Adalar küçük bir yer
Bayram tatilinde fazla uzağa gidemeyen İstanbullular, Adalar’a akmışlar. Nüfusu 17 bin kadar olan dört ada günde 60-70 bin kişiyi ağırladı herhalde. Tam da İBB-İETT’nin “bilerek” yaptığı bir işin ne kadar “bilerek” yapıldığını kanıtlama zamanı!
Yine haberlerde duymuşsunuzdur; bir süredir Adalılar, faytonlar kaldırıldıktan sonra 13 kişilik elektrikli araçların kullanılmaya başlanmasının ardından, şimdi de onların yerine daha büyük minibüslerin getirilmesini protesto ediyorlar… Protestolarına polis de müdahale etti, itilip kakıldılar, gözaltına alındılar…
Ne polis müdahaleleri görmüş bizler için bu da küçük bir şey aslında. Başlıkta da dediğim gibi Adalar da küçük bir yer zaten!
Ben de küçük olduğu için önemsiyorum. Küçük işlerde doğruyu yapmayan, küçük yerlerde doğru adımlar atmayanların ettiği büyük lafları zerre inandırıcı bulmam. Kendi hayatında, küçük çevresinde dayanışmacı, paylaşımcı ve iyi olmayanların bir devrim sonrasında iyilik düzeni kurabileceklerine de inanmam.
İBB-İETT “biliyor”: Toplu taşıma Adalıların hakkı ve belediyenin görevi diyor, hasta ve yaşlıların ulaşımının da düşünülmesi gerektiğini vurguluyor, hafta sonları ve tatil günlerinde Adalar’a doluşan turistleri ve çevreyi dert ediyor, o yüzden çevre dostu elektrikli minibüsleri getiriyor. Al sana üst üste konmuş veriler ve onun sağladığı bilgiye dayanan bir karar!
Adalıların da “imar baskısı”, “ulaşımın yürüyerek sağlanması”, “bisiklet” gibi itirazları var ama ben Adalar’a uzağım ve onları bilemiyorum.
Ama şunu biliyorum; halkçı, toplumcu, demokratik, adına ne derseniz, bir yönetim ve CHP’ye de iktidar yolunu açacak belediyecilik böyle “bilerek” değil “sorarak” yapılanların toplamıdır.
Geçenlerde Zapatistaların “Sorular sorarak yürüyoruz!” anlayışını sevdiğimi yazmış ve “Bilip de ‘bir bilen’ olunca, onu ‘tebliğ’ ediyor, herkesi aynısını bilmeye zorluyor ve bu bilme haliniz üzerinden hiyerarşi kuruyorsunuz. Bir başlangıç noktası olarak bilmemek daha iyi belki; eğer bir masa etrafında oturup cevabı birlikte aramayı becerebilirseniz!” demiştim.
Tam da bu işte, İBB-İETT Adalılara sormadan, onlarla bir masa etrafına oturup konuşmadan “yürüyünce”, yürüyüşüne engel olanların karşısına polis şiddeti de çıkıyor. Bir sosyal demokrat belediyecilik pratiği olarak!
Geçtim Zapatistaları, bizde de “Sora sora Bağdat bulunur!” var. "Bile bile Bağdat bulunur" denmemişse, bir doğruya ulaşmanın, bir problemi çözmenin yolunun sorular sormaktan geçtiğindendir.
Gazetecinin partilere ve liderlere akıl vermesi, rota çizmesi bana çok itici gelir. Hele de iktidarperest gazetecilerin başarılı olsunlar diye (!) muhalefet partilerine akıl verdiklerini gördükçe. Tam da şimdi “yumuşama” “normalleşme” tartışmalarında yaptıkları gibi.
Bizim işimiz eleştirmek. Yeri gelmişken söyleyeyim, Özgür Özel’in “normalleşme” tartışmasındaki kimi itirazlara yaklaşımı “dinleyerek” ve “sorarak yürümek” konusunda umut veriyor: “Bu arkadaşlar veya büyüklerimiz kötü niyetli değiller. Endişelerini saygıyla karşılıyorum. Geçmiş pratikler bunu düşünmeye müsait. ... Bu endişeler haklı, dikkatli olmak lazım.”
Yerel yönetim pratikleri iktidara giden yolu tıkar da açar da. Mücadele-müzakere dengesinde hata yapılmaz, iç çatışma ve tartışmalara saplanılmaz, zamansız cumhurbaşkanı adaylığı hesaplaşmalarına girilmez ve asıl sorunun rejim olduğu gözden kaçırılmadan yerel yönetim başarıları yaratılırsa birçok şey daha güzel olur!
"Ben bilirim" diyerek sormadan yapanlardan yeterince çektik. Adalar gibi küçük bir yerde bu yapılırsa, büyük yerlerde ve büyük işlerde de “bildiklerini” yapacaklarından korkmayalım mı?