Google Play Store
App Store

 Şimdi, BDP milletvekilleri ile Cumhurbaşkanı’nın görüşmelerinden, Başbakan’ın “Eğer kan duracaksa ben yine müsteşarımı İmralı’ya gönderirim” sözünden hareketle, yeni bir sürecinin başladığına dair umut yayan tartışmalar başladı yine.

Ah keşke! Keşke o sözlerinin ve görüşmelerin anlamı bir sonu olsa.

Bir taraftan gencecik askerler ölür, kış arifesinde patlatılan boru hattı gazlarının ateşi ile yakılırken; öte yandan dağlarda ölenleri yetmezmiş gibi kadınlı erkekli Kürt mahpusların ölüme yattığı şu memlekette keşke kanı durduracak adımlar atılabilse.

Cumhurbaşkanı, “Güzel şeyler olacak” dedikten sonra yaşananlar önümüzde durduğundan olsa gerek, beklenti çıtasını düşürmeye çalıştı: “Bu iddiadan (BDP’lilerle görüşme) olağanüstü yeni bir durum çıkartmak doğru değildir ama hatırlatmak isterim ki Türkiye’nin en önemli konusu bu mevzulardır. … Türkiye’nin geleceği açısından bu meseleleri sahiplenmemiz ve doğru mecrasına sokmamız için herkesin uğraşması gerekir.

Türkiye’nin bu en önemli konusunda yapılan en önemli yanlış, önce büyük umutlar yaratıp sonra onları büyük umutsuzluklara dönüştürmek oluyor.

Bu iniş çıkışlar toplumunun “çözüm” enerjisini de tüketerek, şiddet hangi tarafta büyük acılara yol açıyorsa o an orada “inceldiği yerden kopsun” duygusuna yol açıyor. Ya Batı’nın tuzu kuruları “çektirip giderlerse buralarda milli gelir bilmem kaç dolara yükselir” hesapları yapıyor, ya da Doğu’nun yoksulları kardeşlik ve bir arada yaşama karar(lılık)larını öfkelerine kurban etmeye başlıyor.

Bir gün “… ben yine müsteşarımı İmralı’ya gönderirim” diyen irade, bir başka gün “BDP’lilerle asla görüşmem” deyince, sadece Türkler için değil Kürtler için de muhatap sorunu ortaya çıkıyor.

Teröristle görüşmem” anlayışını yerle bir eden gelişmeler yaşanıyor şu aralar. Geçmişleri ve arkalarında bıraktıkları kanlı bilanço ile bizim yaşadıklarımızı fersah fersah aşan Kolombiya hükümeti ve FARC arasında yaşananlara bakın. Ya da, Filipinler hükümeti ile Moro İslami Kurtuluş Cephesi’nin (MILF)geldiği noktaya.

Kolombiyaterörist” dediği FARC’la, Filipinler de MILF ile masaya oturmayı binlerce kez reddetti. Ama 7 Ekim’de Filipinler Devlet Başkanı Benigno Aquino MILF’le bir barış anlaşmasına vardıklarını, MILF Başkan Yardımcısı Gazali Cafer de bundan çok mutlu olduklarını ilan etti. 120 bin insanın yaşamına mal olan 50 yıllık bir silahlı mücadelenin ardından…  

FARC, “Ben insanların kaçırılıp rehin alınmasını ve bu silahlı mücadeleyi kabul etmiyorum. Gerilla olsaydım asker olmayan silahsız kadın ve erkeleri kaçırıp rehin almaya ihtiyaç duymazdım… Latin Amerika’da neler oldu, neler oluyor bir bakın” diyen Chavez’e kulak verdi biraz. 26 Şubat 2012’de ellerindeki son rehineleri de bıraktı. 27 Ağustos’ta Kolombia hükümeti FARC’la görüşmelere başladı. Geçen gün, hani şu bizim meşhur Oslo’da, öyle gizli saklı değil, her iki tarafın heyetleri bir masa etrafında medyanın karşısına çıkıp bir sonraki toplantının Kasım ortasında Küba’da olacağını söylediler.

Yarım yüzyıllık savaşlar ve çok daha kanlı bilançolar ardından “konuşulamaz” denilenlerle konuşuldu.

Oralara bakıldığında pek çok avantajımız var bizim. “Kız alıp verme”, “etle tırnak olma” olma gibi, doğru ama kullana kullana eskittiğimiz sözler bir yana, geçmişte birlikte sevaplar işledik, günahlar da. Bir sevapsa Çanakkale, orada birlikte öldük. Bir günahsa Ermenilere yapılanlar, birlikte öldürdük. Şimdi, birbirimizi öldürüyoruz!

Iğdır’ın o köyünde kaçırılan öğretmenler, onların ardından koşan öğrencileri, köylüler… Günlerdir yakılan okullar… Asimilasyonun sonunu getirecek şeyler falan değil bunlar. Pis işler!

Bir Chavez yok belki etrafta sözü dinlenecek, ama okul yakıp öğretmen kaçıranlara “Bugün çocukları bu savaşın hedefi durumuna getiren herkes savaş suçu işlemiş olacaktır” diye seslenen Sırrı Süreyya Önder var kulak verilecek.

Ah keşke; biraz bu sorunların nasıl çözülebildiğine dair örneklerle dolu tarihe, biraz da vicdanıyla konuşanların sesine kulak versek de, bıraksak artık birbirimizi öldürmeyi!