Afişten sızan kan
Bu yazıya eşlik eden görüntü, 1934 yılında Frankfurt ve civarındaki yerleşim birimlerinin sokaklarını süsleyen propaganda afişlerinden birine ait. Bölgesel gelişime odaklanmış yerel yurttaş grupları olan ‘ortsgruppe’leri Nazi ölüm makinesinin dişlilerine dönüştürme politikasının bir ürünü olarak, Oberursel’deki hava savunma örgütünün tanıtımı yapılıyor. “Hava savunması kendini savunmaktır.”
Afişte bir siluet göze çarpıyor. Siluetin, normalde ışık kaynağı arkada olduğu için siyah görünmesi beklenir. Oysa buradaki siluet, bakan kişinin algı evreninde hiçbir olumsuzluk uyandırmayacak bir aydınlıkla sunuluyor. Vücut hatlarına bakılırsa çıplak olduğu anlaşılan kaslı bir erkek, gökyüzündeki savaş uçaklarına doğru bir ok fırlatmak üzere yayını germiş biçimde görülüyor.
Afiş, temelanlam düzeyinde, sivil hava savunma örgütü RLB’nin (Reichsluftschutzbund) bir şubesiyle ilgili bilgi veriyor. Weimar döneminde de var olan bir sivil savunma teşkilatının Hermann Göring tarafından Nazi ölçütlerine uygun biçimde dönüştürülmesiyle ortaya çıkan bu örgütün, kent ve kasabaların bombalanması olasılığına karşı bina güvenliği, sığınaklarda toplanma vd. gibi konularda yapılacak çalışmaların yanısıra, olası bir bombardımandan sonra kitlelerin politik ve ‘polisiye’ kontrolünü de içeren bir yapısı ve eğitim programı vardı. Belli bir nüfusun üstündeki tüm yerleşim birimlerinde güçlü biçimde örgütlenen RLB’nin temel işlevi, sivil halkın Nazi ordusuna desteğini sağlamak ve sürekli kılmaktı.
‘Propaganda bakanlığı’ diye bir bakanlık kuracak kadar bu işe önem veren Nazilerin halkın zihninde biçimlendirdiği savaş algısını, afişin yananlam düzeyinde görüyoruz: Arkaplandaki sanayi kenti görüntüsünden soyutlanmış, mitolojik anlatıları çağrıştıracak biçimde poz veren, ideal ölçülere sahip kaslı siluetin -tam bir ari ırk üyesi!- çıplaklığı ve fallik bir obje olarak ok, sembolik düzeyde savaş/ölüm ve erotizmi birleştiriyor. Ki bu, faşistlerin çok sevdiği bir düşünme tarzıdır: Ölümle kutsanan nekrofilik bir erkeklik hali.
∗∗∗
AKP-RTE parti devletinin ‘Savunma Sanayii Destekleme Fonu’ için, harcama limiti 100 bin TL ve üstü olan kredi kartı sahiplerinden 750 TL vergi almak istediğini duyunca sadece gülmüştüm. Aslında var olmayan, sadece borç alınmak üzere bankanın hesabında bekleyen bir kredi miktarından vergi almak, şeytanın bile aklına gelmez! Sonra BBP başkanının bu vergiye karşı çıkanlarla ilgili saçmalamalarını duyunca, 15 Temmuz efsanelerini ve bu Nazi afişini anımsadım.
Tank egzosuna atlet tıkayarak, F16’lara kafa atarak darbeyi durduran imanlı AKP mücahitlerine dair ciddi ciddi anlatılan trajikomik öykülerin aslında bu afişte üretilen mitik anlatıdan çok da farkı yok. Her ikisi de, damarlarında akan kanın diğer insanlarınkinden daha üstün olduğuna, iman gücüyle savaş makinelerinin durdurulabileceğine inanıyor. Dahası, her ikisinde de aynı hastalıklı erotizm ve eril şehvet göze çarpıyor.
∗∗∗
Geçenlerde, RTE’nin İsrail’in Türkiye’ye saldırmasıyla ilgili konuşmasını yaptığı günlerde, internette şöyle bir söz gördüm: “Savaş Türk’ün düğünüdür!”
Büyük olasılıkla yeni uydurulmuş değildir bu, ama böylesine nekrofilik bir sözü daha önce duymuş olsam kesinlikle anımsardım.
Nereden çıkmış, kim demiş diye araştırırken -Nihal Atsız’dan Fatih Sultan Mehmet’e kadar uzanan bir isim listesi var- çok tuhaf bir şiirle karşılaştım:
“Yüz milyon sayımız bizim, / Boz Oklar soyumuz bizim. / Şehadet toyumuz bizim, / Savaş Türk’ün düğünüdür.
Hedefi okta tutarız, / Bayrağı gökte tutarız. / Biz ölmeye can atarız, / Savaş Türk’ün düğünüdür.” (Yusuf Tuna, antoloji.com)
Bu savaş-düğün benzetmesinin bilinçdışı temelinde, gerdek gecesi dökülmesi gereken bekaret kanının da önemli bir yeri var gibi görünüyor. Erkek-egemen yapı, var olabilmek, kendini sürekli yeniden üretebilmek için, fallus ve fallik silahlar yardımıyla dökülen kana muhtaç.
Burada asıl sorun şu: 1934’le 2024’ün böyle bir zihniyette buluşması için, insanlığın 90 yılda bir santim bile ilerlememiş olması gerekiyor... Ya böyle, ya da bizler bir distopik anlatının kahramanlarıyız.
Umarım ikincisidir.