Ada acil çözüm istiyor

Burak MAVİŞ - KTOS Genel Sekreteri
Kıbrıslı Türk toplumu, sorunun çözümsüzlüğünden olumsuz etkilenen tarafların başında geliyor. Birleşmiş Milletler arabuluculuğu ile 60 yıldır soruna çözüm ararken, 50 yıldır da bölünmüş adanın yeniden birleştirilmesi için çabalıyor.
Günümüzden geçmişe baktığımızda, KKTC başarılı olamadı; müzakere masasında iki devlet talebi kabul görmedi. Güvenlik Konseyi ve BM çerçevesinin dışında bir söyleme dönüştü. Tanıtılması konusunda gerçek bir çaba harcanmadı; Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘tanıma’ kararı bile uluslararası sportif ve kültürel organizasyonlar söz konusu olduğunda geçerli olmadı. KKTC’yi yönetenlerin ortaya koyduğu ayrılıkçı siyaset toplumsal seviyede kabul görmedi.
ÇOK HATA YAPILDI
Geçen yıllar boyunca önemli yanlışlar yapıldı. Süreci başından bu yana akamete uğratan en büyük hata, BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı kararı çerçevesinde Türkiye’nin onayı ile cumhuriyetin idaresinin Kıbrıslı Rumlara bırakılmasıdır. 1974 yılında anayasal nizamı tesis etmek için meşru müdahale hakkını kullanan Türkiye’nin 14 Ağustos tarihinde çıkarma işlemine devam etmesi işgal olarak kabul edildi. Cenevre Konvansiyonu kurallarının görmezden gelinmesi, Kıbrıslı Rumların kuzeyde kalan mülkiyetlerinin kullanıma açılması ve tapu verilecek sürece getirilmesi, Kıbrıslı Türkleri uluslararası alanda zor durumda bıraktı. Buna karşın, Türkiye, AIHM’de mülkiyet davaları ile mücadele etmek zorunda kaldı. Bir diğer önemli hata, limanlarda Kıbrıs Cumhuriyeti mührü yerine KKTC mührü kullanılması ticarette de sıkıntılar yarattı. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne girme koşulu ile Kıbrıs Sorunu çözülmeden Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek taraflı AB üyeliğine onay vermesi, günümüzde toplumun daha derin kültürel, sportif, eğitim ve hak/özgürlükler kapsamında sorunlar yaşamasına vesile olmaktadır.
AIHM, birçok davada adanın kuzeyini Türkiye’nin kontrol ettiği bir bölge olarak tanımladı. Bu gerçek, Türkiye’nin adanın kuzeyinde bir alt yönetim kurduğu gerçeğini doğruluyor. İçerde de-facto bir devlet yapılanması günlük işleri organize etse de, dış politika, ekonomi, askeri gibi stratejilerde AKP’nin etkisi yadsınamaz. AKP’nin etkisi neredeyse günlük işlere kadar yansımaya başladı. 50 yılın özetinde, ‘KKTC’yi yaşatacağız’ diyenlerin içinde rüşvet, talan, yağma, yolsuzluk ve liyakatsizlik yaygınlaştı. Çözümsüzlükten beslenen bir saadet zinciri kuruldu ve AIHM, birçok davada adanın kuzeyini Türkiye’nin kontrol ettiği bir bölge olarak tanımladı.
ÇÖZÜM İSTİYORUZ
Hataları alt alta koysak adadan Türkiye’ye yol olur. Ama hatalara teslim olmadan ilerlemek zorundayız. Her şeyden önce Kıbrıs Türk toplumu çözüm istiyor. Bu iradeyi hem Annan Planı döneminde, hem de Crans Montana sürecinde gösterdi.
Kıbrıs Türk toplumu, cumhuriyetin eşit kurucu ortağı olduğunu ve Avrupa Birliği vatandaşlık haklarına direkt ulaşması gerektiğini son zamanlarda daha yüksek sesle talep etmeye başladı.
Adanın kuzeyinin alt yönetim olarak anılmasından, Türkiye’nin çöplüğü olarak lanse edilmesinden rahatsız.
Sendikamız, Kıbrıslı Rum liderliğinin geçmişten gelen paylaşımcı olmayan politikalarına ve Türkiye’nin adanın kuzeyini yüzen stratejik bir gemi olarak görme politikalarına karşı ‘ne yama ne rehin’ siyasetini izlemektedir. Bu söylemin basit okuması, iki toplumlu, iki kesimli, siyasi eşitliğe dayalı bir federasyon arzumuzun devam ettiği ve diğer yandan ayrılıkçı, ilhak siyasetine rehin olmayacağımızı, kendi kendini yönetme, demokratikleşme ve yeniden birleşme mücadelesine devam edeceğimiz motivasyonudur.
AKP’nin kültürel müdahalelerine karşı da mücadelemiz devam ediyor. Gerek okullarda gerekse toplumsal yaşamda ‘bizde ne varsa sizde de olacak’ söylemine laik ve seküler bir duruşumuz var. AKP’nin adayı stratejik bir toprak parçası olarak görmesi, Kıbrıslı Türklerle kurmak istediği çarpık itaatkar ilişki, kültürel müdahalelerine karşı haklı refleks göstermemize neden olmuştur. Aynı zamanda ekonomik ve politik baskı kurmak istemesi, bununla birlikte Kıbrıslı Rum liderliğinin cumhuriyetten doğan haklarımızı paylaşmak istememesi, AB vatandaşlığından doğan hakları engelleme girişimleri de üzerimizde bir stres oluşturmuştur. Bu sandviç sendromunu aşmak için de mücadele yürütüyoruz.
STATÜKO YARATTI
Çözümsüzlük tüm kesimlerde değişmez statüko yarattığını açıklıkla belirtiyoruz ve geçmiş dönemlerin mirasını taşımak istemediğimizi söylüyoruz.
Adada bir çözüme acilen ihtiyacımız vardır. Statükonun devamı, her iki toplumda da Kıbrıslıların kayda değer yeteneklerini kullanmalarını, ortak yönetim ve işbirliği yoluyla gerçek potansiyellerine ulaşmalarını ve önlerindeki küresel zorluklara ve risklere karşı daha etkili bir şekilde yanıt vermelerini zorlaştırmaktadır.
Ancak bu sefer farklı bir yol izlenmesi gerektiği üzerinde duruyoruz. Müzakereler aşamalı, anlamlı ve sonuç odaklı olacak şekilde yeniden başlamalı, olası çıkmazların çözümü için taraflarca üzerinde mutabık kalınan bir mekanizma olmalı ve bu şekilde her iki toplumun ayrı ayrı ve eşzamanlı referandumlarda onayına sunulacak kapsamlı bir çözüm anlaşmasına varılmalıdır. Statüko kabul edilemez ve sürdürülemez olduğundan, statükonun devamı olası sonuçlar arasında yer almamalıdır.
Geçmişte toplumsal varoluş kavgası olarak lanse edilen mücadelenin, günümüzde bir takım ayrıcalıklı insanların kurduğu saadet zinciri düzenine dönüşmesinden Kıbrıslı Türk toplumu yorgun düşmüştür.
Gerek Türkiye’nin tutumları, gerekse Kıbrıslı Rum liderliğinin tutumları karşısında birçok defa hayal kırıklığına uğramamıza rağmen, yılmadık. Doğu Akdeniz’de çözüm ve barışın herkesin yararına olduğu görüşündeyiz. Olası bir çözümün hem Türkiye ile olan ilişkileri rayına oturtacağına hem de federasyon çatısı altında birleşen bir Kıbrıs’ın AB içinde daha uyumlu çalışacağına inanıyoruz.
Her iki toplum yeterince acı çekti. Çatışmalardan her iki toplumda hayatlarını kaybeden, hâlâ daha kayıp olan Kıbrıslılar mevcut. Her iki toplumda mülklerini kaybeden, birden fazla göçe zorlanan vatandaşlarımız var. Bu yüzden barışı önemsiyoruz.