Alışmanın hafifliği
İnfluenzaya yakalandığım günün ertesi. Ara ara yüksek ateş eşliğinde yazıyorum. Yazmak için iyi bir zaman değil belki de. Gözüm bir yandan haberlere kayıyor, gözaltına alınan gazeteciler, Trump ve dünyanın hali, Avrupa’nın mecalsizliği... Danimarkalılar, Trump’a takas teklifinde bulunmuş, Grönland’a karşılık Kaliforniya. Trump’la kafa buluyorlar.
BİLMEZDEN GELMEK
Alenka Zupancic’in ‘Biliyorum ama Yine de’ kitabında rastlamıştım Lacan’ın şu sözüne: "Gerçekliğe alışıyor, [her krizle birlikte ortaya çıkan] hakikati ise bastırıyoruz." Bu söz, günümüzde yaşanan süreci güzel özetliyor. Meraktan Türkiye’de işlenen cinayet oranlarına baktım, inanılmaz bir yükseliş. Kâbusa dönüşmüş bu gerçekliğe bile alışılacağı kesin. Bunun için hakikati ya bastırmak ya da bilmezlikten gelmek gerekiyor. Zupancic, bilmezden gelmenin bastırmanın yaptığı gibi o şeyin ortadan kaybolmasına yol açmaz, o şeyin gerçekliğini değiştirir diyor. Diyelim ki Kartalkaya’daki yangınla ilgili belirli bir kitle bilmezden, görmezden geliyor bazı bilgileri, o yangın gerçeği durduğu yerde duruyor, bilmezden gelinenlerle gerçekliği değişiyor sadece. Hayatımızda ne çok şeyin gerçekliği bu şekilde değişti, değiştirildi. Bastırmaz ya da bilmezden gelmezsek gerçeklik değil biz değişiriz.
HAFİFLEMİŞ GERÇEKLİK
Değişmek, gerçekliği değiştirmekten daha zor, çünkü sorumluluk talep ediyor. Gerçeklik bilmezden gelindiğinde, sarsıcı, ezber bozan boyutu engellenerek salt bir olguya dönüşür, gerçekliğin ağırlığından arındırılmış bir olguya. Böylece bizi içeriden etkilemeyen gerçekliğe uyum sağlayarak alışırız ve statüko devam etmiş olur. Trump, tam da buna oynuyor, Gazze gazinoların olduğu bir tatil beldesi olsun ve Gazzeliler de sürgün edilsin. Bir sürü uçuk kaçık talep. Elon Musk’ın X’i de bunu yapıyor, bir sürü rezil ve korkunç bilgiyi insanların üzerine boca ederek paralize ediyor. Sanki yapay zekâyla hızlandırılan ve alışılması gereken yeni bir gerçekliğe alıştırılıyor insanlar. Dünyada öyle acayip şeyler olabilir ki sizi şaşırtmasın, ama korkutsun. Bu yüzden felaket tellallığı, komplo teorileri, kıyamet senaryoları sosyal medyada ilgi topluyor. Ama bütün bunlar, Zupancic’in kitabında belirttiği gibi, insanın zihnini zorlaya zorlaya ya bastırmaya ya da bilmezden gelmeye yöneltiyor, yani alışmaya, özne olma kapasitesini azaltmaya.
UYUM VE İFŞA
Alışarak hafifleyen gerçeklikte, Julia Kristeva’nın ‘Intimate Revolt’ kitabında bahsettiği gibi iki tip özgürlük modeline sahip oluruz, "uyum özgürlüğü" ve "ifşa özgürlüğü". Psişik bir hayatımız yoksa hayatta kalamayız, içeriden ve dışarıdan gelen saldırıları, fizyolojik, biyolojik, toplumsal ve politik saldırı ve travmaları, edebiyat, sanat, dinsel vs imgesel olanın aracılığıyla sindirir, dönüştürür, iç dünyamızı korur ve yaşatırız. Ama imgesel varlığımız gerçekliğe alışıp hakikati bastırdıkça siliniyor. Tıpkı genetiğiyle oynanmış gıdalar gibi iç dünyamızın da doğallığı tektipleştirilip bozuluyor. Artık çoğu kişi uzun soluklu ya da okuması biraz zor bir metinle uğraşacak içsel enerjiye ya da dikkate sahip değil, edilgen bir şekilde hem zihnini hem midesini kolay tüketilir abur cuburla doldurma eğiliminde. Ama nereye kadar?
İZ SÜRME
Zupancic’in kitabına dönersek, kitleler halinde travmatize olmuş bir şekilde uyuyoruz, hakikatle yüzleşmemek için. Çözüm travmayla doğrudan yüzleşmek değil diyor, çünkü travmayla doğrudan yüzleşilemez. Normal, günlük gerçekliğin çatlaklarından travmanın ve doğurduğu sonuçların izini sürerek...