Afşar Abi
Afşar Timuçin’in Afşar Abi olması, hatta bizim Afşar Abimiz olması, yıllar boyu elimizden düşmeyecek Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz kitabı ve dilimizden düşmeyecek şiirleriyle başlar.

Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz’le(1974) başlamış olmalı Afşar Timuçin sevgimiz. Öncesi, okuduğumuz şiirleriyle aklımızda kalan şairlerden biri olarak canlanıyor bende. Afşar Timuçin’in Afşar Abi olması, hatta bizim Afşar Abimiz olması, yıllar boyu elimizden düşmeyecek bu kitap ve dilimizden düşmeyecek şiirleriyle başlar.
İlk şiir kitabı Çöl’ü(1968) okumuştum, Özdemir İnce’nin Kiraz Zamanı da aynı günlerde yayımlanmıştı sanırım, ikisi de etkileyici kitaplardır, 1970 başlarında birlikte okuduğumu anımsıyorum, sonradan başka kitaplarını da okuyarak seveceğim şairlerle ilk tanışmam olduğu için de önemli.
Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz de başka sevdiğim kitaplarla yer etmiş bende. Ataol Behramoğlu’nun Ne Yağmur Ne Şiirler ve 1973-74’de yayımlanan, hemen çoğu İkinci Yeni şairlerinin 12 Mart 1971 Muhtırasının yaşattığı acılara odaklanan kitapları, Ece Ayhan’ın Devlet ve Tabiat’ından Turgut Uyar’ın Toplandılar’ına, Edip Cansever’in Sonrası Kalır’ından Ülkü Tamer’in Sıragöller’ine... Metin Altıok’un Gezgin’i de yol hazırlığına başlamıştır.
“Aşk olsun hem bekleyip hem türkü söyleyene” dizesi bir savsözdür ve 18 yaşında beklemeye başlayanlar için çok şey demektir. Timuçin’in kitabında da bizi hem çok etkileyecek hem de düşünüşüyle büyüleyecek pek çok şiir vardır. “Senin Bildiğin” bizim de bildiğimiz olacaktır iki kez okuyunca: “Sen bilirsin/Ne denizler dağlardan bu kadar yüksek/Ne sevinçler acılardan bu kadar ayrı/Sen bilirsin/Ne ben senden iyice başka biriyim/Ne bu kuşlar göklerden başka şeyler.”
Hayranlığın sonu bir gece otobüsüne, belki de yavaş kara trene binerek İstanbul’a gitmek ve o zamanlar yayıncılığın kalbi olan Cağaloğlu’nda Kavram Yayınlarını bulmak oldu. Mektup mu yazmıştık Ömer Ateş Kızıltuğ ile telefon mu etmiştik her neyse, geleceğimizi bildirmiştik. Yayınevine önce çelebi Eray Canberk geldi, bizi sevgisinin inceliği ve içtenliğiyle karşıladı, “Afşar da birazdan gelir”di, geldi. Eray Canberk’le bütünleşmiş efendilik ve zarafetin yanında, Afşar Timuçin, Mehmet Seyda’nın unutulmaz kitabı İçedönük ve Atak’tan mülhem dışadönük ve şakacı yapısını hemen belli etmişti.
Belki de Afşar Abi’nin evinde ilk kalıp gece boyu sohbet edip rakı içip, ertesi gün Felsefe Dergisi’ni yüklenip otobüsle Ankara’ya götürmemiz ve Zafer Çarşısı’ndan başlayarak kitapçılara dağıtmamız da tanıştığımız güne denk gelir. Sonra kezlerce gittik İstanbul’a. Kavram’ın yayımladığı Lucien Goldmann’dan Abdurrahman Şeref’e felsefe ve tarih kitaplarını, Afşar Abi’nin Fransızcadan çevirdiği, 400 Darbe filminin de romanı olan Sisler Rıhtımı’nı okuyor, bir yandan da Stalin’den Troçki’ye György Lukacs’a, Caudwell’e siyaset, gerçekçilik, estetik, roman sanatı tartışıyorduk. Bu tartışmaların bazıları etrafında Felsefe Dergisi’nin sanat edebiyat bölümünde yazılar yazıyordu Afşar Abi.
Sonrası 12 Eylül’dür, Hulki Aktunç’un Bir Çağ Yangını dediğidir, göz gözü görmeyen zamanlardı, her anlamda fena dağıldık. Afşar Abi’yi Yarına Başlamak (1975), Gece Gelen Eski Dost (1980) romanları ve öyküleriyle de okumayı ve sevmeyi sürdürdük. Felsefe kitapları, eşsiz denemeciliğinin ürünü olan sayısız kitabı, çevirileri, genç şair ve yazarlara yer açan Felsefe Dergisi’yle de edebiyat, şiir, düşünce dünyamıza hep okunacak yapıtlar bıraktı.
Onu ilk 50 yıl önce okuduğum ve sonra bizim Afşar Abimiz olduğu gibi bizim şiir kitaplarımızdan da olan Böyle Söylenmeli Bizim Türkümüz’deki “Ayrılıkta Söylenmiş Bir Yaz Türküsü”nden dizelerle uğurluyorum: “Gitme hep burada kal/Bizimle kal bu kıyıda/Her yanına dokundum bakışının/Her yerini tanıdım göklerinin/Gün boyu sende uçtum/Dinlendim dallarında/Atlılar gibi yoruldum yanında/Uyudum”.