AKP’nin Gezi travması devam ediyor
Bu ülkenin yaşadığı en güzel günlerdi.
Gezi Parkı’na Topçu Kışlası için ağaçların kesilmeye başlanması üzerine Taksim Dayanışması daha ilk sabahtan harekete geçmiş, çadırlar kurulup nöbet başlamıştı.
İlk birkaç gün tepkilere katılan insan sayısı sınırlıydı. Sonra, 31 Mayıs Cuma günü öğle saatlerinde polisin bütün meydanı gaza boğan saldırısı başlamış, geçenlerde kaybettiğimiz Sırrı Süreyya Önder belinden, Ahmet Şık başından gaz fişekleriyle yaralanmıştı.
Taksim Dayanışması, bu durumlarda mutad olduğu üzere akşama protesto çağrısı yapmıştı. Aslında kimse devasa bir kitle beklemiyordu. Ama akşam akın akın gelen kitleler sabaha kadar İstiklal Caddesi’ndeki polis barikatlarının önünden ayrılmamışlardı.
Tepkiler Cumartesi günü daha da kitleselleşmiş, polisin Taksim’den çekilmek zorunda kalmasıyla Gezi Parkı’na girilmişti.
Sonraki on beş günü hatırlarsınız; esprili sloganlarıyla, paranın değil dayanışmanın geçerli olduğu komünleriyle, şarkıları, türküleriyle el ele, kardeşçe, dostça bir ortak yaşam.
***
Gezi’den bir yıl kadar sonraydı. Tekirdağ Tabip Odası’nın düzenlediği panele davetliydim. Diğer konuşmacılardan biri o dönem milletvekili, şimdilerde Tekirdağ Büyükşehir Belediye Başkanı olan doktor Candan Yüceer, diğeri AKP milletvekili olan çocuk hastalıkları profesörü Türkan Dağoğlu’ydu. Dördüncü konuşmacı da şimdilerde CHP Bursa milletvekili olan halk sağlığı profesörü Kayıhan Pala’ydı. Paneli de Tekirdağ Tabip Odası’nın eski başkanlarından doktor Aytaç Aras yönetecekti.
Kayıhan’la önceden randevulaşmıştık. O sıralar Bursa’dan, sanırım Gemlik’ten kalkıp Haliç’e inen küçük bir uçakla gelecek, birlikte Tekirdağ’a geçecektik. Aramızda iş bölümü de yapmıştık. Ben genel olarak AKP’nin sağlık politikalarından bahsedecektim, Kayıhan özel olarak şehir hastaneleri konusunu anlatacaktı.
Ne var ki o gün o pırpır uçak havalanamayınca bizim planın birinci bölümü yattı. Benim panele yetişebilmek için Kayıhan’ı beklemeden yola düşmem gerekti. Kayıhan arkadan gelecekti.
***
Ben vardığımda panel henüz başlamamış ama üç yüz kişilik salon çoktan ağzına kadar dolmuştu. Doğrusu panelimizin Tekirdağ halkından bu kadar teveccüh görmesini beklemiyordum. Mutad bir durum değildi. Ne olduğunu sorduğumda salonun büyük bölümünü AKP’lilerin doldurduğunu öğrendim.
CHP milletvekili son anda hastalık nedeniyle gelemeyeceğini bildirip Kayıhan da gecikince panele iki konuşmacı başladık.
Önce AKP Milletvekili söz aldı. Sözlerine Tekirdağ doğumlu ve Tekirdağ’ın gelini olduğunu söyleyerek başladı. Sonrasında da “Şehir Hastaneleri, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 yıllık rüyası” babından politikacılarda aşina olduğumuz türden bir konuşma yaptı. Bitirdiğinde salondan alkışlar yükseldi.
Ben ekseriyeti AKP’li bir kitlenin karşısında konuşmaya başladığımda biraz tedirgindim. Slaytlarımın tepelerinde yer alan “AKP Sağlığa Zararlıdır”, “Gözleri Kör Eden Sağlık Reformu” gibi başlıklara değinmedim ama salondakilerin ilgiyle dinlediklerini görünce giderek açıldım. AKP’nin sağlık politikalarının zararlarını dilim döndüğünce anlattım. Bitirdiğimde salondan daha büyük bir alkış koptu.
Bu arada Kayıhan yetişmişti. Ekonomi politiği, finansmanı, hizmet sunumu, dünya örnekleriyle filan dört dörtlük bir Şehir Hastaneleri sunumu yapınca salon alkıştan yıkıldı.
***
Konuşmalar bittiğinde garip bir durum oluşmuştu. AKP’liler kendi milletvekillerine destek için taraftar getirmişler ama onlar muhalifleri daha fazla alkışlamışlardı.
Ön sırada oturan AKP yöneticileri kürsüye “İstanbul’dan buraya duble yoldan gelmediniz mi? O yolları AKP yapmadı mı?” türü sataşmaya başladılar. Benim de hiç alttan almaya niyetim yoktu. Mikrofon üstünlüğü de elimde olduğu için “Duble yoldan geldiysek geldik. AKP kendi parasıyla mı yaptı o yolları?” türünden daha üst perdeden cevaplar veriyordum.
Kayıhan ve Aytaç daha sakindiler ama ortam giderek gerilmeye başlamıştı.
Bu arada AKP’liler “Bu solcular zaten yapılan her iyi şeye karşıdırlar. Zamanında İstanbul Boğazı’na köprü yapılmasına da karşı çıkmışlardı” gibi laflarla kitleyi kışkırtmaya çalışıyorlardı.
Ben de “Solcuların o gün karşı çıkmakta ne kadar haklı oldukları bugün daha iyi görünüyor. İstanbul o köprüden sonra katlanarak büyüdü, nefes alacak bir avuç yeşil alan kalmadı. En son Gezi Parkı vardı, orayı da Topçu Kışlası yapmaya çalışıyorlar.” diye karşılık verince hiç beklemediğim bir şey oldu. Salonda kıyamet koptu.
Yerlerinden fırlayan AKP’liler “Duydunuz, duydunuz; ‘Gezi’ dedi, ‘Gezi’ dedi” diye parmaklarıyla beni işaret edip kürsüye yürümeye başladılar. İtiş, kakış, tehditler derken salona polis girdi de zor bela kurtulduk. Ben arabayı hareket ettirdiğimde arkamızdan hala “Plakayı aldık. Siz bir daha Tekirdağ’dan geçersiniz!” diye bağırıyorlardı.
***
Ben aslında Gezi derken Gezi Parkı’nı kast etmiştim ama AKP’lilerde anında Gezi Direnişi’ni çağrıştırmıştı ve o gün anladım ki Gezi daha o zamandan AKP’lilerin zihninde derin bir travma olarak yerleşmişti. Adını duymak bile çıldırmalarına yetiyordu.
Aradan on iki yıl geçti. Gezi’den geriye ne kaldı, toplumsal olarak ne kaldı, sol adına ne kaldı, uzun uzun tartışılabilir. Gezi’nin AKP Hükümetini devirmek gibi bir amacı da hedefi de olmadığı ise o gün de açıktı, bugün de açık.
Ama Gezi’nin on ikinci yıldönümünde bile Taksim’deki ablukalara, barikatlara, gözaltılara bakınca bir gerçek de açık.
AKP’nin Gezi travması devam ediyor.