilir. Kaldı ki ne ABD’nin ne İsrail’in bütünlüklü ve istikrarlı bir Suriye’nin oluşturulmasıyla ilgilenmediği de çok açık. Asıl yapılmak istenen, bir tür etnik ve mezhepsel ayrışmalar üzerine kurulu egemenliği dahi olmayan “butik devletlerin” oluşturulması. Kaldı ki çürüyen emperyalist-kapitalist sistemin artık kendi merkezlerinde dahi meşru hegemonik bir noktada değilken, Suriye ve Ortadoğu’da etkin sistem kurabileceğini beklemek de ayrı bir yanılgı. Hele bu işin taşeronu cihatçı çetelerse bunun gerçekleşme olanağı yok demektir. Unutulmasın ki siyasal İslam, Arap Baharı sonrasında Mısır ve Tunus’ta Müslüman Kardeşler’den AKP’ye uzanan bir iktidar kuşağı yaratma ihtimali (Büyük Ortadoğu Projesine bağlı olarak gündeme gelmişti) çoktan çöktü. Siyasal İslamın bölge üzerinde farklı mezhep ve etnik kimliklerin içinde yer alabileceği demokratik rejimler kurabileceğine ilişkin, ABD’nin ılımlı İslamcılık tezleri de tarihin tozlu sayfalarında yerini aldı. Dolayısıyla önümüzdeki dönem, Suriye ve Ortadoğu için yeni çatışma ve kaostan başka bir şey görülmüyor. Atılacak her adım, kurulacak her ittifak kararsız ve geçici bir dengeye oturacak, kalıcılaşamayacaktır.
FETİHÇİLİK EMPERYALİST TAŞERONLUĞUN KILIFI
AKP ve MHP ittifakı, çökmekte olan iktidarlarını ayakta tutabilmek için, şimdi de çareyi Suriye’de HTŞ (ABD-İsrail olarak okuyun) ipine sarılmakta buluyor. Bir fetih havası ile Emevi Cami’nde namaz kılıp, Şam tepesinde kahve içilerek, yeni-Osmanlıcı rüyalar taze tutuluyor. Erdoğan’ın, “ufkumuzu 782 bin kilometreyle sınırlayamayız” sözleriyle, fetih havasını körükleyip büyümenin Türkiye’nin kaderini olduğu sözleriyle, mehter davuluna vuruyor. Bu tablo aynı zamanda içerdeki tüm sorunların üzerine örtmenin de bir aracı haline getiriliyor.
Gerçekte olup biten Suriye ve bölgede ABD jandarmalığından, onun ileri karakolu olmaktan öte bir şey değil. Elbette, AKP içerde iktidarını sürdürmek için yapmayacağı bir şey olmadığından, bu görevi de (tıpkı BOP Eş Başkanlığı gibi) hevesle kabul etti, hatta bir fırsat kapısı olarak gördü.
Anlaşılan ABD, askerî gücünü de büyük oranda çekerek, Asya-Pasifik’e yöneleceği yeni dönemde, Suriye ve Ortadoğu’nun anahtarını İsrail ile birlikte, Türkiye ve Körfez ittifakına bırakmayı planlıyor. Bu da bir kez daha Türkiye için “sınırların genişletilmesi ve Osmanlı havzasına geri dönüş” adı altında bir fetih havucu ile birlikte gerçekleştiriliyor.
AKP’nin iktidarda kalmak için giriştiği bu maceranın ülkeye büyük bedeller ödeteceği çok açık. Saray rejiminin, Suriye’de HTŞ ittifakı üzerinden giriştiği bu süreç, önümüzdeki dönemdeki Türkiye’yi de etnik ve mezhepsel çatışmaların ateş çemberine dahil etmek anlamına gelecektir. Kimlikler siyaseti etrafında büyük oranda birbirinden kopmuş olan Türkiye toplumunun, Suriye üzerinden hem Alevi-Sünni hem de Kürt-Türk geriliminin parçası haline gelmesinin önü alınamaz bir karanlığın kapısını aralama ihtimalini küçümseyemeyiz.
Suriye iç savaşının parçası olarak yaşanan on beş yıla yakın zaman, ülkemizi bir tür şeriatçı deposu haline getirdiği de bir başka gerçektir. Suriye’de Alevilere yönelen şiddetin, içerde de meşru kabul eden bir mezhepçi zihniyetin varlığı da bu risklerin boyutunu ortaya koymaktadır.
Öte yandan şimdi Kürt sorununda, Öcalan üzerinden gündeme getirilen öneriler, demokratik bir çözümün parçası değil, Suriye’deki gerici iktidar planını güçlendirme arayışından başka bir şey değildir. Böyle bir gelişmenin de kardeşliğe ve barışa değil, daha büyük savaşlara açılacağı Ortadoğu’nun bir gerçeği olarak akılda tutulmalıdır.
KATLİAM MANZARASINDA İÇİLEN KAHVELER
Bu Amerikan güdümlü cihatçı fetihçi politikanın akıbeti, bundan öncekilerden farklı olmayacaktır. Turgut Özal’ın, “bir koyup üç alma” planlarıyla dahil olmak için can attığı Irak’a yönelik ABD müdahalesi, bölgede siyasi iktidarsızlığın kapısını aralayarak Türkiye’yi bu tünelden içeri sokmuştu. Afganistan işgalinin ardından, Irak’a müdahale ile başlatılan Büyük Ortadoğu Projesi için iktidara getirilerek, Libya’dan Suriye’ye uzanan fetihçilik bölgede yıkım içerde nasıl büyük bir göçmen krizi yaratmışsa, bugün de bu adımlar etnik ve mezhepsel kırılmaları derinleştirecek daha büyük felaketlere yol açacaktır.
AKP’nin Amerikan politikasının yol göstericiliği altında kışkırtılıp şekillendirilen yeni-Osmanlıcı hevesle, küçümsediği Cumhuriyet’in dış politikası, bölgesel bir barış kurgusu üzerine yükselmiştir. Bu, fetihçilik üzerinden güvenlik sağlamaya yönelik genişlemeci akımların felaketleri karşısındaki bir tutum olarak da gelişmiştir. Enver Paşa’nın I. Dünya Savaşında Almanya’nın kışkırtmasıyla Rusya’ya yönelik hareketinin yarattığı ağır sonuçları, benzer fetihçi yaklaşımların sonuçları yıkılış döneminin önemli derslerinden olmuştur. Özal’dan başlayarak AKP’ye uzanan Amerikancı çizgi ise Ortadoğu’ya dönmek adı altında, bu bölgesel barış politikalarını terk etme eğiliminde olmuştur.
BÖLGESEL JANDARMALIĞIN BEDELİ
Türkiye, Erdoğan’a ömür boyu başkanlık yolunun açılması karşılığında, bu ateşin içine elinde benzin bidonuyla koşuyor. Buna karşın muhalefet ise halen bütünlüklü bir politika geliştirebilmiş değil. Kürt hareketi, şimdi Öcalan’dan gelecek iyi (!) bir haberle birlikte, Suriye üzerinden bir ittifaka (bir kez daha) kapısını sonuna kadar aralamış görünüyor! CHP ise ABD emperyalizmine eleştiri getirmeden ve onların parlattığı HTŞ’ye pek de dokunmadan Suriye’nin demokratik ve çoğulcu bir geleceğe kavuşması temennilerini tekrarlamaya devam ediyor.
Fetihçilik adına girişilen bu Amerikan jandarmalığının parçası olarak kardeşlik kapısının aralanmayacağı ne kadar açıksa bir devlet politikası adı altında buna teslim olarak muhalefet yürütülemeyeceği de o kadar açıktır.
Belli ki asıl önemlisi ülkemizin toplumsal muhalefet güçlerine, barıştan ve kardeşlikten, eşitlikten ve özgürlükten, bağımsızlıktan ve laiklikten yana tüm partilerine, örgütlerine, aydınlarına düşen bir sorumluluk var. Bu da bütün emekçi halkı açlığa mahkûm ederek sürüp giden bu harami saltanatının, fetihçi mezhepçi bir dalga üzerinden çöken rejimi diriltme girişimine karşı ayağa kalkmaktan başka bir şey değil…
Aksi durum Bahçeli’nin el sıkışarak başlatıp “elbette Erdoğan’ı bir dönem daha seçeceğiz” diyerek hedefini ortaya koyduğu yeni iktidar oyununun gözümüzün önünde döşenen taşları ülkeyi bugünden daha büyük karanlıkların içine taşımaya devam edecek…