Akademisyen Berk Esen: Kürsü siyasetinin sonu
Berk Esen "Daha fazla otoriterleşse bile kendini devam ettirmekte çok zorlanacak. Eğer bu demokratik mücadele sürecek olursa Türkiye için hâlâ umut var demektir" diyor.

Y. Emre CEREN
Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Berk Esen ile Türkiye’de 19 Mart darbesiyle başlayan yeni süreçte halkın siyasete geri dönüşünü, rejimin otoriterleşme sürecini ve Türkiye’nin geleceğini konuştuk.
İmamoğlu’nun gözaltına alınması sonrası Türkiye farklı bir sürece girdi. İlk günden itibaren halkın sokakta hem görünür hem belirleyici olduğu yeni bir gerçeklik oluştu. Bu durum Türkiye’de siyasetin geleceği için ne anlama geliyor?
Türkiye siyaseti bir kırılma ânı yaşıyor. Bundan sonraki süreçte yaşanacak gelişmeler Türkiye’deki rejimin nereye evrileceğini belirleyecek, bu anlamda olağanüstü bir dönemdeyiz. Muhalefet uzun süredir kürsü siyasetine odaklanmıştı, mücadelesini sandığın ötesine taşımakta zorlanıyordu, iktidarı durdurmak açısından elinde sadece seçim mekanizması vardı. Bunu 2019’dan beri başarılı kullansa da sandığın sınırları var, rejim otoriter bir niteliğe sahip olduğu için muhalefet elindeki belediyelerin hareket alanını kısıtlayabiliyordu. Son hamle, sandığın yeterince etkili bir silah olmayacağını gösterdi. Muhalefet de alternatif mekanizmaları kullanıyor ve bunu başarabildiği oranda da kitleselleşecek ve mücadelesini toplumsallaştıracak. Bu sürecin olumsuz yanı iktidarın sandığı devre dışı bırakabilecek bir sertliğe yönelmesi, olumlu yönü ise muhalefetin reaksiyon gösterebilmesi, toplumsal muhalefeti harekete geçirebilmesi ve buradan güven alarak el yükseltmesi.

ÖFKE YÜZEYE ÇIKTI
Ana muhalefet, bir sene önce kimsenin hayal edemeyeceği şeyleri bugün söylüyor. Bunun arkasında, muhalefet açısından yeni bir itici güçten söz edebilir miyiz?
Kesinlikle. Bunu tek başına CHP’nin başarısı olarak okuyamayız. Arkasındaki itici güç geniş kitlelerin tepki göstererek sokağa çıkması oldu. Ana muhalefetten taleplerde bulunarak, el yükseltmesini sağlayarak süreci buraya getirebildi. Bu anlamda değişimin arifesindeyiz. Peki bunu yaratan faktörler neler?
Türkiye ekonomisi uzun süredir bir dar boğazdan geçiyor. Ama yüksek enflasyon ve işsizliğin bir türlü düşmemesi sonucu özellikle büyük şehirlerde yoksulluk çok arttı. Özellikle de genç yoksulluğu. İnsanların uygun koşullarda yaşayabilecekleri işler bulamaması, üniversite öğrencilerinin okumak için çalışmak zorunda kalsa da geçinemiyor oluşu, artan gıda ve enerji fiyatları derken çok büyük bir ekonomik krizin yarattığı bir toplumsal hoşnutsuzluk vardı. Bu hoşnutsuzluğu yüzeye çıkaran ve görünürleştiren de bu yargı operasyonu oldu. CHP belediyeleri bu güvencesiz kesimlere ulaşma, hizmet verme konusunda başarılıydı ve bu bozuk düzeni muhalefetin değiştirebileceğine dair umudu temsil ediyordu. İktidarın İmamoğlu’na bu hamleyi yapması hem İstanbul ölçeğinde gençlerin burs alabildiği, uygun fiyatlara beslenebildiği, uygun koşullardaki yurtlarda kalabildiği, kültür sanat hizmetleri alabildiği belediyenin ortadan kalkacağı tehlikesinin yanı sıra bu rejimin değişemeyeceği ihtimalini ortaya çıkardı. Sonucunda varolan hoşnutsuzluklar su yüzüne çıktı ve CHP’nin de sokağa yüzünü dönmesiyle bu iki grup birbirini besledi. Şu an muhalefet olmasa belki iktidar daha sert davranarak eylemleri kriminalize edecekti, sokaktaki halk hareketi olmasaydı, CHP bu kadar uzun süre bu direnişi devam ettiremeyecekti.
DİRENİŞ UZUN ERİMLİ DÜŞÜNÜLMELİ
En genel anlamda muhalefet hareketi açısından geri adım atmamak ve bu direnişi sürdürebilmek için ne yapılabilir?
Öncelikle CHP’nin ortaya çıkan toplumsal direnci anlamlı siyasi eylemlere kanalize edebilmesi gerekiyor. Saraçhane güzel bir örnekti ama devam edebilmesi gerekiyor. Ortada uzun vadeli bir hoşnutsuzluk var, Gezi’de de bunun ortaya çıktığını görmüştük. Ancak Gezi belli hedefler üzerinden birleşemediği ve liderliği olmadığı için kendiliğinden sönümlenmişti. Bu noktada muhalefet bu öfkeyi anlamlı siyasi eylemlere ve siyasi programa kanalize edebilmeli. İktidar değiştiğinde nelerin farklı olacağını gösterebilmesi gerekiyor, kitleler nezdinde inandırıcı olabilmesi için de ona göre eylemlilikler içerisinde olması gerekiyor. Sokakta, çoğunluğu örgütlü olmayan, farklı siyasi fikirlerden gençlerin siyasi aidiyetinin ve kimliğinin geliştirilebilmesi için de eylemliliklerin geliştirilmesi gerekiyor. Eylemlere gelen halka bu işin bugünden yarına olmayacağını, uzun vadeli bir mücadelenin ortasında olduğunun anlatılması gerekiyor.
Her gün miting yapılamaz. Bu sebeple protestoların sürdürülebilir hale gelmesi için yaratıcı fikirlerle farklı alanlara kanalize edilebilmeli. Ekonomik boykot yapıldı, akademik boykot gündeme geliyor. Tutuklananların davaları mutlaka kitlesel eylemlerle takip edilebilmeli. Muhtemelen önümüzdeki dönemde akademi ve basına ağır bir baskı dalgası gelecek. Bu dalgadan gençleri, muhalifleri kurtarabilecek bir direniş kurulabilmeli. Bu iktidarın kafasına göre kimseyi tutuklayamayacağı, caydırıcı eylemlerin yapılabilmesi gerekiyor. Ekonomik boykot gibi farklı yaratıcı eylemler de yine kamuoyu eliyle gündeme getirilebilir.
MÜCADELE SÜRDÜKÇE UMUT VAR
Türkiye’de rejimin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz, bu noktadan sonra iktidarın yol haritası ne olacak?
İktidar, 2007-2008’den beri belirgin hale gelmiş bir otoriterleşme süreci içerisinde. Türkiye’de demokrasi kademe kademe geriledi, 2015’te iki seçim arasında çöktü, sonrasında ise rekabetçi unsurların hâlâ bir şekilde var olduğu bir seçimli otoriter rejim inşa edildi. Ama rejim sınırları içinde de bir otoriterleşme süreci devam ediyordu ve bizi bu noktaya getirdi. Bu kısa vadeli bir gelişme değil, uzun süredir devam eden bir sürecin son noktası. Demokratik gerileme ve otoriterleşme süreci içerisinde hızlandırıcı belli olaylar yaşadık. Her birinde iktidar muhalefetten kendisine gelen tehdidi bastırabilmek için kurumları etkisi altına aldı ve sokağı kriminalize etti. Gezi protestoları, 17-25 soruşturmaları, 2015 seçimleri, darbe teşebbüsü, 2019-2024 yerel seçimleri… Son 15-16 senelik süre içerisinde AKP kendi iktidarının tehlikeye girdiğini düşündüğü her eylemden sonra sert bir tepki vererek devlet mekanizmasını daha fazla etki altına aldı ve muhalefeti zayıflatmak için sistematik adımlar attı. Darbe teşebbüsünü bile iktidar alanını genişletebilmek için bir imkân olarak kullandı, yerel seçimlerdeki yenilgilerin ardından hedefine belediyeleri aldı. Dolayısıyla son yargı müdahalesinin bu yaşanan sürecin devamı ve son noktası olduğunu düşünüyorum. Otoriter rejim dinamikleri içerisinde bile seçimi kazanamayacağını da itiraf etmiş oldu. Dolayısıyla seçimi kazanma şansı olan adayı elimine edecek bir yargı darbesi yaptı.
Muhalefet bu süreci geri çeviremezse, etkili bir kampanyayla iktidarın karşısına geçemezse bu süreç devam edecek ve sandığın anlamlı bir mekanizma olmaktan çıktığını göreceğiz ve bu Türkiye’yi çok daha otoriter bir rejime götürecek. Bu rejimin neye benzeyeceğini zaman gösterir. Ancak tüm muhalefet güçleri bu mücadeleyi sürdürebilirse Türkiye’nin bu girdaptan çıkma şansı var. Türkiye’nin zengin yeraltı kaynakları yok, Erdoğan’ın iktidarda kalabilmek için ekonomiyi büyütme mecburiyeti var, Türkiye’nin ciddi bir genç nüfusu var ve bu nüfusun bir şekilde iş sahibi olması lazım. Eğer ekonomi içinde bulunduğu krizden çıkamazsa bu hoşnutsuzluk daha fazla görünürleşecek. Daha fazla otoriterleşse bile kendini devam ettirmekte çok zorlanacak. Eğer bu demokratik mücadele sürecek olursa Türkiye için hâlâ umut var demektir.