Peki, bu dar zamanda seçmen nezdinde oluşan kaygıları gidermek ve seçim sonuçlarının tanınmayacağını ima eden bu açıklamalara ve risklere karşı ne yapmalı? Sanırım en yanlış hareket tepkisiz kalmak olacaktır. İktidar kaybetme riskine karşı bile taraftarlarını gayrimeşru bir şekilde seferber etmeye çalışırken, muhalefetin meşru bir sahip çıkma konusunda pasif kalması düşünülemez.

Aklından bile geçirme!

Bu yazı yayınlandığında seçime 8 gün kalmış olacak. AKP, MHP, Hüda Par, DSP ve BBP’li Cumhur İttifakı propagandasını ağırlıklı olarak, “fetişleştirdiği” üç unsur üzerinden götürmeye başladı: Lider (Erdoğan), devletin militarist kapasitesi ve beka.

Bunu yaparken de her bir başlıkta muhalefet partilerini şeytanlaştırıyorlar. Ayrıca hiçbir mantıki ve ahlaki tutarlılık ve sınır tanımıyorlar. Kimi zaman “emirleri Allah’tan aldıklarını” iddia ediyorlar, kimi zaman LGBTİQ+’ları beka meselesi ilan ediyorlar. 

Seçim yaklaştıkça ve anketler iktidarın kaybedileceği ihtimalini göstermeye başladıktan sonra bu propagandanın oluşturduğu tehdit/korku iklimi üzerine sandık sonucunu tanımayabileceklerini ima eden açıklamalar gelmeye başladı. Her ne kadar iktidarın iyi polisleri bu açıklamaların yanlış anlaşıldığına dair beyanlarda bulundularsa da propaganda hedefine ulaşmış oldu. Muhalif seçmenin bir kısmının öteden beri zihninde olan gitmemek için her şeyi yapacaklar kaygısı arttı, iktidara yakın seçmenin ise bunlar gelirse ülke bölünür, vs kaygıları körüklendi. Neydi bu açıklamalar: 

Erdoğan: “Benim milletim Kandil’den aldığı destekle Cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez.”

Süleyman Soylu: “15 Temmuz, fiilî darbe girişimiydi. 14 Mayıs 2023, Türkiye’yi tasfiye etmeye yönelik hazırlıkların her birini bir araya getirerek oluşturabilecek siyasi darbe girişimidir.”

Mehmet Uçum: “2023 seçimlerinde iktidar değişikliği Türkiye’nin tam bağımsızlığına darbe olur.”

Binali Yıldırım: “Bu seçim, işgalcilere karşı istiklal mücadelesi seçimidir.”

Bu açıklamaların üzerine Hüda Par Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun “Eğer fark az olursa inşallah diyoruz ki birinci turda bitecek ama fark az olursa şimdiden kendinizi hazırlayın” açıklaması ile Hulusi Akar’ın “Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganına verdiği “onun da zamanı gelecek” cevabını koyalım.

Bu açıklamalar ve açıklamaları yapanların iktidardaki ağırlıkları dikkate alındığında öylesine edilmiş sözler olarak görülemez. Herhalükârda seçimler öncesi dikkate alınması gereken açıklamalar. 

Başlangıçta milli irade söylemi ile demokrasiyi sandık sonuçlarına indirgeyen, yetkiyi ben aldım asarım da keserimde anlayışındaki bir iktidar nasıl oldu da bunca avantajla girdiği bir seçimi kaybetme riski ortaya çıktığında demokrasinin asgari şartını oluşturan sandığı tanımayabileceğini, çok tehlikeli bir şekilde dillendirebilir oldu?

İlk denemeleri Haziran 2015 seçimlerinde oldu. AKP’nin hükümet kuramaması sonrası, hükümet kurma görevi CHP’ye verilmesi gerekirken verilmedi. Fiilî olarak seçim sonuçları tanınmamış oldu. Ardından HDP’li belediyelere dönük Kayyım atamaları ile yerel seçim sonuçları sistematik olarak gaspedildi. 2019 yerel seçimlerinde İstanbul seçimleri iptal edildi. İptal öncesi Erdoğan’ın şu açıklamasını hatırlamanın zamanıdır: “Bu kadar az bir farkla seçimin sonuçlanması halkı rahatlatmaz. 10 milyonu aşkın seçmenin olduğu İstanbul’da kalkıp da şöyle 13-14 bin oy farkla seçimi kazandım havasına kimsenin girmeye hakkı yoktur.” Bu açıklama sonrası seçim iptal edildi. Maalesef muhalefet bu gasplara karşı tepki geliştirmedi. Tam tersi iktidarın sokağı, protesto hakkını, sivil itaatsizliği kriminalleştiren yaklaşımına destek olundu.

 Öncelikle iktidar elitlerinin kaybettikleri bir seçime rağmen iktidarlarına devam etmeleri mümkün değil. Tabii ki isterler bunu. Ama realize etmeleri, böyle bir iktidarı sürdürme kapasiteleri yok. Unutulmamalı ki “süngü ile her şey yapılabilir ama üzerine oturulamaz!” Meşruiyetine dair geniş bir onay almayan bir iktidar sadece duygulara ve korkulara dayanarak, yaptığı yollarla, silahlarla iktidarını devam ettiremez. Ne toplumsal muhalefet buna izin verir, ne ülkenin ekonomik durumu, ne de sermayenin uluslararası finans kapitalle ilişkileri. İktidarın bu söylemlerinin kararsız ve milliyetçi seçmenleri ikna amaçlı olduğunu düşünüyorum. Çaresizliklerinin halka artık korku dışında sunacak bir şeylerinin kalmadığının göstergesi. 

Ancak iktidarın sürekli pompaladığı tehdit ve korkunun spontane olarak harekete geçirebileceği kişiler ve paramiliter gruplar bir risk olarak görülmeli. Özellikle “az bir farka” yapılan vurgu bu riski artırmaktadır. Olası bir kargaşanın iktidara alan açacağı da öngörülmelidir.

Peki, bu dar zamanda seçmen nezdinde oluşan kaygıları gidermek ve seçim sonuçlarının tanınmayacağını ima eden bu açıklamalara ve risklere karşı ne yapmalı?

Sanırım en yanlış hareket tepkisiz kalmak olacaktır. İktidar kaybetme riskine karşı bile taraftarlarını gayrimeşru bir şekilde seferber etmeye çalışırken, muhalefetin meşru bir sahip çıkma konusunda pasif kalması düşünülemez. Muhalefet liderleri en üst düzeyde ve en kitlesel tepkileri şimdiden organize etmeliler. İktidarı en üst düzeyde seçim sonuçlarına saygılı olacaklarını kamuoyuna açıklamaya zorlamak seçmenlerini ve kendilerine görev çıkaracak kişileri de etkileyecektir. 

İktidara ve olası hukuk dışı tepkilere karşı “aklından bile geçirme” uyarısı yükseltilmeli. Bu ülke iktidarın hâlâ korkulu rüyası olan Gezi’yi deneyimledi. Tamamen barışçıl bir direniş bile iktidarı çaresiz bırakmıştı. Şimdi toplumsal muhalefet daha güçlü. Değişimin eşiğinde olduğumuz bu günlerde gücümüzün farkında olarak cesaretle geleceğimize sahip çıkalım.