Sağlıkta eşitsizlikler gibi bulaşıcı hastalıklar da önlenebilir sorunlardır. Sağlıkta eşitsizlikler gibi bulaşıcı hastalıklar da bir yönetim sorunudur.

Afetlerde sağlığı “korumak”

Sevilcan Başak Ünal

Sağlıkta eşitsizlikler, sağlığın “bir hak olduğu”nu yinelemeye her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğumuz zamanımızda giderek derinleşiyor. Tanımlar çoğunlukla bizi sınırlayan bir karakter gösterme riski taşırlar, kimi zamansa gerekenin ne olduğunu ortaya koymakta çok işe yarayabilirler. Sağlıktaki eşitsizlikleri tanımlarken, önlenebilir ve adil olmayan farklılıkları konuşmamız şüphesiz ki bize sağlığın kimin sorunu ve kimlerin sorumluluğu olduğu hakkında çok şey söylüyor. Bir adım geriye çekilip sağlığın ne olduğunu tanımlamaya çalıştığımızda ise, kişilerin ve toplumların “iyilik hali”nden konuşmaya başlıyoruz. Ardı ardına gelen afetler ve bu afetlere doğru biçimde cevap verilemeyen bir toplumda, iyilik halinin nasıl tanımlanabileceği ise artık bilimsel bir soru değil, toplumsal bir trajedi vasfı kazanıyor.

Sağlıkta eşitsizliklerle mücadele, bireyin sağlığının devletin sorumluluğu olduğunun kabulü mücadelesiyle iç içe giden bir süreç. Bu süreçteki kırılma noktalarında, aşılama ve temiz suya erişim çok önemli aktörler oldular. İnsanlığın salgın hastalıklarla dolu uzun tarihinde, aşılama bize erken ölümlerin önüne geçmenin olanaklarından birini sundu. Toplumun tüm bireylerine ve dünyanın tüm toplumlarına ulaştırılan aşı fikri, sağlıkta eşitsizlikler ve adaletsizliklerle mücadelede bir hayal gibiydi. Temiz suya erişim ise, hem hijyen ve sanitasyon için araladığı kapılarla toplumların iyilik halinin bir vazgeçilmezi hem de modern şehirlerimizin ve altyapının inşasının önemli kilit taşlarından biri oldu. Bulaşıcı hastalıklarla olan savaşımız, dünyanın bazı bölgelerinde halk sağlığı tarihine altın harflerle yazılan bir başarı hikâyesine dönüşürken, bazı bölgelerde süregelen “önlenebilir ve adil olmayan” bir sorun olmaya devam etti.

Bugün salgın hastalıklar hakkında hiç olmadığı kadar konuşuyoruz. Önce Kahramanmaraş depremleri, ardından gelen su baskını gibi afetler bizi uzun zamandır adını unuttuğumuz bulaşıcı hastalıkları yeniden düşünmeye itiyor. Kemirgenlerin taşıdığı hastalıklardan tahrip olan kanalizasyon sistemlerine ya da artan hava kirliliğinin getireceği solunum yolu rahatsızlıklarından atıkların bertarafının neden olacağı hastalıklara kadar çok geniş bir yelpazede risklere karşı uyarılar yapılıyor. Depremin üzerinden haftalar geçmesine rağmen su, gıda, barınma ve güvenlik gibi en temel gereksinimlerin karşılanamaması tartışılıyor. Hem deprem hem de su baskınının neden olabileceği bulaşıcı hastalıklar ve salgınlar hakkında sayfalarca konuşmak mümkün. Son yıllarda inatla ve tekrarlayan biçimde gördüğümüz tablo ise, üzerine ayrı ayrı günlerce kafa yorabileceğimiz bu olayları eşzamanlı olarak yaşamamız. Bir afetten kendimizi “toparlayamadan” diğerine “tutulmamız”. Dönüp dolaşıp hazırlık ve planlı bir yönetim sürecinin gerekliliği üzerine konuşmamız.

Afet zamanlarında salgın yaratabilecek hastalıkları düşünürken afet bölgesinin önceki sağlık durumu, afetin getirdiği sağlık riskleri ve bu risklere karşılık çok yönlü ve çok boyutlu bir cevap verebilmeyi değerlendirmek gerekiyor. Toplumun önceki ve mevcut sağlık durumu hakkında kamuoyuyla ve bilimsel çevrelerle bilgi paylaşılmadığı sürece, üzerine konuştuklarımız en iyi ihtimalle yakın tahminler olarak kalıyor. Salgınlarla mücadele yalnız kriz anlarının erken dönemlerini değil, uzun dönemli sonuçları da düşünerek önceden planlama yapmayı gerektiriyor. Meseleyi sadece bir “sağlık sorunu” olarak görmek ise sistemin bir eleştirisini yapmanın önüne geçiyor.

Bir halk sağlığı acil durumunu düşünürken, ele aldığımız yeri çevresinden ve bağlamından koparmak bize olayın soluk bir tezahürünü bırakıyor. Bu yüzden Suriye’de depremden sonra görülen kolera salgınını ya da verem vakalarını da konuşmak gerekiyor. Bu yüzden depremle beraber artan üreme sağlığı ihtiyacını ve enfeksiyonlarını da konuşmak gerekiyor. Bu yüzden afetten sonra yerinden edilen ve sayısı milyonları bulan insanları da konuşmak gerekiyor.

Günlerdir depremle beraber yıkılanın “ne” olduğunu konuşuyoruz. Günlerdir “yeniden inşa”nın nasıl mümkün olacağını konuşuyoruz. Tüm bunları konuşuyorken eşitsizliği, adaleti, hak mücadelesini konuşuyoruz. Sağlıkta eşitsizlikler gibi bulaşıcı hastalıklar da önlenebilir sorunlardır. Sağlıkta eşitsizlikler gibi bulaşıcı hastalıklar da bir yönetim sorunudur. Çünkü koruyucu hekimlik ve halk sağlığı, yalnızca tıbbın bir branşı değil, yurttaşların iyilik halini mümkün kılan bir bakış açısı, bir yönetim anlayışıdır da. Çünkü ne aşılama ne de temiz suya erişim tek başına salgın hastalıkları engellemeye muktedir değildir. Salgın hastalıkları engelleyecek şey, yurttaşların sağlık hakkıdır. Koruyucu hekimlik, koruyanın ve korunanın kim ve ne olduğu üzerine eleştirimizi ortaya koyduğumuz noktada başlayacaktır.