Google Play Store
App Store

4+4+4'e ilişkin ilk değerlendirmelerimden birinde, dincilerin eline geçen devlet okullarından kaçan laik orta sınıfın özel okullara yöneleceğini söylemiştim. Öyle de oldu; tamamen orta alt sınıfın, genellikle kamu emekçilerinin ikamet ettiği semtlerde tabelasını henüz açmış özel okullar öğrenci bulmakta sorun yaşamadı. Yeni açılan özel okulların çoğu, öğrenci çekebilmek için öğretmen kadrosundan izleyeceği eğitim yöntemine kadar her alanda çağdaşlığa özellikle vurgu yapıyor. Seçmeli derslerin inanç eksenli ayrışmayı tahrik etmesiyle kaçış önümüzdeki yıllarda daha da hızlanacak. Bu yazımda 4+4+4'le birlikte zıt kutuplarda konumlanan iki eğilimin uzun vadeli beklentisinden hareketle gelecekte hangisinin daha avantajlı olacağını tahmin etmeye çalışacağım. İki eğilimden kastım dindarlar ve laikler.

DİNDARLARLA LAİKLERİN OKULDAN BEKLENTİSİ

Dindarla laik, ikisi de aldığı eğitimin sonunda çocuğunun piyasada değeri olan bir iş gücüne dönüşmesi konusunda hemfikir. İyi bir maaşla istikrarlı bir iş, her ailenin çocuğu için düşlediği geleceğin adı. Bununla birlikte aileler kendi geleceklerini, yani kültürel ve sosyal yaşamlarının devamını da garantiye almak istiyorlar. Bu nedenle dindar, çocuğunda dininin gereklerini yerine getiren bilgi ve pratikleri edinmesini istiyor. Çünkü dindarın muhafaza edilmesini arzuladığı ahlak, gelenek-görenek, toplumsal kurallar vb. tamamı din kökenli. Laik ise çocuğunun demokrasi kavramına anlamını veren dünyevi değerlerle donatılmasından yana. Çünkü laik, dindarın aksine sosyal hayatın din tarafından değil, doğanın ve ekonominin kuralları tarafından belirlendiği görüşünde.

DEVLETİN BEKLENTİSİ

Bu iki farklı kesim, beklentilerinin okul tarafından karşılanmasını istiyor. Fakat öbür tarafta bir de devlet var. Onun derdi başka; o da kendi varlığını güvenceye almak, ömrünü olabildiğince uzatmak, egemenliği altındaki sınıfın çıkarlarını koruyabilmek için farklı beklenti içinde.

Küresel kapitalizm, artık milliyetçi karakterli bireye/kitleye ihtiyacım yok diyor. Haliyle yeni bir insan tipi inşa ediyor. Fakat kültürel dönüşüm o kadar hızlı ilerleyen bir şey olmadığı için arada doğan boşluğu, sürece dahil edilmek üzere alana çekilen büyük dindar kitlenin siyasal aktörleri dolduruldu. Eh, onlar da konjonktürün kendilerine sunduğu imkanları yukarıda belirttiğim iki kesimden biri olan dindarların lehine kullanıyorlar. Fırsat bu deyip laikleri de dindar kindarlar olmaya zorluyorlar.

BU EĞİTİM SİSTEMİ DİNDARLARA KAYBETTİRECEK
Dindarı da dahil burjuvazi kendi iş yerlerinde din diplomasını referans olarak görmüyor. Bundan dolayıdır ki AKP, eline geçirdiği güçle, kamu imkânlarının din okullarından mezun olanların emrinde olacağını anlatıyor. Sizi poli, asker, bürokrat yapacağım diye talep topluyor. Fakat Erdoğan gittiğinde (ki az kaldı), devlette de arz talep dengesizliği belirdiğinde kimse dönüp din diplomalı olanların yüzüne bakmayacak. Burjuvazinin ne üretim ne tüketim ne de yaşam alışkanlıkları bakımından dinin bilgisine, ondan esinlenen kültüre ihtiyacı olmadığı zaten belli. Ben bu durumu, modern tarım aletleri kullanarak sulu arazisine buğday eken kültürel evrimini tamamlamamış zihniyetin hezeyanı olarak görüyorum. Buğdaya da tarlaya da zarar veriyorlar.

***


Kimler ders kitabı yazabilir?


12 Eylül 2012 günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ders kitapları ve Eğitim Araçları Yönetmeliği’ne göre daha önce ders kitabı yazmamış olanlar ders kitabı yazamayacak. Yönetmeliğin 4. Maddesinin “ü” bendinde ders kitabı yazarı aynan şöyle tanımlanıyor “Yazar: Taslak ders kitabı alanı ile ilgili daha önce yayımlanmış ders kitabı olan kişi”! Yemin ediyorum aynen böyle. Yönetmelik, açıkça bundan sonra ders kitabı yazacak olanlara yasak getiriyor. 

Bu köşeyi izleyenler bilir, pedagoji eğitimi almamış, kayınpederinin öğretmen olması dışında öğretmenlikle ilgisi olmayan bir kişinin halen okutulan Türkçe, Hayat Bilgisi, Sosyal Bilgiler gibi ilköğretime yönelik ders kitaplarının yazarı olduğundan söz etmiştim. İşte, Yönetmelik aynı zamanda yayınevi sahibi de olan bu ve benzeri kişileri tarif ediyor. Yine bilinir ki Türkiye’de ders kitaplarıyla ilgili mevzuatların yayıncılar tarafından hazırlandığını iddia ederim. Bu tanımın bakanlıkta mevzuatı hazırlayanlardan birisine ait olması o kişi veya kişilerin aptal olduğunu gösterir ki ben bakanlıkta böyle bir aptallığın altına imza atacak kişilerin olabileceğini düşünmüyorum.

Aynı Yönetmelik, ders kitaplarını inceleyecek kişilerde eğitim fakültelerinden mezun olmanın yanı sıra doktora düzeyinde akademik eğitim arıyor. Fakat yazar olmak için uzmanlık alanına ve düzeyine bakılmıyor. Geçmiş yıllarda adınızın bir ders kitabının kapağında yazıyor olması yetiyor. Siz bu tanıma bakıp da Eğitim Bakanlığının deneyimli kişilerden yararlanma amacında olduğunu sanmayın. Yayıncılar genellikle telif haklarından kaçınmak için uzman birine de yazdırsa incelemek için Talim Terbiyeye gönderdiği kitaplara ya kendi adını ya da güvendiği yakınlarından birinin adını yazar. Bu bakımdan Yönetmeliğin bu tanımını Bakanlığın yayıncılara kıyağı olarak görmek gerek.
 

***


Müdürü niye bağırtıyorsunuz?


Ankara’da devlet merkezine çok yakın bir okulun önünden geçiyorum, sabahın körü… Müdür, elinde mikrofon öğrencilerine sesleniyor; yüzü öğrencilere dönük olduğu için öyle sanıyorum fakat müdür aslında sesini öğrencilerin ardına sıralanmış velilere duyurmaya çalışıyor.

“Biri gitmiş beni milli eğitim müdürüne şikâyet etmiş; kayıt parası almışım diye… Sizin haberiniz var mı, geçen yıl devletten bu okula bir kuruş ödenek gelmediğinden? Peki, nasıl dönecek bütün bu işler; elektrik, su, bakım-onarım, temizlik, hizmetli giderleri… Söyler misiniz, bunları nereden karşılayacağım?”

Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, görüntüyü engellesin diye siyah film çekili, dışarıdan gelecek seslere karşı yalıtımlı aracıyla giderken duymamış olabilir diye müdüre aracılık etmek istedim.