Altılı Masa açısından eğrisi doğrusuna denk geldi. Belki de aylar önce yaşanıp aşılması gereken sorunların/krizlerin seçim tarihine yakın bir takvime sıkıştırılması, Altılı Masa üzerine kurulan politikaları ve olumlu beklentileri berhava edecekti neredeyse. Kriz, öteden beri siyaseti siyasi parti elitleri arasında yürüyen, asıl özne olması gereken seçmenin/halkın dikkate alınmadığı anlayışın da ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi. Diyebiliriz ki İYİ Parti’nin masaya dönmesi ile oluşan uzlaşı halkın müdahalesi ile oluştu.

Doğal olarak siyasetçiler/siyasi parti yöneticileri ile yurttaşın/seçmenin siyasetle ilişkilenmesi aynı şekilde gerçekleşmiyor. Siyasetçiler dar anlamda parti çıkarı ile ülkeye ilişkin iddiaları arasında denge ararken geleceğe dair de adımlar planlarlar. Söz konusu olan bir ittifak ise işin içine bir de ideolojik farklılıklar, ön yargılar, partiler arası gerilimler de girer. Tabii ki işin içine kişisel hesaplar da girebilmektedir. Ancak seçmen -özellikle kutuplaşmış siyaset ortamında- öncelediği her ne ise onun gerçekleşmesini ister. Diğer her şey ikincildir. Seçmen için bu hedefin gerçekleşmesinde ittifak yapısının, hangi partinin kaç milletvekili temsil edileceğinin önemi yoktur. Bu anlamda partilerin pazarlıkları, tartışmaları ihanet gibi bile değerlendirilir. Bazen seçmen ani kararıyla bir tweet atar, bir hashtag’e destek verir gündelik yaşantısına döner. Siyasetçinin tüm mesaisi siyaset üzerinedir. Her iki yaklaşımda “anlaşılabilir.”

Müdahale kabiliyeti

Sorun “anlaşılabilir” bu gerilimin krize dönüştüğü anlarda çıkıyor. Parti içi demokratik mekanizmaların nerede ise sıfırlanması, siyasetin ikna edici dönüştürücü fonksiyonunun unutulması ve iktidarın çizdiği sınırlar içerisinde siyaset yapılması -giderek siyasetsizlik- şeklinde özetleyebileceğimiz iklim; partiler ile temsil ettiklerini düşündükleri seçmen arasında makası açmış durumda. Böyle bir durumda kuşkusuz sorumlu davranma önceliği siyasetçilerde. Ancak son krizde gibi yurttaşın müdahale kabiliyeti de ortaya çıkmış durumda.

Bu müdahale kabiliyetinin unutulmaması gerek. Hem seçim sürecinde hem de sonrasında çok ihtiyaç olacak. Halkın birleşme baskısı ve ittifakın yapısı partilere karşılıklı tavizlerle uzlaşma şeklinde yansıyorken bir risk de barındırıyor: Seçmenin önemsediği başlıklarda ittifak parti elitlerinin farklı tutumları bahane edilerek sorunların sahipsiz bırakılması. Şöyle; seçmenin ağırlığının önemsediği İstanbul Protokolüne dönüş Saadet Partisi’nin rezervi nedeniyle gündeme alınmayabilir. “İttifakın devamı için gerekli” denilerek meşrulaştırılabilir. Örnekler arttırılabilir. Tam da burada solun ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun da işaret ettiği “Erdoğansız Erdoğanizm” gündeme gelecektir.

Zaten yapıyorlar

Bu çerçevede seçim sonucunu etkileyebilecek olası kriz başlığı HDP ile “görüşmek” olarak görülüyor. Bakın sadece “görüşmekten” bahsediyorum! Anlaşılıyor ki İYİ Partili siyasetçiler bu görüşmeye Sayın Akşener’in kısmen yumuşamış tutumuna rağmen karşılar. Yukarıda değindiğim parti yönetimi ile seçmen arasındaki “makasın” olmadığını ve tüm iyi parti seçmeninin aynı tutumu paylaştığını kabul ederek iyi parti seçmenine seslenmek isterim: nasıl adlandırırsanız adlandırın ister Kürt meselesi ister Terör meselesi deyin, iç barıştan dış politikaya, ekonomiden siyasal özgürlüklere kadar ülkemizin temel meselelerinden birisinin “bu mesele” olduğu konusunda sanırım hemfikiriz. Ancak şu var ki “mesele” dinamik bir nitelik taşıyor. Toplumun önemli bir kısmı yıllardır AKP propaganda mekanizmasının yansıttığı şekilde görüyor meseleyi. AKP’nin çizdiği sınırlara göre konumlanıyor. Kuşkusuz birçok partiye getirdiğimiz eleştiriler gibi HDP’ye de bir araba eleştiri getirebiliriz. Ancak yok saymak görüşmemek en azından temsil ettiklerini varsaydığımız seçmene dönük bir “bölücü” tutum olmaz mı? Sadece Cumhurbaşkanlığı seçimindeki olası desteği bakımından değil sonrasında iç barışımızı uzlaşarak sağlama konusunda bir fırsat değil mi bu görüşmeler? Eğer AKP/MHP iktidarının “PKK=HDP=HDP seçmeni=görüşenler” propagandasından çekiniliyor ise bunu zaten yapıyorlar öteden beri. Yine yapacaklar. AKP istiyor ki çizdiği sınırlar dışına kimse çıkmasın. Kendisi doğrudan Öcalan’la görüşürken de destek istiyor, HDP’yi kapatmak isterken de destek istiyor, olmayanı kriminalleştiriyor. Kimse siyaset yapmasın istiyor. Siyaset ise görüşmeyle, konuşmayla, sorgulamayla başlar. Siyaset sizi de çağırıyor.