Acemoğlu ‘ilacı’!
Ülke görülmedik bir gerileme, gerçekte çöküntü, yaşıyor.
Böyle bir zamanda, bu toprakların çocuğu bir bilim insanının ulusların gelişimi konusundaki bulgularıyla Nobel Ödülü alması, eğer görüşleri doğru anlaşılır ve uygulanırsa, sorunların çözümüne, hiç abartmıyorum, “ilaç gibi” gelebilir.
Ancak bu olasılık bir büyük soru işaretinin çengeline asılı kalıyor.
NEDEN ALDI?
Acemoğlu ve iki arkadaşı, ödülü, verilmesinin gerekçesinde yazılan
"Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu ve halkı sömüren kurumlara sahip toplumlarda büyüme ya da daha iyiye doğru değişim gerçekleşmez" gerçeğini yıllarca yaptıkları araştırmalarının sonunda kanıtladıkları için aldılar.
Acemoğlu (ve arkadaşları), insanlığın gelişmesinin ilkel, köleci, feodal ve kapitalist toplum aşamalarını, bunların zaman içinde niteliksel değişimini ve bir sonraki aşamaya “geçiş” süreçlerini, bu konudaki kuramsal ve uygulamalı çalışmalardan giderek nedenleriyle birlikte ayrıntılı biçimde çözümlüyor. Bununla da yetinmiyor; bulgularını kanıtlamak amacıyla ABD-Meksika sınırında bulunan ve bu iki ülke arasında bölünmüş olan bir kasaba üzerinde yaptıkları deneysel gözlemlerden de yararlanıyorlar.
Bu yoğun araştırmalardan sonra bir toplumun ekonomik, siyasal ve toplumsal işleyişinin asıl gücünün, kurumlarından kaynaklandığı sonucuna varıyorlar.
Anlıyorlar ki, kurumlar ne kadar etkin ve verimli çalışıyorsa toplumsal yapının çarkları da o kadar sağlıklı işliyor ve ülkeyi daha ileriye götürüyor. Daron Acemoğlu ve James Robinson’un “Ulusların Düşüşü” çalışmasıyla (Türkçesi 2013) çok güçlü bir biçimde kanıtladıkları gibi “ekonomik kurumlar uzun dönemde büyümenin temel nedenidir”.
Sağlıklı bir kurumlaşmanın altyapısı ise demokratik hukuk devletidir.
ÜLKENİN DURUMU
Bugün Türkiye’yi, demokratiklik bir tarafa, hukuk devletinden tümüyle uzaklaştıran ve kamu kurumlarını kurum olmaktan çıkaran bir anlayış yönetiyor.
Öncelikle merkezi yönetimin iki en temel erkinin, yasama ve yargının, yürütmenin başındaki tek kişide toplanmış olması kurum ve kurumlaşma kavramlarıyla asla bağdaşmıyor.
Milletvekili adaylarının tamamının siyasi parti genel başkanları tarafından saptanmasının yarattığı çok büyük kurumsal sakatlık ve 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra bir üyesinin suçsuz yere hapiste tutulmakta olması bugün, Meclis’i gerçek bir yasama organı olmaktan çıkarıyor. Bugün Meclis’in “bütçe yapma yetkisi” de yok denecek düzeydedir. Oysa parlamentonun varlık nedeni bu yetkidir; gerek siyaset bilimi kuramında gerekse uygulamada bütçe hakkı olmayan bir parlamento, parlamento sayılmıyor.
Yıllardır, yargı erkinin siyasetten bağımsız ve tüm gerçek ve tüzel kişiler karşısında tarafsız olduğundan söz edilemiyor.
Kurumsal yok oluş tepeden tırnağa tüm yapıyı kapsamış bulunuyor.
Bilim üst kurumlarının başkanları, üniversite rektörleri, ayrı bir birikim ve deneyim gerektiren büyükelçilikler de yapılan atamalarla kurumsallıktan uzaklaştırılıyor. Siyasetten bağımsız olması gereken düzenleme ve denetleme kurumlarının hiçbiri bağımsız değil. Kamu kurumlarına atama ve yükselmeler, “birilerine yakınlık” ölçüsüne göre belirleniyor.
Ekonomi politikası özelinde kurumsal yıkım şu üç önemli örneğiyle kanıtlandığı gibi çok daha ağır.
Birincisi, TCMB’nin bağımsızlığı yok; tam bir ilkel anlayışla “faiz” indiriliyor ve bu nedenle enflasyonu sınırlandıracak para politikaları uygulanamıyor.
İkincisi, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in istatistikleri, özellikle, fiyat artışları, işsizlik, ekonomik büyüme, gelir paylaşımı gibi, ekonomik ve toplumsal yaşamın temel istatistikleri gerçeği yansıtmıyor. Bu durum çok taraflı yıkımlar yaratıyor.
Üçüncüsü, kamu ihalelerinin tamamına yakını çağrılı ihale yöntemiyle yapılıyor. Bu uygulamanın doğrudan sonucu olarak devlet bütçesi, büyük bölümüyle “yandaş ortaklıklara” dağıtılıyor; yetmiyor, ülkenin tarihsel değerlerinin, yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklarının yağmalanması devam ediyor. Bu süreçte her türlü doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi ahlâk değerleri yok oluyor.
Temel kurumları gibi ekonomik kurumları da yıkılmış ve tamamıyla “kişiye bağlı” kılınmış olan bu yapı, M. Şimşek eliyle “Acemoğlu ilacını içemeyeceğini” ve içmedikçe de iyileşemeyeceğini Haziran 2023’ten buyana her gün kanıtlıyor. En az bunun kadar anlamsız olan nedir derseniz; yukarıda özetlendiği gibi ülkenin “kurumlarını yok edenler”, özünde kurumsal yapılanma anlamı taşıyan anayasayı yeniden yapmaktan söz edebiliyor.
Yine de Acemoğlu ve arkadaşlarına Nobel Ödülü getiren bilimsel gerçeklerin ülke kamuoyunda olabildiğince etkinlik kazanmasına çalışılması ve er ya da geç yaşama geçirilmesi gerekiyor.