Almanya'nın dönüm noktası
Almanya, Şansölyesinin geçtiğimiz yıl beyan ettiği gibi bir "kırılma noktası" yaşanıyor. Olaf Scholz'un koalisyon ortağı Maliye Bakanı Lindner'i görevden almasıyla erken seçim olasılığı arttı. Geçtiğimiz süreçte Yeşiller Partisi ve SPD'de üst düzey yöneticiler istifa ederken Die Linke'de de eş genel başkanlar değişti. Ülkede sadece solda değil, merkez sağda da kartlar yeniden karılıyor. Uzun zamandır tartışılan erken seçim olasılığı Linder'in görevden alınmasıyla bir hayli arttı. Ancak bu kırılma noktasının habercisi olan son gelişmelerle ele almakta fayda var.

Ezgi DENİZ GÜNEYTEPE
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Batı Almanya’nın açık ABD ve müttefiklerinin işgalinin etkileri hala kendini belli ediyor. Çoğu dönemlerde AB ile cephe oluşturma yoluna giden Almanya, mevcut hükümet döneminde ise tüm ticari ve politik ilişkilerini ABD'ye bağlamayı tercih etti. Bu tercihin en önemli aktörlerinden biri olan Yeşiller Partisinin “transatlantik liberal demokrasi” sevdası yeni değil.
Yeşiller Partisi'nin en tanınan isimlerin biri olan Jürgen Trittin uzun yıllardır her fırsatta Almanya´ya sunulan Marshall Planını “demokrasi ve barış projesi” ilan ediyor. Mevcut Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Bearbock ise neredeyse Berlin´den daha çok Washington´da bulunuyor. Öyle ki, ABD´nin, Almanya´da askeri konuşlanmasının önünü açan ve sonsuz desteklediğini bildirmekten ise, bir gururla bahsediyor. Alman Dışişleri Bakanı ABD´nin geniş kapsamlı silah sistemlerinin Almanya'da konuşlandırılmasının doğru olduğuna şu sözlerle dile getiriyor: "Kendi gücünüze yatırım yapmak, korunmak demektir."
ABD´de yapılan başkanlık seçimlerinde Camela Harris'i destekleyen partinin Trump ile nasıl diplomasi yürüteceği ise merak konusu.
YENİ DÖNEMDE BELİRSİZLİKLER
Tüm bunlar gerçekleşirken Birlik90/ Yeşiller Partisi seçmeni ve gençlik örgütlenmeleri teker teker partiyi terk etmeye başladı. Üniversite diploması olmadığı için birçok eleştiriye maruz kalan Yeşillerin Eş Başkanı Ricarda Lang, eylül ayında görevinden çekildiğini duyurdu. Gençliğinden itibaren partinin kritik görevlerinde yer alan Lang, üç eyalet seçimlerinde de büyük oy kaybı ile karşılaşınca, “partinin kötü karnesinin düzeltmek ve yeni bir başlangıcın yolunu açmak için” görevinden ayrıldığını duyurdu.
Lang ile benzer siyasi yolardan geçmiş bir diğer isim ise Sosyal Demokratlardan Kevin Kühnert. SPD´nin gençlik örgütü başkanlığını yapmış, partinin genel sekreterliğine kadar yükselmiş olan Kühnert “sağlık nedenlerinden” dolayı görevinden istifa ettiğini duyurdu. Lang´tan üç hafta sonra istifa eden Kühnert´in bu adımı Şansölye Scholz tarafından “doğru bir karar” olarak değerlendirildi. Bu iki ismin toplumsal muhalefetten yükselip, reel siyasette boğulmaları ana akım medya tarafından “hayalperestlerin sonu” olarak nitelendirildi.
“SAĞ AÇIK” YENİ PARTİ
Koalisyon partilerinin hızlı oy kaybı, AfD ve Bündnis Sarah Wagenknecht (BSW) gibi popülist partilerin yükselişin önünü açtı. AfD´nin bu denli yükselişi beklendik bir olgu iken, BSW´in bir sürpriz ile pazarlık masasına yaklaşması, gözleri bu ittifaka çevirdi. Henüz tam parti programını bile açıklamayan bu oluşumun siyasi olarak nerede olduğunu anlamak çok kolay değil. Geçmişi sol-sosyalist parti PDS´den çıkan Die Linke´nin uzun yıllar en önemli siyasetçilerinden olan Wagenknecht´in çelişkili açıklamaları mevcut. AfD Başkanı Alice Weidel ile katıldığı bir programda sosyalist geçmişini neredeyse inkâr edecek hale gelmesiyle birlikte kendisinin, nereye savrulacağının ilk sinyallerini verdi. Wagenknecht, mülteciler konusunda ötekileştirici açıklamalarda bulunup, ilticası kabul görmeyenlerin ödeneğini anında kesilmesini ve tampon ülkelerde kurulan mülteci kamplarını savunmakla yetinmiyor. İranlı bir babanın kızı olan Wagenknecht´in A-takımında yine birçok göçmen kökenli siyasetçi var. BSW´in tüm bu olgulara ve geçmişine rağmen ulusalcı bir çizgi çizmesi, sol-sosyalist değerleri olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz. Wagenknecht “20 yıl önce farklı ama bugün daha gerçekçi düşündüğünü söyleyerek sosyalizmi telaffuz etmekten bile çekiniyor. Parti programı yerine bir manifesto açıklayan Wagenknecht sosyoekonomik önemli noktalara değinirken, birçok hususu muğlakta bırakmayı tercih ediyor. Hristiyan Demokratların bile betimlemekte zorlandığı bu oluşum “sağ açık” bir siyasetin ilk işaretlerini vermeye başladı.
SOL'DA BÜYÜK DEĞİŞİM VAR
Wagenkneckt´in eski partisi Die Linke'nin (Sol Parti) akıbetinin ne olacağı henüz belli değil. Çoğulculuğu savunan partinin bu düzlemde siyaset yürütemeyeceği netleşti diyebiliriz. İdeolojik olarak birçok temel konunun parti içinde net olmaması, ilk dağılmanın başlangıcını fitilledi. Janine Wissler gibi liderleri destekleyen partili anti-alman akımlar, kitle ile parti arasına büyük bir mesafe girmesinin nedenlerinden biri olarak gösteriliyor. Sınıfsal eksenden kopuk kimlik politikalarını önceleyen parti, savaş politikalarında bile net bir çizgiye sahip olmaması seçmende güven kaybına neden oldu. Ekim ayında yapılan kongrede sosyalist gazeteci Ines Schwerdtner partinin eş başkanlarından biri oldu. Toplumsal mücadelenin tam ortasından çıkan Schwerdtner, Avusturya´da yerel seçimlerde başarı kazanan Avusturya Komünist Partisinin deneyimlerinden yararlanacaklarını açıkladı. Partinin mücadelesinin “savaş, yoksulluk ve iklim krizi” ekseninde şekilleneceğini belirterek, “Biz korkunun karşıtı, umudun kendisiyiz” sözleri ile görevine başladı.
MERKEZ PARTİLER SAĞCILIK YARIŞINDA
Tüm bunlar olurken pragmatizmden kendini alamayan SPD'de kazan kaynıyor. Kevin Kühnert´in istifası, Olaf Scholz´un Şansölye olarak yeterli inisiyatifi gösterememesi, sendikal alanların daralması gibi birçok sorun ile karşı karşıya kalan SPD´nin geriye sadece sadık seçmeni kaldı. Sosyal demokrasinin hiçbir gerekliliğini yerine getirmeyen parti, AfD ile mülteci karşıtlığını yarıştırıyor. İçişleri Bakanı Nancy Feaser´in Almanya sınırlarına kontrol getirmesi, Olaf Scholz´un ırkçı söylemleri, Kühnert´in Filistin karşıtı olması gibi gerçeklikler SPD´nin merkezden uzaklaştığının göstergesi olarak yorumlanıyor. Ancak Scholz´un Maliye Bakanı’nı görevden alması ile ortaya koyduğu inisiyatif ile diğer bir kırılma noktasını işaret ediyor olabilir. Scholz ocak ayında güvenoyuna gideceğini bildirdi. Hristiyan Demokratlar (CDU) ve Hür Demokratlar (FDP) aslında bilindiği gibi neoliberal politikaların peşinde ve çok “aşırı sağ” kaymadan bir siyaset yürüttüklerini düşünüyorlar. “Muhalefetin” rahat koltuğunda son 16 yıldır, yanlış politikaların sonucunu bugünlerde yaşamıyormuşuz gibi; hiçbir hesap vermeden yolda devam ediyorlar. Sosyal devletin çöküşünün önünü açan Helmut Kohl yönetiminin özelleştirme furyası, Merkel dönemi ile tamamlandı. Özellikle sağlık gibi, yüzde 70 özelleştirilen önemli alanlarında, personel eksikliği ve yetersiz kapasite birçok sorunun zincirleme yaşanmasına neden oldu. Şimdilik AfD ile koalisyonun mümkün olmadığını belirten Hristiyan Demokratlar, bugün olmasa bile, toplumun sağ kayması engellenemezse, günün birinde AfD ile koalisyona gitmesi kaçınılmaz.
Maliye Bakanı Linder´in partisi FDP 1966 ve 1982 yıllarında yine bir koalisyonun bitmesine gitmesine neden olmuş ve hükümet değişmişti. Bugün de kimi benzerliklerin olduğunu gözlemlemek mümkün. Özellikle bütçe tartışmalarında FDP´nin neoliberal politikaları ve sosyal harcamaların kesintiye uğraması gibi birçok hususta diretmesi, koalisyon partileri tarafından tepkiyle karşılandı. Bütçe tartışmalarının en son olan eyalet seçimlerine oy kaybı olarak yansıması, koalisyon hükümetini bir çıkmaza soktu.
SESİ DUYULMAYAN TOPLUM
Ciddi bir sıkışmışlık içinde kendini hisseden toplum çözüm arıyor ancak, buna biriken bu toplumsal enerjinin henüz kanalize olabileceği bir toplumsal örgütlülük mevcut değil. Toplumun tüm itirazlarına rağmen Ukrayna/ Rusya savaşında taraf olan koalisyon hükümeti dersini halen iyi çalışmıyor. Almanya’nın silahlanmaya gitmesi ve savaşa büyük bütçeler ayırması, son eyalet seçimlerinde büyük oy kaybına neden oldu. Buna rağmen 2025 bütçe kararlarına göre, sosyal alanlarda daralmaya ama silahlanmada artışa gidilecek. Emekçi kesimler her fırsatta bunu dile getirip, koalisyon partilerine faturayı kesseler de, siyasi partiler bunu anlamamış gibi.
DERİNLEŞEN YOKSULLUK
Savaş karşıtlığının diğer nedenlerinden birisi ise, yükselen enerji fiyatları. Rusya ile bozulan ilişkiler ve yeşil dönüşüm gibi politikaların sonucu olarak, yükselen enerji fiyatları, hayat pahalığını beraberinde getirdi. Yeşillerin Ekonomi ve Enerji Bakanı Habeck, LNG, yani sıvılaştırılmış gaz altyapısına ciddi yatırım yaptı. Bakanın öngörüsüne göre “Almanya uzun vadede Rusya´dan enerji bağımlılığından kurtulacak ve müttefik ABD ile yola devam edilecekti”. Yine tüm itirazlara rağmen Habeck 1,5 Milyar avroluk projenin “son derece stratejik” bir adım olduğunu savunuyordu. Enerji fiyatlarının ise enflasyona yansıması emekçinin gittikçe yoksullaşmasının hızlandırdı. 2023 yıllının araştırmalarına göre tüketici için gıda %12,4 ve enerji %12 yükseldi. Aynı yılın rakamlarına göre nüfusun yüzde 21,2´si yoksulluk ve sosyal izolasyon eşiğinde bulunuyor. Almanya Federal İstatistik Kurumu´nun verilerine göre yoksulluk oranı 1990´dan bu yana en yüksek seviyesinde. Bu yoksulluktan en çok etkilenen kesim ise emekliler. Almanya Çalışma Bakanlığına göre emeklilerin yüzde 66,6´si yoksulluk sınırının (1300 €) altında yaşıyor.
Gelir adaletsizliğinin gittikçe arttığı Almanya'da toplumsal itirazın önünü daha katılımcı ve kolektif mücadele yöntemi açabilir. Sol-sosyalist kesimin ise hiç vakit kaybetmeden tarihsel “dönüm noktası“nda alacakları görev ve inisiyatifler bu konuda belirleyici olacak.