Âdil olmayan ‘adalet’ maskesi
Lilia Hassaine, adaletsizlik silsilesini çıkarıyor karşımıza. Korunamayanların, mağdur olanların söz alması gerektiğini düşünenlerin ses yükselterek duvarların kuşatıcılığına son vermek istediği bir hikâye bu.

Ali BULUNMAZ
Suç her zaman karanlıkta işlenmiyor, bazen göz önünde gizleniyor. Âdil olmayan 'adalet' bu suçu maskelemekten başka bir işe yaramazken özgürlük, suç ve bahsi geçen 'adalet' arasında ezilip gidiyor, ufalanıyor. Bu durumda umut dolu bir ütopya, hakikatin eğilip büküldüğü bir distopyaya dönüşebiliyor. Lilia Hassaine, Aleni Yaşamlar’da bu bapta hem zamanımızın bir tasvirini yapıp hem de geçmişten geleceğe uzanan bir öngörüye imza atarken adalet anlayışının alabileceği hâle dair bazı şeyler söylüyor.
CAMDAN YAŞAMLAR
Aleni Yaşamlar’da; ütopya ve distopya, karanlık ve aydınlık, şeffaflık ve gizlilik arasında salınan hikâyeyi, ortadan kaybolan bir aile ve bu olayı çözmeye uğraşan Héléne üzerinden şekillendiriyor Hassaine.
Asıl sorun insanların ortadan kaybolması, suç işlenmesi ve cezalar verilmesi değil, adaletin âdilliğinin sorgulanması. Başka bir deyişle adaletin terazisinin şaştığında mağdurlar ve suçlular arasındaki geçişkenliğin ya da akışkanlığın artması. Adalet dağıtma ve cezalandırma yarışı kızıştığında cellatların ve kurbanların belirsizleşmesi.
Hassaine, tepeden aşağı, aşağıdan tepeye uzanan adaletsizlik silsilesini çıkarıyor karşımıza Aleni Yaşamlar’da. Korunamayanların, mağdur olanların ve iftiraya uğrayanların söz alması gerektiğini düşünenlerin ses yükselterek duvarların kuşatıcılığına son vermek istediği bir hikâye bu.
Bahsi geçen arzu, herkesin birbirine emanet edildiği, her şeyin şeffaflaştırılıp saydamlaştırıldığı bir düzen inşasına götürüyor insanları. Camdan yaşamlar demek de mümkün buna: Kanundan azade ve her şeyin göz önünde yaşandığı, iyi niyet ve bireysel sorumluluk temeli üzerinde yükselen vatandaşlık antlaşmasına göre kurulan bir hayat. Diğer bir ifadeyle adaletsizliği, yozlaşmayı ve diktatörleri uzak tutması beklenen bir sistem: “Şeffaflığın güzel tarafları vardır. Diğerlerine karşı daha özenli olmaya başladık. Yalnızlık, hüzün, hastalık gibi durumlarda her daim kapınızı çalacak bir komşunuz olacaktır. Huzurevleri yeniden çiçek açtı, hijyen konusunda kusursuzlar, çalışanları da nazik. Islahevleri artık camekânla kaplı, böylece çocukları istismar ve cinsel şiddet riskinden koruyor.”
Evlerin camlarının karartılıp karartılmadığını denetleyen gönüllü birimler, en ufak şiddet girişimini ihbar eden vatandaşlar, yardımlaşmalar ve herkesin birbirini gözlediği günler… Vukuatsız bir yaşam. Bu gidişatı bozansa Royer-Dumas ailesinin aniden ortadan kaybolması.
'Devasa boyutta bir açık alana' dönüştürülen, herkesin birbirini izleyip denetlediği toplumda, bir ailenin kaybolması şaşkınlık yaratıyor. Mahremiyette bile göz önünde bulunma zorunluluğuyla biçimlenen şeffaflığın hâkim olduğu bu ortamda haberler de hızla yayılıyor: Ailenin evindeki kan izleri ve ufak tefek kanıtlar herkesin ilgisini çekerken soruşturmayı yürüten Héléne’i zaman zaman zor durumda bırakıyor. Sadece 'adaletin' ve 'sağduyunun' bulunduğu, ahlakçılığın ve duygusallığın olmadığı yaşam tarzı ise bu zorluğu artırıyor.
TÜKETİLEN ÖZGÜRLÜK
Her şey ortadayken hiçbir şeyi görmeme hâli hâkim ortama. Bir hakikat kayması veya sapması. Özgürlüğün ve can sıkıntısının tüketildiği, tam da bu nedenle herhangi bir vukuatın meydana gelmeyeceğinin düşünüldüğü, çocukların sanal gerçeklik kasklarından izledikleri kadar var olduğu, hakikatlerden koparak kendi avatarına dönüştüğü ve cam ekrandan yansıyan anketlerle her şeye karar verildiği bir zamanda Royar-Dumas ailesinin öldürülmesi tuhaf bir olay. Hassaine’in hikâyesinin kahramanı insanların onayladığı, gönüllü olarak uyum sağladığı ve bir noktadan sonra alıştığı; güvenlik ve huzur için olmazsa olmaz saydığı, adalet ve sükûnet için temel şart diye gördüğü şeffaflık ve gözetim. amlar ardında ve önünde sürdürülen, kolayca çatlayıp kırılabilecek hassas yapıdaki yaşam, hem açıklığa hem de kapalılığa denk geliyor. İnsanın dönüştüğü şeyin bir temsili o. Héléne, bu durumu şöyle özetliyor: “Saydam mahallelerde, duvarlar aslında, flu şekillerin yansıdığı birer ayna. Camların karmaşasıyla, duyguları da muhafaza eden hiçbir şey olmadığından, onlar da kayboluyor, tenlerimizden akıp giderken bedenlerimizde yer edinmiyorlar.”
Yazar, Aleni Yaşamlar’da hem bugün hızla dönüştüğümüz hâli betimliyor hem de yakın ve uzak gelecekte bunun ötesine geçme ihtimalimiz olduğuna dair bir uyarıda bulunuyor. Kısacası duygusuzlaşan, hissizleşen ve saydamlaşan insana dikkat çekiyor.