Almanya, Fransa ve İngiltere’de aşırı sağ ile mücadele
Almanya’daki eyalet seçimleri Britanya ve Fransa’da bu yaz çoktan duyduğumuz mesajı çok daha yüksek sesle tekrarladı: Aşırı sağ yükselen tehlike.
Almanya için Alternatif’in (AfD) Thüringen’de birinci, Saksonya’da da az farkla ikinci parti olması özellikle de bu eyaletteki saldırgan liderleri Bjorn Hocke’nin Nazi özentisi tuhaflıklarını düşününce daha da endişe verici.
Ayrıca Alman faşizminden bilhassa endişe duymanın, tarihin en canavarca rejimlerinden biriyle bağlarının ötesinde sebepleri de var.
Aşırı sağ en başta şiddetle hemhal. Almanya’da 2023’te 1270 aşırı sağcı şiddet olayı gerçekleşmiş, bir yılda yüzde 13 artış gerçekleşmiş.
Silaha erişimleri var. 2022’de Heinrich ve Prens Reuss (kraliyetin faşizmle bağı yalnızca tarihsel değil, İspanyol asilzade Louis-Alphonse de Bourbon’un İspanyol Vox Partisi ile bağı düşünüldüğünde, soyluların faşizmle ilişkisi bugün de sürüyor) ile bağlantılı darbe girişiminin en dikkat çeken kısmı, polis baskınlarında yüzlerce silah, kesici alet ve patlayıcıya el konulmasıydı.
Daha çok yakın zamana kadar ordu ile de ilişkileri vardı: 2020’de Alman Savunma Bakanı, Nazi müziği çalan ve Hitler selamı verilen yemekler veren ve “emir komuta zincirinden kısmen bağımsızlaştığından endişe edilen” bir elit su altı komandosu birliğini dağıtmak zorunda kalmıştı.
AfD’nin bu skandallarda suçlu bulunanlar ile doğrudan bağlantısı yok. Ancak göç karşıtlığını şiddetle savunan bir partinin seçmen kitlesinin büyümesi, Britanya’da gördüğümüz üzere sokak saldırılarını teşvik edebiliyor.
Giderek büyüyen saldırgan bir aşırı sağ ile nasıl başa çıkılacağı, tüm Avrupa’nın en acil sorunu.
AfD, kendileriyle koalisyon kurma konusundaki önyargıları kırmaya kararlı: Hocke iktidara hazır olduklarını iddia ederken, Hristiyan Demokratların seçmenlerinin böyle bir işbirliği görmek istediğini de ekliyor.
Fransa ve Birleşik Krallık ile paralellikleri çok açık: Muhafazakâr Parti ve Reform UK arasında geçirgen bir ilişki var, Lee Anderson örneğinin gösterdiği üzere.
Fransa’da devlet başkanı Emmanuel Macron’un, seçimlerde birinci oldukları halde soldan başbakan atamayı reddetmesi de benzer bir yönelimi işaret ediyor: eski başkan Nicolas Sarkozy’nin “sağ hükümet” talebi, matematiksel olarak ancak Marine Le Pen’in Ulusal Birliği ile ittifak kurulursa gerçekleşebilir.
Aşırı sağın yükselişinin arka planında, üç ülkede de seçmenlerin statükodan aşırı uzaklaşması var.
Almanya’da iktidar koalisyonundaki üç parti Sosyal Demokratlar, Yeşilller ve Özgür Demokratlar hem Thüringen hem de Saksonya’da rezil oldular, zar zor çift haneli rakamlara ulaştılar. Birleşik Krallık’ta Reform’un yükselişi ve aşırı sağcı saldırılar, merkez partilerin tarihin en düşük seviyelerine indiği, kazananın aslında yarım milyon oy kaybettiği garip bir seçimin peşine gerçekleşti.
Macron, seçmenlerin istemediği ortaya çıkan politikaları muhafaza etmek istiyor, bunun için de aşırı sağı korkuluk olarak kullanarak solu bölmek ve en az radikal kısmını yıldırarak statükoyu desteklemeye ikna etmeye çalışıyor. Bu yalnızca Le Pen’in yararına olur.
Almanya ve Birleşik Krallık için de gerçek bu. Kamu hizmetlerini sonlandıran, hayat standartlarını düşüren politikaların arkasında dururken, göçmenlere ve Müslümanlara (ikincisi özellikle de Filistin ile dayanışma hareketini siyasal olarak baskı altına almak şeklinde de gerçekleşiyor) karşı düşmanlığa yönlendiren aşırı sağcı propagandayı pekiştirmek, şu anda Macron’un olduğu kadar Keir Starmer ve Olaf Scholz’un da mevcut stratejisi haline geldi. Sağ her yerde güçleniyor.
Kaynak: Morningstaronline.co.uk
Çeviren: Yusuf Tuna KOÇ