Türkiye de Asya gibi hayati bir kararın eşiğinde. Bir yanda İlyas, diğer yanda Cemşit…

Al Yazmalımın Seçimi: Sevgi neydi? Sevgi emekti!
Fotoğraf: AA

Arlin ÇİÇEKÇİ- Yazar

Sanat, yaşam deneyimlerini hikaye anlatarak nesilden nesile aktarabilmesi sebebiyle gelmiş geçmiş tüm iktidarların baskılamalarına, itibarsızlaştırma çabalarına rağmen insanlık tarihi boyunca vazgeçilmez olmuştur. Aynı zamanda, baskıcı rejimlere tehlike yaratacak bir örgütlenme biçimi, bir dayanışma tetikleyicisi ve geniş çapta bir iletişim ağı yaratması sebebiyle daima kontrol altında tutulması gereken bir güç olarak görülmüştür. Bir duyguda, bir davada, insanca yaşam mücadelesinde yan yana gelen kalabalıklar yaratabilen, topluluklara ilham veren, onları yüreklendiren ve doğası gereği mevcuta muhalif olan bu gücün dizginlerini elinde tutmaya çalışanlar, onu, kimi zaman şeytanlaştırma kimi zaman da bir süs objesi yahut hayattan kopuk değersiz bir haz unsuru gibi gösterme yolunu seçmişlerdir. Oysa kazanan, her zaman sanat olmuştur. İktidarlar değişmiş, rejimler yıkılmış ama sanat, hayatta kalma mücadelesinde insan neslinin birincil dayanağı olmaya ve insandan insana hayati bilgiler aktarmaya devam etmiştir.

İlk insanların, mağara duvarlarına primitif avlanma hikayeleri resmederek bir sonraki nesle kendi deneyimlerini aktarma güdüsünden farksızdır Steinbeck’in Gazap Üzümleri’ni yazmadaki hevesi. Mağara adamı, çizdiği resimlerle bir sonraki nesle; “Avlanırken benim düştüğüm hataya düşme, sen daha doğrusunu yap” demek istiyorduysa, Steinbeck de “Yoksulluğun insan onuruna neler ettiğini oku da bil. Aynı tuzaklara düşme.” demeye çalışıyordu bir anlamda. Neticede her ikisi de edindikleri hayati bilgileri aktarma mesuliyeti hissediyor ve bunun için sanatı aracı kılıyordu.
Bu nedenle, “Her sanatçı iyidir.” diyemesek de, sanırım, “Sanat, özünde bir iyilik hareketedir; iyi niyetten doğan, kuşaktan kuşağa hayati bilgiler aktararak gelecek nesillerin menfattini gözetme mesuliyeti taşıyan ve farklı geçmişlere sahip insanların birbirleriyle empati kurmalarını sağlayan bir harekettir.” diyebiliriz.

Tevekeli değil en çaresiz hissetiğimiz zamanlarda sanatın şifasına sığınmamız. En azından kendi adıma, çaresizlik hissimizin ayyuka çıktığı, toplu cinnet geçirmenin eşiğine geldiğimiz şu son dönemlerde, ben sığınağımı filmlerden ve kitaplardan ördüm diyebilirim.

Mesela dün, yine yeniden Selvi Boylum Al Yazmalım’ı seyrettim. Selvi Boylum Al Yazmalım, Atıf Yılmaz’ın, Cengiz Aytmtov’un muhteşem eserinden uyarlayarak sinemamıza hediye ettiği bir başyapıt. Onu başyapıt yapan da elbette ki sağlam sinematografisiyle öğütüp kulağımıza üflediği o ‘hayati bilgi’si.

“Sevgi neydi? Sevgi emekti”

Çok önemli bir kararın eşiğindeyken söylüyor bu sözleri Asya (Türkan Şoray). Büyük aşkı İlyas (Kadir İnanır), ve kendisine zor gününde kucak açan Cemşit (Ahmet Mekin) arasında bir tercih yapmak zorunda kalıyor ve kendine soruyor.

“Sevgi neydi?”

Bir yanda karizmasına, heybetine, kara kaşına, kara gözüne, çapkın bakışlarına ilk görüşte aşık olduğu İlyas, diğer yanda bacası helalle tüten iki göz odasından, mutfağında kaynayan demli çayından, iyilik dolu kalbinden başka bir şeyi olmayan Cemşit.

İlyas hor görüyor Asya’yı, hakir görüyor, yalanlar söylüyor, elaleme muhtaç ediyor, başını öne eğdiriyor. Gözü hep dışarıda, gözü şıkır şıkır başka hayatlarda… Ne var ki Asya’sız da edemiyor, dönüp dolaşıp Asya’nın yanında bitiyor. Sevmek değil pek onun ki de işte, “istiyor” diyelim biz ona. Sevmek gereği duymadan istiyor Asya’yı. Çünkü muhtaç, çünkü mecbur. Çünkü onsuz bir hiçe dönüşüyor. “Beni bağışla ne olur, yine elimden tut Asya” diyerek son bir şans istiyor.

Cemşit ise koşulsuz seviyor. Asya’nın da onu seveceği günü bekliyor sabırla, anlayışla. Gözünden sakınıyor, kendini unutup Asya’ya ve evladına kol kanat geriyor. Beş ömrü olsa beşini de verecek Asya ile Samet’e. Beş ömrü olsa beşinde de onlar için yürüyecek karda kışta dağ tepe. Çalışacak, çabalayacak. Sevecek, hep sevecek.

Bir İlyas’a bakıyor Asya, bir Cemşit’e. Dudaklarını ısırıyor. Cahit Berkay’ın da hiç insafı yok, en vurucu bestelerini bu sahneye ayırmış. Asya ağlıyor. Seçmek zorunda birini.

Soluklar tutuluyor.

Ve çok şükür! Sevgiyi seçiyor Asya. Bu filmin sonunda sevgi kazanıyor, emek kazanıyor.

Atıf Yılmaz, normal şartlarda ancak koca bir ömrü tüketerek edinebileceğimiz bir bilgiyi, yani ömürlük bir deneyimin çıktısını 1,5 saatlik filmiyle mıhlıyor zihnimize.

“Sevgi neydi, sevgi emekti. İnsan, seçmek lazım geldiğinde; sevgisi emekten mamul olanı seçmeliydi.”

Türkiye de Asya gibi hayati bir kararın eşiğinde. Bir yanda İlyas, diğer yanda Cemşit.

Milyonlarca insan bir yol ayrımında. Soluklar tutuldu.

Kim bilir, belki Türkiye de Asya’dan öğrendiği gibi sevgiyi seçecek?

Kim bilir, belki bizim filmin sonunda da sevgi kazanacak.

O vakit, belki Cahit Berkay da bu mutlu sonumuza yeni bir beste yapacak.

“Bir Halk Sevgiyi Seçti!”