Acıyı Bal Eyledik: Silivri’den memleket yaralarımıza bakmak

Resul Emrah ŞAHAN
Şişli'nin seçilmiş belediye başkanı. Silivri 9 No'lu Cezaevi A1-5
93 yazında, Ankara’da 11 yaşında oyun oynarken arabamızın camını çatlatmıştım. Bu yüzden Sivas’a gecikmeli gidecekti babam. Gidemedi…
2 Temmuz Sivas Katliamı oldu. Çatlattığım cam Madımak’a götürmedi babamı ama çok evlat babasız kaldı Sivas’ta…
Ankara’daki küçük evimiz, Sivas Katliamının hemen ardından tıklım tıklım dolmuştu. Günlerce, haftalarca hatta aylarca, 7/24 misafir ağırlandı, kalabalıklar geldi gitti. Benim çocukluk evim, acıyı paylaşma, adeta bal eyleme yeri olmuştu…
Aklımda çok şey kaldı. İsli yorgun yüzleri ile çıplak ayak bizim eve gelen Arif Amca (Arif Sağ) ve Yıldız Teyzenin (Yıldız Sağ) kapıdan içeri girişlerini hiç unutmam. Muhlis Amcanın (Muhlis Akarsu) kızlarının sarıp sarmalandığı, ailelerin gelip gittiği, bir taziye evinden çok güçle, inançla, birbirine sarılma, ayağa kalkma, bir olma haliydi… Öfke hiç görmedim. En çok aklımda kalan öfkeyle eve girenlerin, gençlerin içine girince sakinleştiği, şifa bulduğu acılı kalabalık; sabahlara kadar süren uzun dayanışma sohbetleri ve birlikteliklerdi. Sanatçılar, siyasiler, komşular, kadınlar, aileler…
Zalimliğin karşısında hakikate inananların bir olması vardı. Acılarımızı en içten haliyle umuda, barışa, birlikteliğe, mücadeleye taşıma vardı o günlerde o küçük Ankara evinde.
Sivas Katliamı benim için hayatımın en önemli kırılma noktalarından biriydi. Tüm toplumun yaşadığı gibi… Akıp giden gündelik hayatı bir anda durduran bu acı katliam için, dönemin Cumhurbaşkanı “Olay münferittir” açıklaması yapmış, daha sonra kapatılan Devlet Güvenlik Mahkemesi başsavcısı “olayda örgüt yok, tahrik var” demiş. Uzun yıllar süren mahkemelerden sonra dava dosyası, 20 yıl sonra, 2014’te “zaman aşımı” gerekçesiyle kapatılmış.
Halbuki biz bu olayların siyasi hayatımızda istisnai birer kırılma değil, aksine yapısal olarak tekerrür eden, kötülüğü kurumsallaştıran bir iktidar aklının sonucu olduğunu biliyoruz. O gün de biliyorduk. Karanlık aktörler özenle sahaya çıkar. Kitleler öfke ve nefretle yoğrulur. Kurbanlar tedirginliğe sürüklenir. Zira bu toplumu bir arada tutan değerler olduğu kadar, kriz anlarında harekete geçen yarıklar, tarihsel fay hatları da mevcuttur. Toplumun adalet duygusunu güçlendirecek, kurumlara güvenini artıracak, düşmanca karşıtlıkların yerine demokratik çoğulculuğu tahkim edecek siyasal mekanizmalar yerine; hakikati bastıran, düşmanlaştıran, kutuplaştıran ve sadakati makbul kılan popülist rejim refleksleri tercih edilir. Böylece yönetmek, yaşatmak değil; ya tasfiye etmek ya da itaate zorlamak eylemine dönüşür.
Bu örgütlü kötülüğün adı Madımak davasında konulamadı. Benzer bir düzenekle işlenmiş pek çok katliam ve insanlık suçu, “münferit” kuyusuna atılarak geride bırakıldı. Bizim evimizde insanlar birbirlerini teskin etmeye çalışırken, acı ve yas duyguları başka yerlerde yükselmeye devam etti. Mahir’le [Polat] bir Sivas anmasından hemen sonra Erzincan Başbağlar köyüne geçmiştik. Hemşehrisi olduğumuz toprakların acısını paylaşma niyetindeydik. Başbağlar Köyü Derneğinin başkanı olan Şerif Abi uzun uzun o katliam gününü anlattı. Köyü gezdik. Acı ilk gün gibiydi. Evinde o güzel sofrasında yediğimiz yemekle bizi dostça bağrına bastı, ağırladı. Şerif Abi’nin o küçük evindeki ve muhtarlığındaki duygu ile 93 Ankara’sındaki bizim evin duygusu aynıydı. Yıllardır tanıyor gibiydim, sarıldık zor ayrıldık hiç unutmam. Söz vermiştim bu yaz da gelecektim, olmadı. Başka bir zulmün tutsağı olduk.
Silivri’de aydınlar, gazeteciler, seçilmiş belediye başkanları, suçsuz günahsız anneler, bürokratlar, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve bu ülkenin umudu, Cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu, benzer bir zalimliğin tutsağı olduk. Nedir bu köyden köye, evden eve, hikâyeden hikâyeye aktarılan örgütlü kötülüğün nedeni peki? Asla başaramadıkları halde sürüp giden bu “öfke”, “yılgınlık”, “umutsuzluk” hali yaratma çabasının sonu ne zaman gelir?
Bu kadim topraklar, birbirine sarılı kökler ve dalları karışan ağaçlar gibi, insanlarının da her ne olursa olsun ayrı gayrı düşmesine izin vermez. Bu millet; her türlü baskı, zulüm, oyun, tuzağın sonunda, yüzlerce kez birbirine sarılarak ayağa kalktı, yeniden yeniden kendini çoğalttı ve ben buradayım dedi. Bugün, yaşadığımız tüm acının ve zulmün ortasında, toplumsal barışın yeniden bir ihtimal olması karşısında yine insanlarda bir heyecan ve birlik duygusu var. 2025’te bizi zindana kapatan aklın görmediği, gücünü sağlama almaya odaklandıkça görmezden geldiği, bir umut hali, tüm örgütlü kötülüğe inat ayağa kalkma hali…
Cezaevindeki ziyaretçilerim ve avukat görüşünde karşılaştığım gazeteciler ve siyasetçi arkadaşlarım, var olsunlar, neşeli halimden bahsediyorlarmış. Taş duvarların durduramadığı bir heyecanım var, evet. 6 yaşındaki kızımdan haksızca uzak tutulduğum her ânımın bana verdiği hüznün, geri dönülmez zamanlarımın öfkesi, çaresizliği, umutsuzluğumun bastıramadığı bir neşe var içimde. Canından can koparan acıyı bal eylemeyi çocukluğumda öğrendim. Bu milletin iyiyi seçeceğine ve doğruda duracağına olan inancımı, birbirinin acısını sevgi ve dayanışmayla dindiren misafirlerimizden aldım. Hakikatten yana olmanın verdiği güvenle dimdik ayakta durarak soluksuz çalışma azmimi de, başta Ekrem başkan olmak üzere, yol arkadaşlarımdan aldığım ilhamla diri tutuyorum.
Korkuyu, acıyı Hüseyin’le Kerbelâ’da, Madımakla Sivas’ta, Başbağlar’la Erzincan’da bırakmış, Silivri’de soluklanan, herkes için adaleti bulana kadar devam edecek bir yolculuğun heyecanıdır bizimkisi. Yolumuz açık olsun.
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?
Ahmet Arif/Anadolu