Ormanlarımız yanıyor. Evler, köyler, zeytinlikler, kızılçam ağaçları, çiftlik ve yaban hayvanları, börtü böcek de ormanlar ile birlikte yanıyor. Pek çoğumuz yangını uzak bölgelerden takip ediyoruz ve üzülüyoruz. Yangın bölgelerinde olanlar ise kaderlerine terkedilmiş vaziyette; bazen elleriyle toprak atarak bazen taslarla su taşıyarak yangını söndürmeye çalışıyor. Çünkü vatandaşın ellinden gelen bu. Çaresizlik içinde, sahip oldukları imkânlar çerçevesinde çare üretmeye çalışıyorlar. Oysa asıl çare üretmesi gerekenler, sahip oldukları imkânlara ve sorumluluklara rağmen yapması gerekenleri yapmıyorlar.

Ormanlık alanlarda yangınlar kaçınılmaz. Özellikle hava sıcaklarının çok arttığı ve nem oranının azaldığı dönemlerde bu risk daha belirgindir. Ormandır, yanabilir. Orman yangının çıkmış olması değil, bir gün bir şekilde bu yangınların çıkacak olmasının bilinmesine rağmen buna yönelik hazırlıkların yapılmamış olması sorunların büyümesine ve kayıpların artmasına yol açıyor.


Orman yangınları ile nasıl mücadele edileceği bellidir. Yıllar yılı yaşanan tecrübelerin ve bilimin ışığında nelerin yapılması gerektiğini biliyoruz. Böyle bir duruma yönelik hazırlıkların da bu bilgiler çerçevesinde yapılması gerekirdi. Yangın ilk tespit edildiğinde güçlü bir müdahale ile kontrol altına alınmalıydı. Bunun için de uygun müdahale araçlarına sahip olmak gerekir. Ama görüyoruz ki iktidar bu hazırlıkların hiçbirini yapmamış. Öyle beklemiş. Üstelik daha önce kullanılmış olan yöntemlerin kullanılmasından da (THK yangın söndürme uçakları gibi) “maliyeti yüksek” düşüncesiyle vazgeçmişler. Peki, şimdi karşı karşıya kaldığımız maliyet ile “tasarruf ettiklerini” düşündükleri tutarı karşılaştırabilirler mi? Sadece ekonomik olanlar değil, kaybedilen canlar için ne diyebilecekler? Aslında ne diyeceklerini biliyoruz. Çarşamba akşamı bir televizyon programına katılan Erdoğan, “büyükbaşsa büyükbaş, küçükbaşsa küçükbaş, beyaz etse beyaz et; hepsinin bedelini ödeyeceğiz” dedi. Olaya yaklaşımları bu. Oysa yanan ormanların, doğal hayatın bedeli öyle Hazine’den ödeme yapmak ile karşılanabilecek bir şey değildir.

Hayatlar kararırken bile “itibarlarını” korumak için gelen yardım tekliflerini bir kısmını kabul etmiyorlarmış. Vatandaşın avuçları ile su dökerek söndürmeye çalıştığı yangınlarda kullanılabilecek uçakları göndermek isteyen bazı ülkelerden gelen teklifleri, kapasitesi bilmem kaç litre daha az diye geri çeviriyorlar. Bir tarafta kova ile su taşıyanlar, diğer tarafta tonlarca su taşıyan uçakları beğenmeyenler. İşte sorun da burada yatıyor: zihniyet.

Son günlerde yaşadığımız yangın felaketi bize bir kez daha göstermiştir ki ülke yönetilmiyor. Kurumlar işlevsiz hale getirilmiş, karar alma sadece bir kişiye bırakılmış, kaynak kullanımında öncelik kamusal menfaatten uzaklaştırılmıştır. Mevcut yönetim modeli ile ülkenin kurumsal kapasitesi zafiyete uğratılmıştır. Kurumların karar alması ancak ve sadece cumhurbaşkanının “talimatı” ya da “tensipleri” ile mümkün olmaktadır. Bunun dışında bir şey yapılamaz. “Hızlı karar alınacak” argümanı ile savundukları sistem sorunlar yumağına dönüşmüştür.

Yıllardır seçim döneminde “yerli ve milli uçağımız uçmaya hazır” afişleri ile her yeri donatanlar, söz konusu yangın uçağı olunca birden ortadan kayboldular. Algı yönetimin olgularla mücadele etmekten daha önemli olduğu zihniyetine sahip olan iktidarın yanlış tercihlerinin maliyetini toplum olarak ödüyoruz. Böyle büyük bir kriz anında bile bu yaklaşımlarından vazgeçmedikleri görülüyor.

Yangınlara yönelik açıklama yapan Bakan Pakdemirli “gerekirse uzay aracı kullanacağız” ifadesi ile aslında hayatın ve ülkenin gerçeklerinden ne kadar kopuk olduklarını bir kez daha göstermiştir. Vatandaşların iktidardan beklentisi olmayan uzay araçlarını kullanmayı vaat etmeleri değil, akıl ve fikir kullanmalarıdır.