Acımıza karışmayın
Hayatım boyunca karamsar olmamaya çalıştım. Bu tavrımı yıllarca hem yazdığım şarkılarda hem de sosyal ilişkilerimde sürdürmeye dikkat ettim. Beni tanıyanlar bilir; her sorunu olabildiğince güler yüzlü bir şekilde, kavga gürültü etmeden ve karşı görüşte olduğum insanlarla empati kurarak çözmek her zaman ilk tercihim olmuştur. Ama kendimce değerli bulduğum bu özelliğim artık yavaş yavaş aşınmaya başladı. İki kelimeyi bir araya getiremeyen, korkak, ezik, lumpen ve cahil bir kalabalık sosyal medyada elle tutulamayan bir kötülüğün sözcüleri, bir iblisin müritleri gibi yazıp çiziyor. Karşı karşıya geldiğimizde gözlerimizin içine bakarak ufacık bir eleştiri yapmaktan kaçınacak bu ayaktakımı, insanların ne acısına saygı duyuyor, ne özel hayatına, ne de inandıklarına…
Sizler! oğlunun hastalığıyla yıllarca mücadele eden ve onu kaybeden bir annenin sahneye çıkmasını acımasızca, küstahça eleştirenler… Siz kimsiniz? Ölüye de saygınız yok, yaşayana da. Sizin hiç oğlunuz öldü mü? Benim öldü; hem de 26 yaşındayken. Bir dizi doktor hatası ve yanlış teşhis ardından gelen yanlış tedavi sonunda öldü. Oğlum belki de hayata tutunmak için çabalarken, iyileşsin diye götürdüğümüz hastanenin başhekimi “Bunda büyütecek ne var?” diye sorarken öldü. Ben de hayata tutunabilmek için oğlumun ölümünden 28 gün sonra, üstelik yılbaşı gecesi sahneye çıktım.
∗∗∗
Hepimizin acıyla başa çıkma yöntemleri farklıdır. Siz bir kayıptan sonra aylar boyunca ibadet edersiniz, başkaları şiir yazar; siz Mekke’ye gidersiniz, bazıları okul yaptırır. Ya bırakın da acımızı nasıl yaşayacağımıza biz karar verelim. Bırakın da Safiye Soyman karar versin. Nasıl insanlarsınız siz? Safiye Soyman sahneye çıktığında, o şarkıları nasıl söylediğiyle ilgili en ufak bir fikriniz olabilir mi? Her şeyi kapalı, karanlık ve daracık kafesler ardındaki parmaklıklı pencerenizden değerlendirmeye kalkışıyorsunuz. Cahil olduğunuz kadar –belki de daha fazlası– kötüsünüz de. Hepinizin Safiye Soyman ve biricik oğlu Harun Akaröz’e bir özür borcunuz var.
∗∗∗
Gelelim bir başka sıkıntılı konuya: Türk milliyetçiliğine. Sınırlarımız delik deşik olmuşken, vatandaşlık bir ev fiyatına verilirken sadece Bozkurt işareti yapmak mı milliyetçilik? Okullarda Andımız kaldırılırken, Türkiye Cumhuriyeti yazısı resmi binalardan silinirken “Ezan susmaz, bayrak inmez” diye bağırmak mı milliyetçilik?
Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı, belki de MHP'nin gelecekteki genel başkanı Sinan Ateş cinayetinin örtbas edilmeye çalışılmasına susarken, ülke günbegün milliyetçilikten uzaklaşıp ümmetçiliğe doğru kayarken, ilkokuldan beri dilimize yerleşen Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü “Egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır”a evrilirken sessiz kalıp da sevgili Suavi’nin Beykoz’daki konserinde “Beykoz’da terörist istemiyoruz” diye slogan atmak mıdır milliyetçilik? Yapmayın… Sizler, 7 Şubat 2023'te sıcacık evlerinizde oturup Devlet Bahçeli’nin taziye mesajlarını izlerken, Suavi deprem bölgesine doğru çoktan yola çıkmıştı bile. Gözündeki rahatsızlığa rağmen –ki çok ciddi bir durumdu– o, evinden, ailesinden, çoluk çocuğundan uzak depremzedeler için kolları sıvamıştı vakit geçirmeden. Suavi ile aynı görüşte olmayabilirsiniz ama ona bunları söyleyemezsiniz.
Bir vatandaş olarak Suavi’ye teşekkür etmeniz gerekirken “terörist” diyemezsiniz. Tek korkum ve endişem birkaç fanatik milliyetçi yüzünden, durumdan vazife çıkarmak isteyen yerel yönetim ve valiliklerin önümüzdeki Suavi konserlerini iptal etmeleri olacaktır. Umarım bu dediğim olmaz ve devlet bir kez bile olsa sanatçısının yanında olur.
Milliyetçi arkadaşlar, herkese “dost” diye hitap eden bu çok değerli müzisyenin konserine gidin, içi boş sloganlar atmak yerine Suavi’nin güçlü sesinden güzel şarkılar dinleyin. Pişman olmazsınız. Kalın sağlıcakla…