Google Play Store
App Store
Almanya’nın Demir Lady’si Alice Weidel: Aşırı sağın ‘‘feminist’’ maskesi
Fotoğraf: Depo Photos

Avrupa’da aşırı sağ, uzun yıllar boyunca ataerkil ve otoriter bir ideolojiyle özdeşleşti. Kadın ve LGBTİ+ hakları ya görmezden gelindi ya da doğrudan hedef alındı. Ancak son yıllarda sağ popülist partiler, bu hakları tamamen reddetmek yerine, milliyetçi ve göçmen karşıtı politikalarını meşrulaştırmak için bir araç haline getirdi.

Bu dönüşüm, 2010’lardan itibaren Marine Le Pen, Giorgia Meloni ve Geert Wilders gibi sağ popülist liderlerin yükselişiyle daha da görünür hale geldi. Kadın ve LGBTİ+ hakları artık bir eşitlik mücadelesinin değil, Batı’nın “ötekilere” karşı üstünlüğünü vurgulayan bir söylemin parçası olarak tanımlanıyor.

AŞIRI SAĞIN YENİ STRATEJİSİ

Almanya’da bu stratejinin en dikkat çekici örneklerinden biri, Almanya için Alternatif (AfD) partisinin eş başkanı Alice Weidel. Geçtiğimiz haftalarda yapılan federal seçimlerde AfD'nin oy oranını iki katına çıkararak % 21’e ulaştıran Weidel, aşırı sağın geleneksel liderlerinden farklı bir profil çiziyor. Eşcinsel bir kadın, neoliberal ekonomi savunucusu ve iki çocuk annesi olarak, aşırı sağcı ve göçmen karşıtı bir partinin lideri olması ilk bakışta çelişkili görünebilir. Avrupa’nın yeni Demir Lady’si Weidel’in bu retoriği aşırı sağın yeni stratejisinin bir parçasından başka bir şey değil: Kadın ve LGBTİ+ haklarını toplumsal eşitlik mücadelesinden koparıp, milliyetçi ve göçmen karşıtı bir çerçevede yeniden tanımlamak.

FEMONASYONALİZM VE HOMONASYONALİZM

Aşırı sağın bu dönüşümünü anlamak için Sara Farris ve Jasbir Puar tarafından ortaya konan iki kavram kritik öneme sahiptir. Femonasyonalizm, kadın haklarının feminist bir eşitlik mücadelesinin değil, Batı’nın üstünlüğünü vurgulayan bir ideolojik araç haline getirilmesini ifade ederken, kadın haklarını, göçmen karşıtı politikaları meşrulaştırmak için kullanır. Homonasyonalizm ise LGBTİ+ haklarının Batı’nın ilericiliğinin bir kanıtı olarak sunulmasını ve özellikle yabancı düşmanlığını meşrulaştırmak için kullanılmasını tanımlar. Burada homofobi, Avrupa’daki ataerkil yapılar sorgulanmadan, yalnızca göçmen erkeklere atfedilir. Weidel’in paradoksal söylemi bu iki stratejiyi birleştirerek işliyor. Bir yandan LGBTİ+ haklarını tanıyor gibi görünerek partisinin aşırı sağcı imajını yumuşatıyor, diğer yandan AfD’nin geleneksel aile yapısını ve muhafazakâr toplumsal cinsiyet rollerini savunmaya devam ediyor.

SEÇİCİ BİR ÖZGÜRLÜK ANLAYIŞI

Weidel, geleneksel aşırı sağ figürlerden farklı olarak bireysel özgürlük söylemini kullanarak aşırı sağın imajını yumuşatırken, feminizmi araçsallaştırarak post faşist fikirleri yaygınlaştırıyor. Ancak bu özgürlük söylemi kapsayıcı değil; yalnızca Avrupalı olmak gibi belirli kimlik ve grupları koruyan, seçici bir özgürlük anlayışına dayanıyor. Kadın hakları, feminist bir eşitlik mücadelesi olarak değil, “Alman kadınlarının korunması” söylemiyle milliyetçi bir çerçevede ele alınıyor. LGBTİ+ hakları ise, homofobiye karşı gerçek bir mücadele bağlamında değil, yalnızca Ortadoğulu göçmenlerin neden olduğu düşünülen “tehdit” ile ilgili olarak tanımlanıyor.

Weidel’in eşcinsel kimliği, AfD’nin LGBTİ+ karşıtı politikalarının üzerini örtmek için bir araç olarak kullanılıyor. Weidel, LGBTİ+ görünürlüğünü artırıyor gibi görünse de, bu görünürlük eşit haklar talebiyle değil, aşırı sağ popülizmin milliyetçi sınırlarını belirginleştirmek için kullanılıyor.

DAYANIŞMA, EŞİTLİK VE KAPSAYICILIK

Alice Weidel’in yükselişi, aşırı sağın yalnızca güçlenmekle kalmadığını, aynı zamanda kadın ve LGBTİ+ haklarını seçici ve elitist bir özgürlük anlayışı altında araçsallaştırarak meşrulaştırdığını gözler önüne seriyor. Ancak bu meşruiyet, gerçek bir eşitlik mücadelesine değil, dışlayıcı ve milliyetçi sınırların inşasına hizmet ediyor.

Gerçek feminist mücadele, yalnızca belirli bir grubun değil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine maruz kalan her insanın hakkının savunulmasını gerektirir. Bugün neoliberal politikaların, milliyetçi söylemlerin ve sağ popülist stratejilerin gölgesinde, bizlere düşen görev, özgürlüğü ve eşitliği herkes için savunulabilir kılmaktır.

Özgürlük maskesi altında saklanan ayrımcı söylemlere karşı durmak, sınıf, etnisite ve cinsiyet fark etmeksizin eşitliği savunmakla mümkündür. Gerçek direniş, ancak kadınların, LGBTİ+ bireylerin ve tüm emekçilerin milliyetçi sınırları aşmasıyla başlayacaktır.